Bir akşam Canımcan dışarıda odun keserken:
– Annee! Urmambet geliyor, diye bağırdı.
– Ne diyorsun, diye, evden Burmake ana seslendi.
– İşte geldi bile, dedi, Canımcan. Artık Urmambet’in kim olduğunu öğreneceksiniz.
Benim dedem Alımbek’in beş oğlu vardı. Onları yaşına göre sayacak olursak şu şekildedir: Barktabas, Baalabas, Elebes, Estebes, Elebay. Barktabas ile Estebes henüz ben doğmadan ölmüşlerdi. Barktabas’tan çocuk yoktu. Estebes’ten ise Urmanbet ve Turdumambet isimli iki çocuk kalır geride. Babaları öldükten sonra Urmambet’i benim babam Elebay, Turdumambet’i ise Elebes amcam evlatlık almışlar. Turdumambet’e bu isim yeni doğduğunda verilmiş, ancak yürüme zamanı geldiği halde yürüyemeyip iki yıl geç yürüdüğü için ona herkes “Beçel” (Hasta) derdi. Zamanla onun asıl ismi unutulmuş, Beçel adı kalmıştı.
Urmambet, buralardan gideli, bu sene tam üç yıl olmuştu. Annem ile babamın öldüğünden haberi bile olmamıştı. Onun uzun zamandan beri nerede olduğundan haberimiz yoktu. Bazen Karakol’daymış, bazen de tüccarların hayvanlarını sürmesine yardım etmek için Andijan’a gitmiş, diye çeşitli söylentiler duyardık. Bir ara bir süre Karkıra’da bir Sart’ın5 ayak işlerini yapmış, Sart hakkını vermeyince, onun bir atını alıp kaçmış, ancak çok uzaklaşamadan yakalanmış, diye duymuştuk. Fakat bunların doğru olup olmadığını bilmiyorduk.
Onun yetimliğinden dolayı çekmediği eziyet, gitmediği yer, geçmediği geçit kalmamıştı. Önceden bir komşunun evinde et pişirmeye yardım ederken, yanındaki birine “Yetimliğin acısını benim kadar çekmemişindir.” dediğini de duymuştum. Ama bir o kadar da uyanık ve hareketli biriydi. Yerinde duramazdı. Biraz sakin durursa hemen canı sıkılırdı. Komşu köyleri baştan sona kadar dolaşmadan da rahat etmezdi. Bir keresinde yaptığını unutmuyorum. Bahardı. Oyunları biten çocuklar evlerine dağılıyordu. O sırada Urmambet otlamakta olan ineğe ziplayarak biniverdi. Neye uğradığına şaşıran inek, oraya buraya koşturup zıplıyordu. Sonunda Urmambet yüzüstü düşmüştü. Herkes gülüyordu. Evet, sonradan biraz büyüyünce kimseye haber vermeden köyünden çekip gitmişti. Onu arar, kaldığı yeri bulur, getirirlerdi. Ancak fazla kalmaz, tekrar kaybolurdu. Köylüler, bizimkilere “Memleketinden, halkından kaçmak iyiye işaret değildir, bunu ona anlatsanıza.” derlerdi. Fakat Urmambet, “Dediğim dedik, çaldığım düdük.” diyenlerdendi. Çok inatçıydı. Akrabaların toplanıp defalarca ona nasihat ettiklerini, akıl verdiklerini biliyorum. Böyle durumlarda “evet, dediğiniz doğrudur,” der gibi sessiz oturur, ancak yine bildiklerini okurdu. Omuzu geniş, yuvarlak yüzlü, kalın dudaklıydı, kıpkırmızı gözlerinin derinliklerinde cesaret gözükürdü.
O geldiğinde vakit epey ilerlemişti. Başında yırtılmış boz kalpak, üzerinde uzun siyah kaftan, ayağında ise alçak tabanlı Kaşgarlılara özgü çizmesi vardı. Bu ayakkabı onun Kaşgar’da kaldığının kanıtıydı.
Sanki kapı ağzı onun için ayrılmış gibi ezelden beri eve girer girmez hemen kapı ağzına otururdu. Şimdi de öyle yaptı. Kapı ağzında eyere yaslanmış, bir ayağını uzatmış, ellerini göğsünün üzerine almış, kalpağını gözünün üstüne kadar düşürmüş, sanki birinin sırrını öğrenmeye çalışan biri gibi, ses çıkarmadan, etrafına yavaşça göz gezdirmekteydi. Neyi düşünüyordu acaba?
Beyşembi yine ona akıl veriyordu. Bir ara, “Yıllardır gezdin tozdun, ne buldun. Bir daha gitme. Beraber yetimlere bakalım.” dedi.
Burmake ana da bir taraftan Beyşembi’yi onaylayarak “Kurban olayım! Dinle artık. Az çok akıllandın. Beyşembi’nin dediklerini geri çevirme.” dedi.
Urmamabet sanki dinliyor gibi, hiç ağzını açmadan, ocağın yanındaki ibriğin kırık ucuna gözlerini dikmiş, düşünüyordu. Ne tür nasihatler edilmedi, dersiniz. Özellikle Beyşembi çok konuştu. Ben de kendimce artık ikna oldu, gitmeyecek galiba, diye düşünüyordum. O bu şekilde uzun süre oturdu ve aniden “Hayır, gideceğim.” diye kesip attı. Başka da hiçbir şey demedi. Deminden beri söylenen onca söze verdiği cevap buydu. Beyşembi umudunu yitirmedi, hâlâ konuşmasına devam ediyor, onu ikna etmek için çabalıyordu. Biraz önce Urmambet dışarı çıktığında Beyşembi de peşinden çıkmış konuşmuştu.
Bu akşam bizim evimize birkaç yük taşıyıcı Tatar gelmişti. Hepsi aynı yaştaydı. Yemekten sonra sigara içiyor, akordeon eşliğinde şarkı söylüyorlardı. Bizim kötü çadırımızı neşelendirmişlerdi. Urmambet onlarla sohbet ediyordu. Amacı onların yük arabasıyla Karakol’a kadar gitmekti. Başköşede sigarasını tavana doğru üfleyerek içen sarışın, kısa boylu adam, Urmambet’e bir göz gezdirdikten sonra:
– Ne kadar vereceksin, dedi isteksizce.
– Elli kuruş verebilirim, dedi üzgün gözlerle bakarak, Urmambet.
– Hayır, olmaz, dedi. Pazarlık uzun sürdü. Bir ara Urmambet:
– Kurban olayım, topu topu bir som6 kadar param var, dedi. O bunu gerçekten söylüyordu. Hiç olmazsa seksen kuruş vereyim, sonra da bindiğim arabayı Karakol’a kadar süreyim, dedi.
Adam birkaç dakikalığına sessiz kaldı, sonra bir şey hatırlamış gibi “Ver parayı.” dedi.
Urmambet gömleğinin sağ tarafına elini sokarak bir mendil çıkardı, ucundaki düğümü çözerek zayıf elleri titrercesine kuruşları saydı. Onun bu haline ben çok acıdım. “Ah, zalim dünya! Şu zavallıdan para almasa bir şey mi olurdu? Millet, bunun gibi biçarelere neden benim gibi acımıyor?” diye düşündüm. Bu hayatta yoksulluktan başka kötü bir şey olmasa gerek!
Urmambet dışarı çıktıktan sonra bir daha girmedi. Biz yatarken dışarıdan sesler geliyordu. Yük taşıyıcılarla gitmişti. Beş yıldan beri ilk kez gelmesine rağmen, bir gece bile kalmadan geri gitmesine içim cız etti. Urmambet’in hayatını düşünerek saatlerce uyumadan yattım.
Aradan fazla zaman geçmeden bu bahar Urmambet’i yeniden gördük. Bu sefer Karakol’dan Karkıra’ya gidiyormuş. Andican’da bir zenginin işlerini yapıyormuş. Bu sefer önceki gibi değildi, morali iyiydi. Altında atı da vardı. Atını övüyor, neşe içinde Karakol’dan gelirken birkaç kez askerlerden kaçıp kurtulduğundan bahsediyordu.
V
Sonraki yılın yaz mevsiminde Elebes amcam beni Vasiliy isimli bir Rus zenginine köle olarak verdi. Sığırlarına çobanlık yapacaktım. Vasiliy’in evi, Tüp’ün öbür tarafında, Çon Bulak’ın yanındaki yalnız evdi. Bembeyaz badana yapılmış olan ev, ta uzaktan gözükürdü. Biz ata binip yola СКАЧАТЬ
5
Kırgızlar Özbekler için Sart derler. Büyük ihtimalle ticaretle uğraşan anlamında olmalı.
6
Kırgız para birimi.