Название: Monte Kristo Kontu
Автор: Александр Дюма
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-54-9
isbn:
Doktor, “Görüyorsunuz ya sahiden ölmüş.” dedi. “Topuktaki bu yanık kesinlikle bunu gösteriyor. Zavallı! Deliliğinden ve mahkûmiyetinden kurtuldu.” dedi.
Dantés kumaş hışırtısı gibi bir ses duydu. Yatak gıcırdadı. Bir adamın sırtında yük varmış gibi ağır ayak sesleri duyuldu. Yatak, üstüne konan bir şeyin ağırlığıyla tekrar gıcırdadı.
Adamlardan bir tanesi “Ayin yapılacak mı acaba?” diye sordu.
Müdür, “Hayır.” dedi. “Hapishane papazı dün benden bir hafta izin istedi ve gitti. Eğer zavallı rahip ölmekte bu kadar acele etmeseydi gerekli dinî tören yapılırdı.”
Doktor, kendi mesleğindekilerin dinsizliği ile “Zararı yok.” dedi. “Tanrı, şeytanı, bir rahibi karşılamak zevkinden mahrum edecek.”
Kahkahalar yükseldi.
Müdür, “Bu gece.” dedi.
Zindancılardan biri “Saat kaçta?” diye sordu.
“Her zamanki gibi saat on on bir civarında.”
“Ölünün yanında biri kalsın mı?”
“Hayır, ne lüzumu var? Sağmış gibi kapıyı kilitleyin yeter.”
Konuşmalar sona erdi ve ayak sesleri kesildi. Yalnızlıktan daha hüzün verici bir sessizlik -ölümün sessizliği- her yeri işgal ederek Dantés’nin kalbinin derinliklerini ürpertti. Dantés, geçidin ağzını örten döşeme taşını başı ile ağır ağır yeriden oynattı. Hücreye bir göz attı. İçerisi tamamıyla boştu. Girdi. Pencereden giren soluk ışığın aydınlığında, içindeki uzun, sert şekli belli eden bir çuval gördü. Bu, Faria’nın, zindancılara göre çok ucuz olan kefeni idi. Dantés dostundan sonsuza kadar ayrılmıştı. İyi bir insan ve iyi bir dost olan Faria artık sadece hafızasında yaşayacaktı. Korkunç yatağın kenarına oturarak acı acı düşünmeye başladı.
Yapayalnızdı… Tekrar yapayalnız kalmıştı… Arkadaşının varlığı ile uzaklaşmış olan kendini öldürme fikri, onun cesedi yanında bir hayalet gibi tekrar görünmüştü. “Ah bir ölebilsem!” diye söylendi. “Ölebilsem ben de onun gittiği yere gider, tekrar onunla beraber olurdum. Kendimi nasıl öldürsem?”Bir an düşündü. Sonra gülümseyerek “Çok kolay.” dedi. “Burada durur ve içeriye ilk girene saldırırım. Onu boğarım. Onlar da benim başımı keserler.”
Sonra böyle çirkin bir ölüm şeklinden kendini sıyırdı. Ümitsizlikten hayat ve hürriyet için susamış bir ruh hâline geçti. “Ölmek mi? Hayır hayır!” diye söylendi. “Eğer kendimi öldüreceksem neden bugüne kadar yaşadım ve bu kadar ızdırap çektim? Hayır, yaşamak, sonuna kadar mücadele etmek istiyorum. Elimden alınan mutluluğu tekrar elde etmek istiyorum. Ölmeden önce düşmanlarımı cezalandırmalı, dostlarımı mükâfatlandırmalıyım… Fakat onlar beni burada unutacaklar ve ben buradan yalnız Faria gibi kurtulabileceğim!”
Bu sözleri mırıldanırken aklına korkunç bir fikir gelmiş insanların hâliyle dimdik dikeldi, boşluğa baktı. Sonra başı dönüyormuş gibi elleriyle kafasını tutarak ayağa kalktı. “Bu fikir nereden aklıma geldi? Sen mi gönderdin Tanrı’m? Buradan yalnız ölüler çıktığına göre, ben de bir cesedin yerini alacağım.” diye mırıldandı.
Bu ümitsiz kararı tekrar düşünmek gereğini hissetmeden çuvala eğildi. Faria’nın yaptığı bıçakla çuvalı açtı. Cesedi çıkarıp kendi hücresine taşıdı, yatağına yatırdı. Başına, her zaman kendi başına sardığı eski bez parçasını sardı. Üstüne battaniyeyi çekti. Faria’nın buz gibi olmuş alnını son defa öptü. Açık kalmakta inat eden göz kapaklarını kapatmak için bir defa daha uğraştı. Cesedin başını o şekilde duvara doğru çevirdi ki böylece zindancı akşam yemeğini getirdiği zaman, onu her zamanki gibi uyumuş zannedecekti. Sonra Faria’nın hücresine döndü. Zindancıların onun giyinik olduğunu hissetmemeleri için elbiselerini çıkardı. Eline iğne ve iplik aldı. Çuvala girdi. Faria’yı yatırmış oldukları şekilde çuvalın içine uzandı, ağzını içeriden dikti. Eğer zindancılar o sırada hücreye girselerdi onun kalp atışlarını muhakkak duyarlardı.
Planını gayet iyi hazırlamıştı. Eğer mezarcılar bir ceset yerine canlı bir insan taşıdıklarını anlarlarsa elindeki bıçakla hemen çuvalı kesecek, bu durumdan dehşete düşecek olan adamların tereddüdünden istifade ederek kaçacaktı. Engel olmaya kalkıştıkları takdirde de bıçağını kullanacaktı. Bir şey fark etmezlerse mezara konmasını ve üstünün örtülmesini bekleyecek, onlar gittikten sonra da etraf karanlık olduğu için, yumuşak toprağı üstünden atarak kurtulmaya çalışacaktı. Üstüne örtülecek toprağın çok sert olmamasını temenni ediyordu. Aksi takdirde havasızlıktan ölürdü. Bu ihtimal bile onu korkutmuyordu.
Akşam saat yediye doğru heyecanı adamakıllı arttı. Bütün uzuvları titriyor, kalbi bir mengene ile sıkıştırılmış gibi oluyordu. Hapishanede hiçbir hareket olmadan saatler geçti. Şu ana kadar hilesi meydana çıkmamıştı. Nihayet merdivende ayak sesleri duyuldu. Vakit gelmişti. Bütün cesaretini topladı, nefesini tuttu, kalp çarpıntısını bastırmaya gayret etti.
Kapı açıldı. Dantés’nin gözlerine hafif bir ışık geldi. Çuval bezinin gözeneklerinden, iki gölgenin yaklaştığını gördü, üçüncüsü kapıda durmuş, ışık tutuyordu. Adamlar çuvalın iki ucundan tuttular. Dantés vücudunu sertleştirdi.
Adamlardan biri, “Amma da ağırmış ihtiyar.” dedi.
“İnsan ölünce ağırlaşır, derler bilmez misin?”
Çuvalı bir sedyeye koydular. Önde lambalı adamın olduğu cenaze alayı merdiveni çıktı. Dantés birdenbire soğuk, taze gece havasını ve denizden esen sert rüzgârı hissetti.
Adamlar onu on metre kadar daha taşıdıktan sonra durdular. Sedyeyi yere bıraktılar. Dantés adamlardan birinin ayrıldığını duydu. Acaba neredeyim?diye düşündü.
Aklına ilk gelen, hemen kaçmak oldu. Fakat bu fikirden çabuk caydı. Birkaç dakika sonra adamlardan birinin kendisine doğru geldiğini ve yere ağır bir şey bıraktığını duydu. Aynı zamanda da ayaklarının, canını acıtacak şekilde bir iple bağlandığını hissetti.
Boşta olan adam “İlmiği iyi attın mı?” diye sordu?
“Hem de nasıl…”
“Haydi öyleyse gidelim!”
Sedye tekrar kaldırıldı, kafile yine yola düştü. Üstünde İf Kalesi’nin bulunduğu kayalara çarpan dalgaların sesi, Dantés’ye her adımda daha da net olarak geliyordu.
Adamlardan biri “Ne berbat hava!” dedi. “Dünyada bu havada suda olmak istemem.”
“Bir de rahibe sormalı!”
Güldüler.
Dantés bu konuşmalardan СКАЧАТЬ