Название: Çaresiz Yolcu
Автор: Novruz Necefoğlu
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-27-3
isbn:
Kıztamam da ayağa kalkıp: “Cihangir dayı, biz sizi kendimize arka, dayanak biliyoruz. Her zaman dikkatiniz üstümüzde oldu, bana ümit verdiniz, Allah sizden razı olsun,” dedi ve kapıya doğru giden Cihangir kişinin arkasından giderek açık pencereden dışarıya bakıp: “Daha akşama hayli zaman var. Atla geldim. Yavşanlı Yurt işte şurası, birazdan orda olurum, endişe etmeyin,” diyerek vedalaşıp bahçeye çıktı. Hızlı adımlarla atını bağladığı yere doğru yöneldi.
Almurat’ın, çevresi sık ağaçlarla kuşatılmış evinin bahçesine, eğerli, dizginli beş altı at bağlanmıştı. O gün, Almurat’ın evinin büyük odasında kızı Nilüfer’i istemeye gelen elçiler, Almurat ile ateşli bir sohbete başlamışlardı. Almurat, sözün semtini değiştirmek için ne kadar uğraşsa da, Bağır kişi temkinle uzaktan başlayıp, sözü yavaş yavaş asıl meseleye çekiyor, odanın bir tarafında, iki üç kadınla diz dize oturan Kıztamam’ın heyecanı dakikalar ilerledikçe biraz daha artıyordu.
“Biliyorum, Memiş’ten dolayı tereddüt ediyorsun; ama vallahi de billahi de haksızsın Almurat. Doğrudur, Memiş’in huyu kötüdür, dili de acıdır. Ancak çocukları akıllı, olgun, saygılıdırlar, ay Almurat! Allah Memiş’i de öyle yaratmış, çocuklar ne yapsın? Aslında bu bedbahtın kalbinde, gönlünde kötü bir şey de yoktur. Ne varsa dilindedir. Kasırga gibi eser, savurur, sonra da bir köşeye çekilip çocuk gibi ağlar. Bir de gardaş, hangi evlat ömrünün sonuna kadar anası babası ile kalıyor ki? Balahan Memiş’in büyük oğludur. İyi de bir eğitim aldı. Ova rayonunda işi, maaşı, küçük de olsa sığınacak bir evi var, geçinip giderler… Endişe etme. “He” de bu işe. Kıztamam da iyi kadındır. Biliyorsun ki, el çekmiyor. Bildiğime göre kız ile oğlanın da suyu birbirine akmış, yıldızları barışmış, ver gitsin kızı, a gardaş, dinle bizi,” diye dil döküyordu Bağır kişi.
Almurat Bağır kişiye:
“Duydum, a Bağır, öyle diyorlar. Herkes, Balahan çok iyi oğlandır, diyor. Ben ise uzaktan da olsa görmüşüm, tanıyorum oğlanı. Gözüme kötü görünmedi. Kıztamam’ı da, bacılarını da her zaman kendimize yakın bilmişiz. Birbirimizin düğününe cenazesine gidip gelmişiz. Memiş’in Kıztamam’ın başına açtığı oyunları işitince kaç kez gidip onun kemiğini kırayım dedim, öyle geçti içimden. Ama yine de el beni kınar diye çekindim, utandım, vazgeçtim. O zalim oğlunun, o güdül kişinin, çoluk çocuğun sırtında semaver kaynattığını da biliyorum. Böyle bir adamın evine ben nasıl kız vereyim? Göz göre göre kızımı ateşin içine mi atayım? Kıztamam el çekmiyor diyorsunuz. Biliyorum, anadır, onu kınamıyorum,” dedi, sonra kapı ağzında Kıztamamla birlikte oturan karısı Zümrüt’ü göstererek:“Bizim avrat uşağa da kırılmayın Allah aşkına. Kıztamam da yapıştım, bırakmam diyor, bizi zora koşuyor. Cihangir dayının yanına da gitmiş. O kişi de beni çağırıp tavsiyelerde bulundu. Dağ gibi Cihangir kişinin sözünün üstüne de söz söylemek olmaz. Şaşırıp kalmışım vallahi. Rica ediyorum, çaylarınızı için a gardaşlar, soğuttunuz çayları…”
Bağır kişi:
“Biz çaylarımızı, gelin kızımızın getirdiği şirinlik ile içeceğiz. Öyle, boş boşuna sofraya el uzatan değiliz. Bunu sen de bilirsin,” diye hafiften sitem etti, gülümseyerek Almurat’a, odada oturanlara göz gezdirip: “Diyorsun ki, Cihangir kişi de gelip yüz suyu döktü, bundan öteye yol var mı? Biz de Cihangir kişi seninle konuştuktan sonra bu kapıya söz kesmeye gelmişiz. “He” de! İnşallah her şey güzel olur, tereddüt etme,” diyerek ısrarla bastırıyordu.
Otağın baş tarafında sessizce deminden beri konuşulanları dikkatle dinleyen Almurat’ın büyük gardaşı Tağı, ceketinin yan cebinden tabakasını çıkarıp bir sigara alarak yaktı. Bir nefes çekip sigarasının külünü önündeki kültablasına çırptı. Başını kaldırıp oturanlara göz gezdirdikten sonra temkinle, hem de kararlı bir şekilde gardaşına dönerek:
“Almurat, adamları kırma, kızı ver gitsin” deyip sigarasını çekmeye devam etti.
Almurat:
“Sen ver diyorsan, ben ne diyeyim ay gardaş! Tevekkül Allah’a, kısmet ilahidendir, verdim, gitti! Allah sonunu hayır etsin!” dedi.
Bağır kişi:
“Allah mübarek eylesin. Hoşbaht olsunlar. Sağ ol, ay Almurat, bizi kırmadın, hürmet ettin, eskik olma,” dedi.
Almurat:
“Şimdi çayınızı içersiniz herhalde, ay çocuklar şirinlik getirin,” diye açık kapıdan dışardakilere seslendi.
Kıztamam yerinden kalkarak:
“Almurat gardaş, Allah senden razı olsun. Kadir mevlam bütün dileklerini versin. Benim Nilüfer’im de içinde, Allah evlatlarını hoşbaht eylesin,” diye yaklaşıp eğilerek Almurat’ın elini öpmek istedi.
Almurat buna imkan vermeden:
“Ne yapıyorsun Kıztamam bacı, Allah senin de, çoluk çocuğuna yardımcı olsun,” dedi.
Kıztamam dönerek gelininin anası Zümrüt ile, odadaki diğer kadınlarla da sarılıp mutluluğunu paylaştı. Sevine sevine odadan çıkıp bahçeye indi. Bu evin gençleri ile bahçenin bir köşesinde oturmuş anasını bekleyen Arzuman’a:
“Arzuman, oğlum, Allah’a çok şükür, isteğimiz oldu. Kızı Balahan’a verdiler. Sen Bağır kişi ile köye dön. Balahan’a haber ver, sevindir onu, deyip Arzuman’ın yakına çektiği atın üstüne binerken: “Ben yaylaya çıkıyorum. Kurbanlık bir hayvan alıp sabah erkenden köye ineceğim. Hazırlıkları yaparsınız…” Atın üstünden oğluna bir daha bakıp gülerek: Babandan da müjdeni alırsın,” dedi, sonra da atını sürüp şaka ile: “Eh, baban da müjde verir ha!” diyerek yıllardan beri onların tutar eli, koşar ayağı olan yağız atı dağlara doğru çevirip, Cam Bulağı’na doğru sürdü…
Balahan’ın dün öğle vakti başlayan düğünü çok neşeli geçiyordu. Kendi köyleri olan Tahtalardan ve komşu köylerden hayli misafir gelmişti. Kıztamam’ın uzak şehirdeki hısım akrabaları da onun hatırını sayıp onun ilk hayır işine gelerek bu meclise yürekten iştirak ediyorlardı. Bahçenin bir tarafında ağaçtan yapılmış ve üstü sık yapraklı meşe dallarıyla örtülmüş, yanlarına kilim, keçe çekilmiş, yukarısına da, bir kilime, pamukla dokunarak yazılmış “Balahan, toyun mübarek” sözleri asılmış düğün çadırı, gün boyunca gelen misafirlerle dolup taşmıştı. Kıztamam’ın akrabaları, Memiş’in hısım akrabası, onları sevenler, köyün kızları, gelinleri ve delikanlıları gece yarısına kadar söyleşip gülmüşler, kol kaldırıp doyuncaya kadar oynamışlardı. Bu ellerin sazendeleri çalıp söyleyip damada övgü yağdırmışlar; hısımları, akrabaları ve sevenleri Balahan’a ve geline hayli altın, akça takmışlardı. Gülgez, kardeşinin omuzlarına ipek şal atmış, sarılıp yanaklarından öpmüş, Balahan’ın solducu olan nişanlısı СКАЧАТЬ