– Evet.
– Öyleyse bugün bir kişi ver!
– Niye?
– Çonkol gelecekmiş. Yolu yaptıracakmış. Aşağıdan geliyormuş. Sanki kırıp dökecek gibi geliyor.
– Neden?
– Karakol’dan efendiler gelecekmiş. Çabuk ol! diye devamını söylemeden atını kamçıladı.
– Çonkol’un adını duyan Elebes amcamın kanı beynine sıçramış gibi oldu. Belli etmemeye çalışsa da, rengi bembeyaz olmuştu.
– Çonkol, o adama Kırgızların verdiği isimdi. Amir unvanı unutulmuş, sonradan hep Çonkol olmuştu. Günümüzde Çonkol deyince Karakol Yöresinin küçük çocukları bile tanırlar. Ona Çonkol denilmesinin de kendince sebebi vardı. İki kolu sırık gibi uzun, yanakları şiş, bıyıkları kısa, gözleri kudurmuş itin gözleri gibi kıpkırmızı, sert yüzlü bir Rus idi. Ama bu lakap ona elinin büyük olmasından değil de, halkı en ufak bir bahane bulunca dövmesinden dolayı verilmişti.
Öğlen vaktiydi. Burmake ana bir ara, “Elebes, Çonkol gelmiş!” diyerek, deri tuluma ayran doldurduğu kâseyi eline alarak aceleyle içeri girdi. Evden görebiliyorduk. Halk Karpık’ın evinin önünde toplanmaya başlamıştı. Ortada Çonkol’un başını çektiği bir sürü casool8 ve çeşitli amirler vardı. Çonkol’un öfkesi yüzüne vurmuş, gazaplı bir şekilde halka küfrediyordu. Bir ara, “Senin adamların nerde?” diyerek birine saldırmaya başladı. Adam Toguzbay köyünün yöneticisiydi. O, el kol hareketiyle bir şeyler demeye çalışsa da çabası boşunaydı. Çonkol atının üzerinde gerilerek yumruğu savurdu. Sonra onu bıraktı, ikincisine yaklaştı. Ayıran, dur diyen kimse yoktu. Dayak yeme sırası gelenler, kocasının dövdüğü kadınlar gibi başlarını kolları arasında alarak korunmaya çalışıyorlardı.
Elebes amcam çadırın içerisinden bir delikten bakıyordu. Bir anda geri çekilerek, bana bakıp, “Sen varsana.” dedi.
Ben vardığımda, Çonkol toplanan halkı koyun gibi sürmeye başlamıştı. İnsanlar yoldaki irili ufaklı taşları kenara atarak temizlemeye ve ellerindeki kazma küreklerle onarmaya başladılar. Yolu onara onara Kızıl Kıya’ya kadar geldik. Buraya geldiğimizde öyle kalabalık oldu ki, sanki evlerde insan kalmamış gibiydi. İşte buraya geldiğimizde işimiz uzun sürdü, selin bozduğu yolları onarmak kolay olmadı. Öğlene kadar uğraştık.
Dinlenmek nerde? Çonkol çalışan kalabalığın etrafında dolaşarak gözcülük yapıyordu. Birinin başını kaldırdığını görürse kudurmuş köpek gibi hemen ona saldırıyordu. Torgoyakun ile ben gömleğimizin eteğine toprak dolduruyor, koşar adımlarla taşıyorduk. Çalışanlar birbirine yavaşça, “Başını kaldırma Çonkol bakıyor.” diyorlardı. Biri sertleşmiş çimleri çıkarırken, biri deve kadar kocaman taşları aşağıya doğru indiriyor, birileri de demirleri döşüyordu. Tam bu sırada Çonkol atına sert bir şekilde kamçı vurarak çalışanların arasından birinin üzerine yürüdü. Çalışmakta olan kalabalık etrafa kaçıştı. Kalabalığın ortasında duran bir gence yaklaşarak kocaman soğuk kamçısıyla birkaç kere vurdu. Genç sanki kırılmakta olan dal gibi eğilerek kenara kaçtı. Kalabalık olanları görünce, ellerindeki aletlerine sıkı sıkı sarılarak, canlanıverdi. Ortalık biraz yatışınca yanımdaki genç küreğinin üzerine sıkı sıkı basarken bana yandan bakarak, “Susadım, carma9 içsek nasıl olur?” dedi yavaşça.
– Saçmalama. Bir kâse carma içeceğim diye Çonkol’dan dayak yiyecek değilim, dedim.
Çonkol tehditleriyle kalabalığın hızlı çalışmasını sağladıktan sonra, yemek yemek için kenara çekildi. Çalışanları rahat gözleyebilmek için yol kenarındaki tepeye çıktı, atının yularını birine tutturdu, kendisi de yemek için oturdu. Ona kendilerini beğendirmek isteyen bir iki kişi, ayakları yerden kesilircesine koşarak hizmet ediyorlardı. Çonkol, Kırgızların yemeklerine alışmıştı. Önüne semiz bir kuzu eti geldi. Etin yanında yağda pişirilmiş ekmek ve kımız da vardı. Leşe çöken akbabalar gibi tüm o yemekleri tek başına yemeye başladı. Aynı zamanda çalışmakta olan kalabalığa bakıyor, bıyıklarını siliyor, ağzından yağ akıta akıta yemeye devam ediyordu. Ben toprak taşırken belli etmeden göz ucuyla ona bakıyor, önündeki yemekleri gördükçe, ağzımın suyu akıyordu. Akşama doğru Kızıl Kıya’nın öbür tarafına geçtik. Bu tarafın yolu biraz düzgünmüş. Suyun bozduğu yerler fazla değildi. Bundan dolayı sadece çakıl taşlarını topluyorduk. Torgoyakun ve ben yalın ayak olduğumuz için bir süre sonra yürüyecek halimiz kalmadı. Ayaklarımızın altı ısınmış, kabarmıştı. Yolun bundan sonraki kısmını ancak sürünerek gidebilirdik. “Kaçalım.” dedim. “Tamam.” dedi, bana destek vererek. Belirlediğimiz yere gelince kalabalıktan geri kalmaya başladık. Kalabalık tepeye çıktı. Biz ise eğilip taş alıyor gibi yapıyor, geride kalıyorduk. Kalabalık tepenin öbür tarafına geçince, biz tersine aşağıya doğru yola koyulduk. Kalabalık artık gözükmüyordu. Bir süre yürüdükten sonra evimizin yoluna ulaştık ve devam ettik.
Güneş batmak üzereyken Kızıl Kıya’ya ulaştık. Yol boyunca “deh, deh” diye bağırarak, at arabalarıyla ücret karşılığı yük taşıyan adamlar, tepeye tırmanmakta zorlanan öküzler vardı.
O gün eve ulaşamadık. Kızıl Kıya’da tanıdık bir evde gecelemek zorunda kaldık. Ertesi sabah eve giderken yolda Babay’ın (Rus adam) evine uğradım. Tam iş üstünden çıktım. Babay’ın hanımı avludaki tezekleri küremekteydi. Bu fırsat kaçmazdı. Sevindim. İşi görünce kahraman oluverdim, doğrudan koca karının yanına geldim, halsiz düşmüş hanım, benim ne istediğimi anlamış gibi elindeki küreği uzattı. O Kırgızca, ben Rusça bilmezsek de, ne düşündüğümüzü hemen gözlerimizden anladık. En az bir haftadır birikmiş olan tezekleri küreyip avluyu temizledikten sonra Babay’ın hanımı karnımı doyurdu. Öğlene doğru evin yolunu tuttum.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Çiy: Uzun boylu, sert gövdeli bir ottur. Saplarından hasır yapılır. СКАЧАТЬ
8
Bir hükümet memurunun yanında bazı hizmetleri yerine getiren insan.
9
Öğütülmüş buğday ya da arpadan yapılmış içecek.