Çaresiz Yolcu. Novruz Necefoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çaresiz Yolcu - Novruz Necefoğlu страница 10

Название: Çaresiz Yolcu

Автор: Novruz Necefoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-27-3

isbn:

СКАЧАТЬ onun getirdiği peynir ekmeği lezzetle yiyen, çeşmenin gözünü güvercin gibi, kanadı ile okşaya okşaya, gagası ile öpüp damla damla içen kızların yanına getirdi, sonra da onlarla konuşması için:

      “Oğlum, gelsene, misafirlerimize bir hoş geldin desene,” diye çıkıştı.

      Semengül:

      “Ey, Balahan, yoksa tarladan patates çıkarıp bize soğutma mı pişireceksin? Gel, görelim, ova seni iyice tuzlayıp kavurmuş mu? Korkma, yemeyiz seni ay oğlan, gel sen de peynir ekmek ye,” diyerek gülüp şaka yapıyor, kızlar da onun kahkahasına koşuluyordu.

      Balahan da bulağa yaklaşıp:

      “Hoş geldin, nasılsın Semengül bacı?” dedi, sonra da şaka ile: “Bu dağlar ancak sana yeter, beni ne yapacaksın ki, bırak ben kendi derdime yanayım,” diyerek, tutuşup yanan bakışlarını, elindeki ekmek parçasını iki parmağının ucunda tutan ve anasına yakın duran, ürkek ürkek bakan Nilüfer’e dikti.

      Kıztamam halanın getirdiği peyniri sıcak ekmeğe dürüp lezzetle tadan kızlar, Cam Bulağı’nın diş sızlatan suyundan kuşun gagasıyla içtiği gibi su içip güle güle vedalaşarak karşıdaki tepeye doğru uzayan yoldan obalarına doğru yola düştüler.

      Kıztamam’ın niyetini anlayan kızlar, Nilüfer’i ortaya attılar, kızlardan biri: “Kıztamam hala, seni nasıl da yanına çekmişti,” dedi, bir diğeri: “Balahan’ı gördünüz mü? Anası Nilüfer ile konuşurken, oğlan nasıl da nefes dahi almadan bakıyordu. Ama gözleri konuşuyordu, gözleri.”

      Nilüfer ise, bir türlü susmayan, ona söz atıp sataşan kızlara cevap vermiyor, daha doğrusu söz bulup diyemiyor, lale yanakları tutuşup yanıyor, yüreği güp güp atıyor adeta yerinden koparcasına çarpıyordu. Öne doğru koşmaya çalışıyor, sanki içine dolan, henüz adını dahi bilmediği bir ışığın, hararetin birileri tarafından görülüp elinden alınacağını sanarak korkuyor, ileri doğru kaçıyordu.

      Kızlar: “Kıztamam halanın oğlu, Allah bilir, göğün kaçıncı katındaydı,” diyerek gülüşüyorlar, Semengül ise: Bak, göreceksiniz, bir gün o ova rayonunda çalışan oğlan, tor atıp önümüzde koşan kızı, o dağ ceylanını, eninde sonunda avlayacak. Vallahi avlayacak, billahi avlayacak,” diye sesini yükseltiyordu. “Ne mutlu böyle kaynanası olana,” diyen kızlar, bu yaylaların nazlı güzelleri, kınalı keklik gibi seke seke, gaggıldaya gaggıldaya uzaklaştılar.

      Kıztamam karşıdaki tepeyi aşmakta olan kızların arkasından bir daha seslendi:

      “Ay kızlar! Yaz sonunda da gelin ha, zirinc10 toplamaya da gelin, o zaman size kavurma pişireceğim, yolunuzu bekleyeceğim ha…” deyip deminden beri dikildiği yerde öylece kızların ardından bakan oğluna doğru döndü…

***

      ....Anası, Balahan’ı daha fazla bekletip merakta bırakmadı: “Balahan, şimdi anladın mı, sana kimi almak istiyorum?”

      “Yok, anlamadım vallahi, kimi almak istediğini demedin ki…”

      “Bak, geçen yıl yaylada çadırımızın önüne gelen kızların içinde biri vardı, sana da ürkek ürkek bakıyordu…” dedi, Kıztamam, sözüne biraz ara verdi: “Senin de ona uğrun uğrun baktığını hissetmiştim,” diye takıldı. “Hani, kızlar yola düşünce ben arkalarından onu çağırmıştım, durup, beklemişti… Sana Çeşmeli’den Zümrüt ile Almurat’ın kızı Nilüfer’i almak istiyorum oğlum. Oğluna dikkatle bakıp: “O zaman ben fırsat bulup onun kulağına: “Kızım, gelinim olacaksın inşallah, seni oğlum Balahan’a almak istiyorum diye fısıldadım. Kız, hiçbir şey demeden kaçmıştı. Şimdi hatırladın mı? İşte o kızı, Nilüfer’i diyorum, a oğlum…”

      Balahan’ın yüzü alev almış yanıyordu. Anası, onun gönlünde yatanı ne zaman, nereden öğrenmiş, içindekileri nasıl da okumuştu?

      “Evet ana, o kız hoşuma gitmişti,” diyen Balahan başını kaldırıp anasının yüzüne bakmadan, oturduğu yerden kalkıp bahçeye çıktı ve yeni diktiği meyve fidanlarını kova ile sulamaya başladı.

***

      Kıztamam Almuratgile çoktandır gidip geliyordu. Kızın anası Zümrüt ile de konuştu bu meseleyi. Kızının da Balahan’a meyilli olduğunu bilen Zümrüt, bu işe canı gönülden onay verdi. Ama kızın babası Almurat’ı bu işe razı edemiyordu. Kıztamam’ın, Almurat’ın üstüne göndermediği adam kalmamıştı. Almurat ise göğe taş atıp başını altına tutuyor: “Benim Memiş’e verilecek kızım yok! Kıztamam’a da deyin, artık gelip gidip bizi incitmesin, dile düşürmesin,” diye bu işin olmayacağını bildiriyordu.

      Kıztamam’ın son ümidi Cihangir kişi idi. Bu gün de son ümit yeri olan bu kapıya gelmiş, halini arz etmiş, kaygı ile Cihangir kişinin ne diyeceğini bekliyordu.

      Cihangir kişi Kıztamam’ın söylediklerini sabırla dinledi ve derinden düşündü. Oturduğu yerden kalkıp güneye açılan pencerenin önüne geldi. Bir ucu sarp, yalçın kayalara kadar uzayan geniş düzlük, güneş ışıklarıyla kızıla boyanmıştı. Yaylanın koynunda, iri görkemleri ile etrafa meydan okuyan armut ağaçları meyveye durmuştu. Akşama doğru zirveleri kızarmakta, ufukla kucaklaşmakta olan dağları, hayli seyretti. Esrarengiz bir manzaraydı.

      Bakışları, bir ucu yol ayrımında biten sık ağaçlarla örtülmüş bölgeye ilişip kaldı. Kıztamam’ın söyledikleri onu da uzaklara; hatıralarla dolu gençlik yıllarına götürdü.

      “Delinin biridir, yere, göğe sığmıyor. Yaz gelince bu dağdan o dağa at koşturmakta; kış gelince de diz boyu karda, ayı ile pençeleşmekte, domuz avlamakta… Bir gün ya ayı parçalayacak, ya da domuz… Böylesine kız verilir mi?” diye, bir zamanlar, sevdiği kızı ona da vermek istememişlerdi. Değişik bahanelerle, gönderdikleri eçlileri kaç kez geriye, eli boş döndürmüşlerdi. Sarp dağları, düz ovaya çevirip korkusuzca at koşturan Cihangir de, sevdiği Şahsenem’i, karşıda görünen bu dağlardan daha ilerideki güneyden kuzeye doğru büyük bir araziyi tutan, yiğitleri, cavanları ile övünen Ordugah köyünden kaçırmıştı. Şahsenem terkisinde, iki köy arasında sınır olan, işte o Haça Kaya’daki yol ayrımından, yağız atını uçurumun dibinden sürmüş, yokuş aşağı seyirtip inmiş ve gelip kendi köyüne ulaşmıştı. Sonraları, Şahsenem’in anası ve babası ve diğer Ordugahlılar onu çok sevmişlerdi. Onun adını her yerde iftiharla, gururla anmaktan şeref duyuyorlardı.

      Bu geniş, misafiri hiç eksik olmayan, bağlı bahçeli evde çok mutlu günler geçirmişlerdi. Seve seve büyütüp yetiştirdikleri oğulları, kızları, hepsi bu bahçeden pervazlanıp uçmuşlardı. Önceleri sık sık gelen, bütün yazı onlarla birlikte geçiren torunlarının geliş gidişleri de eskisi gibi değildi artık. Cihangir kişi, karşıdaki heybetli dağlara bir daha baktı. Sadece bu koca dağlar önceki heybeti ile duruyordu; bir de sevgili karısı Şahsenem, şimdilik onunla birlikteydi.

      Galiba pencerenin önünde çok beklemişti. Geriye dönüp divana, önceki yerine oturdu. Odayı bir uçtan bir uca kaplayan halının üstünde, karısı Şahsenem ile birlikte, dizleri üstüne oturup kıpırdamadan bekleyen Kıztamam’a doğru dönerek, yavaş yavaş:

      “Kıztamam, СКАЧАТЬ



<p>10</p>

Zirinc: Kuşburnuna benzer ağacı olan, ekşi bir yabani meyve.