Monte Kristo Kontu. Александр Дюма
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Monte Kristo Kontu - Александр Дюма страница 23

Название: Monte Kristo Kontu

Автор: Александр Дюма

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-54-9

isbn:

СКАЧАТЬ zamandan sonra sular fışkırdı ve Dantés buz gibi denize gömüldü. Bağırmak için açılan ağzına sular doldu. Ayaklarına bağlı top güllesi yüzünden hızla batıyordu.

      İf Kalesi’nin mezarlığı denizdi!

      Dantés şaşırmış ve havasızlıktan bunalmış olmakla beraber sağ elinde tuttuğu bıçak ile hemen çuvalı yırttı. Sonra kıvrılıp ayaklarına bağlı top güllesinin ipini kesti. Ayaklarını birbirine vurdu. Nefessizlikten boğulacak hâle geldiği bir sırada da suyun üstüne çıktı. Derin bir nefes alacak kadar suyun üstünde kaldıktan sonra, görülmekten korkarak tekrar daldı.

      İkinci defa suyun üstüne çıktığı zaman denize düştüğü yerden yirmi beş metre ötede idi. Başının üstünde siyah, fırtınalı bir gök; önünde, yaklaşmakta olan fırtınanın tesiri ile çalkalanan simsiyah bir deniz; arkasında ise gökten de denizden de siyah korkunç bir hayalet gibi yükselen dev kayalık vardı. Dantés, en yakın boş ada olan beş mil ötedeki Tiboulen Adası’na yüzmeyi düşündü fakat etrafını saran koyu karanlık içinde adayı nasıl bulacaktı. Ansızın, bir yıldız gibi ışıldayan Planier deniz fenerini gördü. Eğer fenere doğru yüzerse Tiboulen Adası solunda kalırdı. Fenere değil de biraz sola doğru yüzmesi gerekiyordu. Hapishanede geçen yılların ne kuvvetine ne de enerjisine tesir etmemiş olduğunu sevinçle gördü. İstediği gibi yüzebiliyordu.

      Tasarladığı yöne doğru bir saat kadar devamlı yüzdü. Eğer yanılmamışsam Tiboulen Adası’ndan uzak olmamam lazım, diye düşündü. Fakat ya yanılmışsam? Titredi ve dinlenmek için bir müddet kendini suyun üstüne bıraktı. Fakat hava öyle sertleşmişti ki fazla kalamadı. “Sonuna kadar, kollarımı kaldıramayacak, kımıldayamayacak hâle gelinceye kadar giderim sonra da boğulurum.” dedi. Ümitsizliğin verdiği bir kuvvet ve gayretle tekrar yüzmeye başladı.

      Karanlık gök, birdenbire sanki daha kararmış ve yağmur yüklü ağır bir bulut üstüne çöküyormuş gibi geldi. Aynı zamanda dizinde keskin bir acı duydu. Bir mermi ile yaralandığını sandı ve silah sesini bekledi. Fakat beklediği sesi duymadı. O sırada eline sert bir cisim değdi. Karada idi. O zaman, bulut sandığı şeyin on metre ötesinde sönmüş kömür gibi garip şekilli kayalardan meydana gelmiş Tiboulen Adası olduğunu anladı.

      Dantés doğruldu. Birkaç adım attı. “Tanrı’ya şükürler olsun!” diye mırıldanarak kendisine, o anda, o güne dek yattığı yatakların en yumuşağı gelen sivri uçlu kayalara uzandı. Rüzgâra, fırtınaya ve yağmaya başlayan yağmura rağmen uyudu.

      Bir saat sonra müthiş bir gök gürültüsü ile uyandı. Fırtına bütün şiddeti ile başlamadan önce çıkıntılı bir kayanın altına sığındı. Gökleri aydınlatan bir şimşeğin ışığında, bir bir buçuk mil ötede rüzgâr ve dalgalarla sürüklenen küçük bir balıkçı teknesi fark etti. Tekne iki dalga arasında kayboldu. Bir an sonra başka bir dalganın üstünde göründü. Dantés, korkunç bir hızla adaya doğru sürüklenen teknenin içindeki adamları yaklaşmakta oldukları felaketten haberdar etmek için bağırarak onlara sallamak üzere bir şey arandı. Fakat adamlar muhakkak ki durumun farkında idiler. İkinci bir şimşeğin aydınlığında teknedeki beş kişiden dördünün direklere tırmandığını gördü. Beşincisi de kırık dümen yekesini yakalamıştı. Bir an sonra müthiş bir çatırtı ve bağrışmalar duydu. Üçüncü bir şimşeğin aydınlığında kayalara çarpıp parçalanmış küçük tekneyi ve adamların enkaz arasında ümitsizce çırpındıklarını gördü. Her yer tekrar karanlıklara gömüldü. Dantés denize yuvarlanmak pahasına acele acele kaygan kayalardan indi. Etrafı araştırarak kulak kabarttı. Fakat ne bir şey gördü ne de bir ses duydu. Uğuldayan rüzgârları ve köpüren dalgaları ile ortada fırtınadan başka bir şey yoktu.

      Rüzgâr ağır ağır dindi. Kül rengi büyük bulutlar batıya doğru uzaklaştı. Az sonra doğu ufkunda kırmızıya çalan uzun bir çizgi belirdi. Bu ışık aniden dalgaları ışıtarak onların köpüklü sırtlarını altın sorguçlar hâline soktu. Gün doğmuştu.

      Dantés, İki üç saat sonra zindancı benim hücreme girerek zavallı dostumun cesedini bulacak ve durumu bildirecek,diye düşündü. Beni denize atanları sorguya çekecekler. Silahlı askerlerle dolu kayıklar denizde beni arayacak, top atarak durumdan kıyı muhafazasını haberdar edecekler, çıplak ve aç bir hapishane kaçkınının herhangi bir yere sığınmaması için gereken bütün tedbirleri alacaklar. Beni ele vererek yirmi frank kazanacak olan köylünün merhametine kalacağım. Tanrı’m, sen ne kadar acı çektiğimi biliyorsun, Tanrı’m bana yardım et. Artık ben kendime yardım edemeyeceğim.

      Duasını henüz bitirmişti ki ufukta, Marsilya’dan gelen ve bir Ceneviz teknesine ait olduğunu anladığı bir Latin yelkeni gördü. “Ah…” dedi. “Bir hapishane kaçkını olduğum anlaşılıp tekrar Marsilya’ya götürülmekten korkmasam yüze yüze yarım saatte teknenin önüne çıkardım. Bu adamlar, hep kaçakçı ve yarı korsandır. Kârsız bir iş görmektense beni esir olarak satmayı tercih ederler. Ne uydurmalı acaba onları kandırmak için? Buldum. Dün gece kayalıklarda parçalanan teknenin tayfalarından olduğumu söylerim. Parçalanan teknedekilerin hiçbiri sağ kalmadı ki beni yalanlasın.” Böyle diyerek küçük teknenin parçalandığı yere baktı. Bir iki tahta parçası suyun üzerinde yüzüyordu. Bir kayanın üstünde de gemicilerden birinin kasketi vardı.

      Dantés suya atlayarak o kayaya doğru yüzdü. Kasketi başına geçirdi. Tahtalardan birine sarılarak Ceneviz yelkenlisinin geçeceği yere doğru yüzmeye başladı.

      Gemi kendisine iyice yaklaşınca büyük bir gayretle bedenini, sudan çıkararak kasketini sallamaya ve bağırmaya başladı. Teknenin burnu kendisine doğru çevrildi. Gemicilerin kayık indirmeye hazırlandıklarını gördü. Artık tahta parçasına ihtiyacı olmadığını anlayınca serbestçe gemiye doğru yüzmeye başladı fakat gittikçe gücünü kaybediyor, bacakları ve kolları son derece ağır hareket ediyor, göğsü hırıldıyordu. Kayıkta kürek çeken iki kişi gayretlerini arttırdılar. Bir tanesi İtalyanca,

      “Ha gayret!” diye bağırdı.

      Dantés bir müddet daha ümitsizce mücadele etti. Sonra sulara gömüldü. Saçlarından çekildiğini hissetti. Bayıldı.

      Gözlerini açtığı zaman kendini geminin güvertesinde sırtüstü uzanmış yatarken buldu. Bir gemici yün bir battaniye ile kolunu, bacağını oğuyor, kendisine “Ha gayret!” diye bağırmış olan tayfa ağzına su kabağı kabuğundan yapılmış bir çanakla rom tutuyor;

      bir üçüncüsü de -geminin kaptanı- bir gün önce kendisinin atlattığı fakat ertesi gün yine başına gelebilecek olan bir talihsizlik karşısında birçok kimsenin duyabileceği bencil bir merhametle ona bakıyordu.

      Kaptan kötü bir Fransızca ile “Kimsin sen?” diye sordu.

      Dantés aynı derecede kötü bir İtalyanca ile cevap verdi: “Maltalı bir gemiciyim. Siraküza’dan geliyorduk. Dün gece Margiou Burnu açıklarında fırtınaya tutulduk. Fırtına bizi şuradaki kayalıklara attı. Bir ben kurtuldum. Sizin geldiğinizi görünce kayıktan kopmuş bir tahta parçasına sarılarak geçeceğiniz yola doğru yüzmeye başladım. Adamlarınızdan biri saçlarımdan tutup çekmeseydi boğulacaktım.”

      Samimi yüzlü bir gemici “Bendim o.” dedi. “Saçlarından yapışmasaydım gidiyordun!”

      Dantés СКАЧАТЬ