Название: Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?
Автор: Mikâil Bayram
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-894-6
isbn:
Biraz sonraki yıllara ait olmuş olacak ama konuyu aydınlatması bakımından önemlidir.
Bizim Ferid Melen diye bir milletvekilimiz vardı. Maliye Bakanlığı yaptı. Ferid Melen kendisini Saray’a nisbet eder, ben Saray doğumluyum der. Hâlbuki yalan, Saraylı değil Bursalıdır. Fakat babası bizim orada hudutta gümrükte muhafaza memurluğu yapmış, ondan dolayı Van’la bir ilgisini kuruyor ve Van’dan milletvekili seçildi birkaç devre.
Şimdi Van’da senenin birinde toplandılar. Ferid Melen partisinin durumunu anlatıyor. Halk da onu takip ediyor. Halil Alpay adındaki bir zat Ferid Melen’e “Efendim artık İstanbul, Ankara’nın dışında da vilayetlere üniversite yapılıyor. (O sıra Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi kurulmuş.) Van’da da bir üniversite kurulsun. Bu yönde bir çalışma yürütseniz. Van’a da bir üniversite yapılsın.” diyor.
Ferid Melen ona kızarak “Ne münasebet, Van’da üniversite, Kür-dolara.” der.
Aynen bu tabiri kullandı. “Kürdolara üniversite yapılır mı?” dedi. Kürt çocukları gelip burada okuyacaklar.“Olur mu öyle şey?” diye azarladı. Onun oğlu Mithat Melen geçen dönem MHP milletvekiliydi.
Münevverlerin mentalitesi böyleydi.
Biz ortaokulu bitirdik, benimle beraber mezun olan arkadaşların hepsi Van’a gidip liseye kayıt oldular. Babam liseye gitmemi istemiyor. Babam, “Askerlik çağın gelmek üzere git askerliğini yap, askerden dönünce de ben emekli olacağım, sen de benim yerime tahsildar ol.” dedi.
Babamın en büyük ideali onun yerine tahsildar olmamdı. Babam bunu düşünüyor. Diyorum işte arkadaşlarımın hepsi gittiler liseye kaydoldular. Ben de gideyim diyorum. Babam rıza göstermiyor. En sonunda birileri sanıyorum babama demiş, o da rıza gösterdi. Fakat sanat mektebine gitmemi istedi. Van’da da lise seviyesinde iki okul var. Bir sanat mektebi bir de lise var, düz lise. Van’a gittim arkadaşlarımla görüştüm. Baktım arkadaşlarımın hepsi düz liseye gitmişler, ben de gittim düz liseye kaydımı yaptırdım. Babam iki-üç ay sonra öğrendi düz liseye gittiğimi.
Tabii bir de yurt lazım. Van’da da hiç yurt yoktu. Başkale’den, Adilcevaz’dan, Ahlat’tan, Patnos’tan, Erciş’ten, Muradiye’den gelen talebeler hep evlerde kalırlardı. Ben bu çocuklarla birlikte evde kalamazdım, çünkü param yoktu. Ben de mecburen camide kalıyordum. Van’ın en büyük camisi Büyük Cami’dir. Yatsı namazından sonra cemaat dağılınca camiye gidiyordum. Üst kattaki seccadelerden, halılardan kendime yatak yapıp yatıyordum. Sabahleyin de erkenden uyanırdım. O seccadeleri yerine koyardım, aşağı iner abdestimi alır, sabah namazını cemaatle birlikte kılardım.
İmamın, müezzinin haberi yok bu durumdan.
Bir Siirtli müezzin vardı. Bir ara onun haberi oldu. Fakat ben kendisine kalacak yerim olmadığı için camide kaldığımı söyledim. Tabii bu dediğim okulun ilk açıldığı aylarda oldu. Daha sonraki dönemlerde arkadaşların yanlarına gidiyordum. Bir dönem Adilcevazlıların arasına girdim, Adilcevazlıların yanında kaldım. Bir dönem de bir defasında camide çok ağır bir şekilde hastalanmışım, üşütmüşüm. Öyle üşütmüşüm ki hiç hâlim yok. Tir tir titriyorum. Ne yapayım, ne edeyim, kahvesine gittiğim bir otel vardı. Erciş Oteli. Erciş Oteli’ne gittim. Dedim bana bir yatak verin. Adam da baktı bana, durumumun kötü olduğunu fark etti. Beni üst kata çıkarttı. Bana bir yatak verdi, ben o üst katta (teras katıydı) yatağa girdim ısınamıyorum bir türlü. Fakat o çocuk da (genç çocuk, otele bakan çocuk) ara ara geliyor bana bakıyor benim durumumun kötü olduğunun farkına varmış. Biz arkadaşlarla onların otelinin bahçesine gelirdik. O gitmiş bizim arkadaşları bulmuş. “Yahu sizin arkadaşınız ölüyor!” demiş. İki arkadaş çıktılar geldiler otele benim durumumu gördüler. Onlar gittiler bir eczacıyı alıp getirdiler. Eczacı anlaşılıyor ki bana penisilin vurdu. Onun yaptığı iğnelerle ben kendime geldim. Ve ondan sonra da o hastalığımdan dolayı yedi gün rapor aldım. O yedi gün rapor süresinde köye gittim. Köyde iyileşmeye çalıştım. Fakat döndükten sonra o arkadaşlardan Aziz Açışlı diye bir arkadaşıma Demokrat Parti binasında oda vermişler; o da fakir ailenin bir çocuğuydu. Gelince “Sen yatak getir, benim odam geniştir. Sen de benim yanımda kal.” dedi. Dediğini yaptım, yatağımı sırtladığım gibi Demokrat Parti binasına getirdim. O seneyi Aziz Açışlı’yla birlikte Demokrat Parti binasında geçirdik.
Hem Aziz Açışlı hem de benim matematik derslerimiz çok kuvvetliydi. Geometri, cebir, fizik derslerimiz çok iyi olurdu. DP’li bazı kişilerin çocukları gelirdi, onlara ders verirdik. Oranın kirasını da o şekilde ödemiş olurduk. Ayrıca cebir dersi zayıf olan arkadaşlarımız vardı. Onlara da ders verirdik. Onlardan da para aldığımız olurdu. Tabii derslerimizin kuvvetli olması hasebiyle lisede de hocalarımız bizi himaye ederlerdi. Mesela DP binasında kaldığımız sıralarda sobamız vardı ama yakıtımız yoktu. Lisemizin müdürü “Bir at arabası getirin, buradan odun doldurun kendinize götürün.” dedi. Dolayısıyla biz lisenin odunlarını getirip odamızı ısıtırdık. Bazen de ders verdiğimiz arkadaşlar odun getirirdi.
Yemekleri kendiniz mi yapıyordunuz?
Yemek genellikle ekmek, zeytin, peynir olurdu. Onunla idare ederdik. Köyden getirdiğimiz yiyecekleri yerdik. Bir ara Aziz Açışlı’yı birisi lokantasına abone etmiş. Aziz Açışlı yemek zamanları beni de yanına alıyor, yemeğinin yarısını da bana veriyordu.
Aziz Açışlı çok genç vefat etti. O yüksek tahsil de yapamadı. Fakat bankaların kurslarına devam etti. Sonra Van’da banka müdürü iken vefat etti.
Lise yıllarında Açışlı’yla aranız nasıldı?
Lise yıllarında Aziz Açışlı’yla çarşıya çıktığımız zaman yakınımızda radyo tamir atölyesi vardı.
Said Nursî ile Nasıl Tanıştı?
O zaman radyo topluma yeni yeni girmiş. Radyo tamirciliği de önemli bir meslek. Hatta benim küçüklüğümde lambalı radyolar vardı. Lambalı radyoları transistörlüye çevirirlerdi. İnsanlar radyolarını tamir ettirmek için köyden gelirlerdi. Lambalı radyo geç ısındığı için transistörlüye çevirmek istiyorlardı.
Radyo tamircisi Mehmet Kuralkan diye biri vardı. Bu Mehmet Kuralkan Said Nursi’nin talebelerindendi. Said Nursi’nin Van’da olduğu dönemlerde Said Nursi’yi bilen bir adamdı. Dükkânının camekânına Risale-i Nurları koymuş. Sözler, Lemalar, Şualar böyle, camekâna koymuş. Biz de dükkânın önünden geçerken bir süre camekânın önünde dikilip kitaplara bakardık. Bir gün Mehmet Kuralkan Bey bize “Buyurun içeride bakın kitaplara.” dedi. Canımıza minnet oldu. İçeriye girip kitapları biraz karıştırdık. Tabii kitapları alacak paramız yoktu. Çıkarken bize Şualar’ı verdi. “Bunu götürün okuyun. Sonra getirirsiniz.” dedi. Götürdük, “Şualar”ı içer gibi hevesle okuduk.
Dili ağır değil miydi sizin yaş seviyeniz ve eğitiminize göre?
Biraz Farsça bildiğimden bana ağır gelmiyordu. Aziz de biliyordu. Said Nursi’nin “Şualar” kitabı ahiret inancı üzerinde durur, ahiret inancının felsefesini yapar, ondan sonra biraz tasavvufi terimlerin açıklamasını yapar. Hatta Said Nursi’nin СКАЧАТЬ