Çaresiz Yolcu. Novruz Necefoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çaresiz Yolcu - Novruz Necefoğlu страница 8

Название: Çaresiz Yolcu

Автор: Novruz Necefoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-27-3

isbn:

СКАЧАТЬ göstermek istedi. Kalkıp kendisine de çay doldurdu, küçük masanın üstüne koyup tekrar yerine oturdu. Oğlunun bu telaşlı, tedirgin hareketleri, Kıztamam’ın gözünden kaçmadı…

      …Yaratılmışların içinde analardan daha hassas bir mahluk var mı? Olabilir mi? Kıztamam’ın içine bir ışık doğdu. Balahan’ın kendisine hele daha çok soru soracağını, çok şeyi öğrenip bilmek isteyeceğini hissetti, içinden güldü, dudaklarına zarif bir tebessüm kondu, çehresi nurlandı. Anasının yüzünden, Balahan’ın demin sezdiği o gölge yok olmuş, çekilip gitmişti…

      Kıztamam’ın yüreği atlanmıştı. O, oğlunun yeni doldurup önüne koyduğu çayı keyifle içip, oğlunun soracaklarını beklemeden konuşmasına kaldığı yerden devam etti:

      “Oğlum, Balahan, Yakuplularla bizi birbirimize bağlayan şey, onların bizimle olan iyi münasebetlerinin sebebi, sadece dedelerimiz arasındaki kan ve akrabalık bağları değil ha…”

      “Yani, akrabalıktan daha önemli bir mesele var, öyle mi?” diye Balahan sordu.

      “Var, oğlum, var, şimdi sana bir olay anlatacağım, sen bunu ilk defa duyuyorsun, iyi dinle…”

      “…Anamın, yani ninen Balanaz’ın elinden her iş gelirdi. Hamile kadınlar, onun yardımıyla kurtulurlardı, anam, bu işte çok tecrübeliydi, işini çok iyi bilirdi. Şimdi o işi okumuş ebeler yapıyor. Köylerde, çocuk doğururken ölen kadınlar pek çoktu o yıllarda. Anam ise maharetliydi. Bizim ellerde böyle bir kural da vardı ki, bu köyde elinden iş gelen, işi bilen biri varsa, onun üstüne başka köylerden kimseyi davet etmezlerdi. Çünki o zamanlar her köyün kendi hekimi, dülgeri, çömlekçisi, daha ne bileyim neyi vardı. O köyün tabibi kendisi beceremeyeceği bir iş olursa, bunu filan köyden filankes yapar, onu çağırın derdi. Ya da hasta sahibi, sözü geçen bir adam ise, kendisi karar verir, başka köyden adam çağırırdı…”

      Balahan da anasına koşulup:

      “Eh, bizim köylerin de yazılı olmayan böyle “özel kanunları” o kadar çok ki…” dedi. “Üstelik bu kanunlar çok yerinde, çok güzel,” diye ilave etti.

      O olay, şöyle olmuş…

      … Abosat iki gündür başını eve sokamıyordu. Bahçede geziyor, çevreyi dört dolanıyor, gezdiği yerleri bir daha gezip arada kendini mahalleye, köyün içine vuruyor, tekrar dönüp eve geliyor, deli gibi fırlanıyordu. İçeriden: “Öldüm, ay ana!” diye feryat figan koparan karısının çığlıklarından, karısına yardım etmek isteyen kadınların meşveret kurup birbirlerinin sözünü kese kese konuşmalarından korkuyor, adeta ödü patlıyordu. Karısı ikinci çocuğunu dünyaya getirecekti. Gevher ise inliyor, bir türlü doğurup kurtulamıyordu. Köydeki kadınlara doğum yaptıran ebe, Çolak Balahanım’ın verdiği talimatlarla, akrabaların, konu komşu kadınların yerine getirmediği bir şey kalmamıştı. Gevher ise kavrulup yanıyor, elekten saca geçiyor, yükünü yere koyamıyordu.

      Balahanım, geçen akşam hamile kadının sancıları şiddetlenince, bacısı Sekine’yi Abosat’ın yanına, bahçeye gönderip: “Tüfek atsın, kurşun sesinin faydası olur,” demişti. Abosat da on altılık av çiftesini çekip, namluyu havaya doğrultarak üç kez ateş etmiş ama hiçbir faydası olmamıştı.

      Akşam oluyor, gökyüzü kararıyordu. Gevher ise sancılandıkça bağırıyor, ancak çocuğunu dünyaya getiremiyordu. Yardım için toplanıp gelen kadınların sayısı da artmıştı. Bu kez de Balahanım’ın maslahatı ile Gevher’i palazın arasına koyan dört kadın, yarım saattir hamile kadını palaz ile yerden kaldırmış yayık gibi sallıyorlardı. Çolak Balahanım’ın sürekli: “Zorla Gevher, zorla!” demesinden, Abosat’ın etleri didikleniyor, vücudunu soğuk terler basıyordu. Nereye gidecekti, kime başvuracaktı? Bilmiyordu. Oradan uzaklaşmaya da içi elvermiyordu. Sevimli oğlu Yakup’un anasından, hayat yoldaşı olan ve ona ikinci evladını bahşetmek isteyen karısından uzaklaşamıyordu. Arada bir, birileri ile yüksek sesle konuşuyor, öksürüyor, bir şekilde, yakınlarda olduğunu karısına bildirmek istiyordu. Yardıma gelen bu kadar “ak pürçekli”nin içinde, edebsizlik edip de ne Gevher onu çağırarak: “Abosat yardım et, ölüyorum,” diyebiliyordu, ne de Abosat sevgili karısına: “Karıcığım, buradayım, yanındayım, dayan, her şey daha güzel olacak,” deyip teselli, verebiliyordu. Gevher’in durumu, zaman geçtikçe daha kötüye gidiyordu.

      Gelininin çektiği azaplardan dolayı evin içinde kendisine yer bulamayan Abosat’ın anası Gülzar, birdenbire Çolak Balahanım’a patladı:

      “Ay avrat! İki gündür bizi güvendirip bu evin damına kadar asıp salladın, dolandırdın bizi. Bize yaptırmadığın kalmadı, ne dediysen yaptık! Çocuk debeleniyor, hiç korkmayın, bir şey olmaz, diye diye, bizi iki gündür beklettin. Gelinim elden gidiyor ama sen başka birinin gelip bu işe el atmasının da istemiyorsun. Artık çocuktan geçtim, gelinime bir iş olursa, seni bu köyden göçüreceğim!” diyerek Balahanım’ı tehdit etti, sonra da: “Abosat, nerdesin, gelinim, torunum elden gidiyor oğlum, sür atını Gökbulak’a, yerde mi, gökte mi, neredeyse bul! Balanaz’ı al getir, yetiştir buraya, durma oğlum, haydi, davran,” diye oğluna seslendi.

      Anasının bu ani kükreyişinden, Abosat’ın dizleri titremişti. Ağzında dili kurumuştu. Bir kelime dahi etmeden tavlanın önünde duran, direğe bağlı olan ata doğru koştu. Nerdeyse, atı yedeğinde çekerken eğerini vurup aceleyle sıçrayıp ata binerek Gökbulak’a doğru dörtnala sürdü.

      …Balanaz çocuklara akşam yemeğini verip sofrayı topladı. Küçük kızı Kifayet tarakla yün elçimliyor, diğer kızlar da ona yardım ediyorlardı. Damın altındaki küçük odanın açık penceresinden, yaklaşmakta olan sonbaharın serin rüzgarı içeri vuruyor, odaya hoş bir koku getiriyordu. Bahçeden gelen telaşlı ve gür ses, birbirleri ile fısıldaşarak konuşan, gülüşen kızların sesini böldü:

      “Balanaz hala! Evde misiniz?”

      Balanaz, hemen kapıya yönelip dışarı çıktı. Kızlar da pencerenin önüne dizilmiş, sesin geldiği karanlık bahçeye bakıyor, gelenin kim olduğunu öğrenmek için birbirlerini iteliyorlardı. Balanaz attan inip gölge gibi görünen adamı, o karanlıkta tanıdı. Gelen atlı daha ağzını açıp bir kelime dahi etmeden:

      “Abosat, sen misin? Hayrola, ne oldu, gecenin bu vaktinde seni hangi rüzgar attı buraya?” diye heyecanla sorup haber aldı. Abosat titrek, heyecanlı aceleci bir sesle:

      “Hayırlı akşamlar Balanaz hala,” dedi, “Gevher hastalandı, İki gün, iki geceden beri…” Abosat utandı, sözünü tamamlayamadı, sonra devam etti: “Anam, beni buraya yolladı, Balanaz halan tez yetişsin, dedi…”

      Balanaz:

      “He, demek vaziyet çetin, olsun… İçeri geçseydin…” Balanaz bunu dedikten sonra Abosat’ın cevabını beklemeden ekledi: “Bekle, torbamı alayım, şimdi geliyorum. Sen de atı döndür,” diyerek, eve geçti. Böyle durumlarda gerekli olan eşyalarını hazır durumda sakladığı pamuktan dokunmuş büyükçe torbasını yokladı. Raftan aldığı bir iki şeyi daha torbaya attı. Kızı Kifayet’e: “Ben gelinceye kadar korkmazsınız değil mi?” dedi, “Uzak bir köye gidiyorum, kardeşiniz de nerdeyse gelir. Siz korkmayın,” diye kızların korkup korkmayacağından emin olmak istedi.

      Kızlar СКАЧАТЬ