Название: Muhteşem Gatsby
Автор: Фрэнсис Скотт Фицджеральд
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-36-5
isbn:
“Öyle mi?”
“Çekemiyorlar.” Bir Myrtle’a bir Tom’a baktı. “Diyeceğim o ki çekemedikleri insanlarla yaşamaya neden devam ediyorlar? Onların yerinde olsam hemen boşanır ve istediğim kişiyle evlenirdim.”
“Wilson’ı sevmiyor mu?”
Sorunun cevabı beklenmedikti. Cevap, soruyu duyan Myrtle’dan geldi; şiddetli ve ağza alınmayacak sözlerdi.
“Görüyorsun ya!” diye haykırdı Catherine muzaffer bir edayla. Sesini yeniden alçalttı. “Onların kavuşmasının önündeki asıl engel Tom’un karısı. Kadın Katolik, onlarda boşanma yoktur.”
Daisy Katolik değildi ve yalanın inceliği karşısında şaşırıp kalmıştım.
“Evlendikleri zaman…” diye devam etti Catherine, “Batı’da yaşayacaklar ortalık yatışana kadar.”
“Avrupa’da biraz daha gözden ırak olurlar.”
“Ah, Avrupa’yı sever misiniz?” diye hayretle haykırdı. “Monte Carlo’dan daha yeni döndüm.”
“Öyle mi?”
“Daha geçen yıl oradaydım. Bir kız arkadaşımla gittik.”
“Uzun mu kaldınız.”
“Hayır, Monte Carlo’ya gidip döndük. Marsilya üzerinden gittik. Yola çıktığımızda cebimizde bin iki yüz dolar vardı ama oradaki özel oyun odalarında iki günde dolandırıldık. Geri dönene kadar neler çektik, bir bilseniz… Tanrı’m, oradan ölesiye nefret ettim!”
Akşamüstüne doğru gökyüzü bir anlığına Akdeniz’in bal tadındaki maviliği gibi cama vurdu; derken Bayan McKee’nin cırtlak sesi beni yeniden odanın içine çekti.
“Neredeyse ben de bir hata yapıyordum!” dedi hararetle. “Az kalsın yıllardır peşimde dolanan itin biriyle evlenecektim. Benim dengim olmadığını biliyordum. Herkes de söyleyip duruyordu: ‘Lucille, o adam sana layık değil!’ Ama Chester karşıma çıkmasa çoktan avcuna düşmüştüm onun.”
“Evet ama bak…” dedi Myrtle Wilson, başını bir aşağı bir yukarı sallayarak, “Neyse ki onunla evlenmedin.”
“Evet, öyle.”
“Eh, ben evlendim…” dedi Myrtle belirsizce. “Ve senin durumunla benimki arasındaki fark da bu.”
“Peki, neden evlendin, Myrtle?” diye sordu Catherine. “Kimse seni zorla evlendirmedi.”
Myrtle düşünceye daldı.
“Onunla evlendim çünkü bir beyefendi olduğunu zannetmiştim.” dedi sonunda. “Görgülü biri olduğunu düşünmüştüm, meğerse tırnağımın ucu olamazmış.”
“Bir zamanlar onun için deli oluyordu.” dedi Catherine.
“Deli oluyormuşum!” diye haykırdı Myrtle inanmayarak. “Deli olduğumu da kim çıkardı? Ona, şu karşıdaki adama deli olduğumdan daha fazla deli olmamışımdır.”
Birden beni işaret etti ve herkes suçlar gözlerle bana baktı. Bir günahımın olmadığını belirten bir yüz ifadesi takınmaya çalıştım.
“Deli olduğum tek zaman onunla evlendiğim zamandır. Hata yaptığımı anladım elbet. Düğünde bir başkasından ödünç aldığı takım elbiseyi giymiş! Ama bana bundan hiç bahsetmedi ve onun evde olmadığı bir gün adam çıkageldi: ‘Ah, o sizin takımınız mıydı?’ dedim. ‘Hiç bilmiyordum.’ Ama takımı adama verdim ve kendimi yatağa atıp, akşama kadar hüngür hüngür ağladım.”
“Ondan mutlaka kurtulması lazım…” diye bana dönüp devam etti Catherine. “On bir yıldır o garajda yaşıyorlar. Ve Tom onun ilk sevgilisi.”
Viski şişesi -ikincisi- herkes tarafından oldukça rağbet görüyordu; “içmeden de sarhoş olduğunu” iddia eden Catherine hariç. Tom kapıcıyı çağırdı ve onu her biri kendi içinde bir yemek sayılan şu meşhur sandviçlerden almaya gönderdi. Çıkıp dingin alaca karanlıkta doğu yönünde parka doğru yürümek istedim ama her denememde hararetli, gürültülü bir tartışma, iplerle bağlıymışım gibi beni oturduğum yere çiviledi. Yine de şehrin yukarılarına açılan sarı pencere dizimiz, kararan sokaklarda rastgele dolaşan izleyiciye kişisel mahremiyeti anımsatmak için payına düşeni yapmıştır; ben de o izleyiciyi gördüm âdeta, merakla yukarı bakıyordu. Bitip tükenmez çeşitliliğiyle, aynı zamanda hem büyülendiğim hem de tiksindiğim hayatın bir içindeydim, bir dışında.
Myrtle iskemlesini bana yanaştırdı ve ılık nefesi birden Tom’la ilk karşılaşmalarının öyküsünü kulağıma üfürmeye başladı.
“Trende her zaman sona kalan, karşılıklı iki küçük koltuktu. New York’a kardeşimi görüp, geceyi onda geçirmeye gidiyordum. Tom’un üzerinde frak ve deri ayakkabılar vardı; gözlerimi ondan alamıyordum. Ama o bana her baktığında başının üstündeki reklama bakıyormuş numarası yapıyordum. İstasyona vardığımızda yan yanaydık ve beyaz gömleğinin önünü koluma dayamıştı; ben de ona polis çağıracağımı söyledim. Ama yalan söylediğimi biliyordu. Öyle heyecanlanmıştım ki onunla taksiye bindiğimde, aslında metroya binmediğimi ancak fark edebilmiştim. Aklımdan tekrar tekrar aynı şey geçiyordu: ‘İnsan dünyaya bir kere gelir, insan dünya bir kere gelir…’ ”
Bayan McKee’ye döndü ve yapmacık kahkahası odayı yeniden doldurdu.
“Canım!” diye haykırdı, “Üzerimdeki elbiseyle işim biter bitmez onu sana vereceğim. Yarın yeni bir elbise almam lazım. İhtiyaçların bir listesini yapmalıyım. Masaj, sonra saçlarıma mizanpli yaptırayım, köpek için bir tasma lazım, şu yaylı şirin kül tablalarından bir tane ve annemin mezarı için tüm yaz dayanacak siyah ipek kurdeleli bir çelenk. Gidip şunları yazayım da yapılacakları unutmayayım.”
Saat dokuz olmuştu; az sonra saatime baktığımdaysa ondu. Bay McKee oturduğu yerde uyuyakalmış, fotoğraf çektiren iş adamlarınınki gibi yumrukları kucağında kenetlemiş vaziyetteydi. Mendilimi çıkarıp yanağındaki, tüm öğleden sonra canımı sıkan kurumuş köpük lekesini sildim.
Küçük köpek masada oturmuş, dumanın içinden kör kör bakıyor ve ara ara hafifçe inliyordu. İnsanlar ortadan bir kayboluyor, bir ortaya çıkıyor, bir yerlere gitmek için plan yapıyor ve sonra birbirini kaybedip, birbirini arıyor, birkaç adım ileride birbirini tekrar buluyordu. Gece yarısına doğru Tom Buchanan ve Bayan Wilson ayakta durup, yüz yüze, sert bir ses tonuyla, Bayan Wilson’ın Daisy’nin adını anmaya hakkı olup olmadığını tartışıyorlardı.
“Daisy! Daisy! Daisy!” diye bağırdı Bayan Wilson. “İstediğim zaman söylerim! Daisy! Dai…”
Kısa, ustaca bir hareketle, Tom Buchanan elinin ayasıyla kadının burnunu kırıverdi.
Ardından banyonun zemini kanlı havlularla doldu, Tom’u azarlayan kadınların sesleri duyuldu ve bu curcunanın üstüne acılı, uzun СКАЧАТЬ