“İyiler, karşılarındakileri de hep iyi görürler.”
“Şu elması bana yaparsan sana helalinden beş lira veririm. Gayret et kuzum…”
“Beş lira, on lira bir şey değil… Bana hatırın lazım efendi… Gelinlik bir kızı sevindirmesi sevaptır. Benim de öyle bir yavrum var, hâlden bilirim. Fakat bu kadın da elmasa çok iştahlı… Çünkü maldan anlar, bu kelepiri kaçırmak istemez. İnşallah sana kısmet olur. Aklıma bir şey geliyor efendi…”
Paltolu, ufak bir çarpıntıyla: “Nedir?”
“Bu kadına kırk elli lira bir para teklif etsek de çekilse.”
Tacir, pos bıyıklarının uçlarını kıvıra kıvıra kunduralarının burnuna bakarak düşünür.
Patlıcan Ahmet herifin zihnini karıştırıp derin düşünmesine meydan vermemek için:
“Evet… Evet, kırk elli verelim bu hanım çekilsin. Çünkü kocakarının yanında karşı karşıya elması arttırmaya kalkarsanız ikiniz de kızışırsınız. Müzayede altı yüz, belki de yedi yüz liraya kadar fırlar. Buralara hacet kalmadan haydi ver kırk elli lira, iş bitsin.”
Paltolu hâlâ bıyık falında devam eder.
Patlıcan Ahmet uzaktan Safinaz’a küçük bir işaret verdikten sonra:
“Hanımı belki otuz, kırk liraya da razı ederiz. Masum kerimenizin kısmetine çıkan bu kelepiri kaçırmayınız.”
Tacir, derin bir düşünce ve durgunluk içinde hâlâ bıyık kıvırırken birdenbire Hımhım Osman peydah olur. Boğmaklı Reşide’ye yaklaşarak: “Büyük hanım, burada kadının biri broş satıyormuş. ‘Pek temiz mal, olmaz kelepir.’ diyorlar.”
Reşide: “Ben satıyorum.”
Osman: “Hani broş?”
Boğmalı seslenerek: “Hu, Sadık Efendi, bir müşteri daha çıktı. Elması getiriniz, görmek istiyor.”
Patlıcan Ahmet, paltoluya: “İşi uzattık. Şimdiye kadar bu mahfazayı cebinize koyup gitmeliydiniz efendi. Bu çarşının hâli acayiptir. Nereden de haber alırlar? (İleriye doğru söyleyerek) Biz, efendiyle broşu kesiştik, hayırlaştık. İlk pazar, pazardır. Büyük hanım sen cennetlik bir hatuna benziyorsun. Birkaç lira için gelinlik bir kızın kısmetini kesme. Az olsun da hoş olsun. Helal minallah olsun.”
Boğmaklı, paltoluyu göstererek: “Benim de bu adama içim ısındı. Kızcağızı için alacakmış. İnşallah kısmet olur. Lakin benim de çocuklarım evde bekliyorlar. Bakalım, bir de bu yeni gelen müşteriyi dinleyelim. Ne diyor?”
Hımhım Osman mahfazayı alır. Fazla dikkatten ağzını burnunu buruşturan bir adam hâliyle bakar, broşun üzerine nefesiyle birkaç defa hohlar. Biraz bekler. Biraz hohladıktan sonra dikkatle gözlerini dikerek: “Bu mal mezat gördü mü?”
Boğmaklı: “Hayır.”
Osman: “Ne veriyorlar?”
Patlıcan: “Keşfet.”
Osman: “Altı yüz.”
Safinaz: “Amma da yaptın ha!”
Patlıcan, paltoluya, onu kayırmak ister gibi bir söz işareti vererek: “O kadar etmez…”
Osman: “Nene lazım senin… Sahibi razı olsun, parasını şimdi sayacağım.”
Patlıcan: “Keyfin bilir ama kârlı bir iş yapmış olmazsın.”
Osman: “Bu broşu altı yüze veriniz bana, şimdi şurada sokağın içinde gözünüzün önünde yedi yüz liraya satacağım. Çok lakırtı istemem. (Boğmaklı Reşide’ye dönerek) Büyük hanım, helalinden sana altı yüz lira var. Bana malını satıyor musun?”
Reşide, etrafındakilerin yüzlerine bel bel baktıktan sonra: “Ne dersiniz efendiler, vereyim mi? Acaba aldanacak mıyım?”
Hepsi kocakarıdan uzaklaşarak aralarında konuşmaya başlarlar.
Patlıcan Ahmet, öfkeli bir suratla Hımhım Osman’a:
“Canım işimizi bozdun. Ben efendiye dört yüz liraya alıverecektim. Birdenbire çok kabarttın.”
Osman: “Ticarettir bu, gücenmek olmaz. Ben keyfim için kabartmadım. Bedesten’de Hacı Muammer Efendi’de bir broş var, iki yıldır ona bir eş arıyorlar. (İleri doğru bakarak) Lakırtı beynimizde,29 kocakarı duymasın, bu broş onun eşi… Tıpkısı… Farksız… Su içinde yedi yüz lira… Hem de kullanılmamış, temiz para olmak şartıyla. Hacı Muammer de kim bilir ne kazanacak? Benim şurada bir pırlanta küpe işim var, yirmi, yirmi beş dakika kadar kalıp geleceğim. O broş yedi yüz liraya nasıl satılırmış şimdi size gösteririm.”
Hımhım Osman, Örücüler Kapısı’na doğru yürür.
Patlıcan Ahmet mühim bir şey düşündüğünü gösterir tatlı bir sırıtışla paltoluya bakarak: “Efendi, siz ticaretten anlar tecrübeli bir iş adamına benziyorsunuz.”
Bu sözden duygulanarak koltukları kabaran karşısındaki adam:
“Evet, ticaretten anlar bir iş adamıyım.”
“Aynı zamanda talihiniz de çok uygun…”
“Bu sene talihim zararsız gidiyor. Bir odun işinden geçenlerde üç bin lira kazandım.”
“Allah kârınızı ziyade etsin. Şimdi beş on dakika içinde yüz, yüz elli lira kazanmak ister misiniz?”
“Hayhay… Fena ticaret değil…”
“Bu broşu şu kadından altı yüz liraya alınız, çünkü bu fiyatı bir kere kulağına koydular, artık ondan aşağı vermez.”
“Ey sonra?”
“Sizinle Bedestenli Hacı Muammer’in dolabına gidelim. Bu demin gördüğünüz adam tellaldır, ondan daha atik davranırsak yüz lirayı biz kazanırız. Aramızda ellişer lira bölüşürüz. Bu broşa çift düzmek için bu kadar para veriyorlar yoksa hakikatte etmez. Ben size kerimeniz için üç yüz, dört yüz liraya daha bir güzelini düşürürüm.”
“Hacı Muammer Efendi ona verdiği parayı bakalım bize verir mi?”
“Ben ona çok para kazandırdım, Hacı Muammer beni kardeş gibi sever. Hiç ona güvenmesem size böyle bir teklifte bulunabilir miyim? Ben bu işi kendi başıma da görebilirim. Bu broş size tesadüf ettiği için kısmetinizi bozmak istemiyorum. Bizim sanatımız tuhaf şeydir. Hakk’a riayet etmezsek sonra işimiz ters gider. Hacı Muammer’in dolabına gidince onun bana ne kadar itibar ettiğini şimdi gözünüz ile göreceksiniz.”
Son derece saflığı ile СКАЧАТЬ
29
Lakırtı beynimizde: Laf aramızda. (e.n.)