Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?. Mikâil Bayram
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce? - Mikâil Bayram страница 7

Название: Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?

Автор: Mikâil Bayram

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-894-6

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Ortaokula başladığımda 15 yaşındaydım. Biz ortaokulda çok iyi yetiştik. 10 kişilik bir gruptuk. Kaymakam çok güzel ders veriyordu. Ondan sonra doktor da iyi öğretmenlik yapıyordu. O sene vali ortaokulu teftişe geldi. Sınıfa girince 10 kişi heykel gibi valinin önünde durduk. Vali arkadaşın birisine “Böbreklerin nerededir?” diye sordu. Çocuk düşündü, bilemedi. Vali güldü, sonra bıraktı gitti. Vali gidince doktor geldi “Ulan insan böbreğinin nerede olduğunu bilmez mi?” dedi. Çocuğu aldı masanın üzerine yatırdı, kalemle böbrek resmini çizdi. Böyle bir hatırayı o zaman yaşamıştık.

      Ortaokuldayken nerede kalıyordunuz hocam?

      Babam getirdi, ortaokula kaydetti. Kayıttan sonra babama kravat takacağım, şapka giyeceğim söylendi. Babam nereden alınacağını bilmiyordu. Adam bir yer tarif etti. Gidip aldık. Eve gelince hepimiz kravatın başına toplandık. Kravatın nasıl bağlanacağını bilmiyoruz.

      Biz de Konya’da ortaokula başladığımızda bir hocamız bize uygulamalı kravat bağlamayı öğretmişti.

      Tabii o zaman bizim gömleklerin yakası da farklı. Kravatı onun içine nasıl bağlayacağız? Ben de kravatı boynuma taktım, kördüğüm vurdum.

      Hoca baktı “Yav sen ne biçim kravat bağlamışsın?” dedi. Getirip beni yanına oturttu kravatın nasıl bağlanacağını öğretti. “Bu gömlek olmaz, böyle yakalı bir gömlek alacaksın.” O zaman gidip Van’dan bir gömlek alıp getirdiler. Böyle böyle ortaokula talebe olmaya alıştık.

      Ortaokul ikinci sınıftayken üç öğretmen tayin ettiler. Osman Daloğlu adında bir öğretmen Muğlalıydı. İsmet Güneş adındaki öğretmen İnegöllüydü. Hidayet Pasin adındaki öğretmen de Erzincanlıydı. Bu üç adam öğretmen olarak Özalp’e tayin edildi.

      Şimdi o gelenlerden birisi Osman Daloğlu musiki öğretmeniydi. Bir iki ders geldi, bana saz çalmayı öğretti. Hatta ben o zamanlar şiir yazmaya başlamıştım. “Seni ben mihman eylerim.” gibi şiirleri de o zaman bilirdim. O şiirden dolayı evvela sazın olacak, saz olmazsa saz çalmayı öğrenemezsin. Ben de gittim bir cura aldım. Ama teli yoktu. Öğretmen gitti, Van’dan tel aldı. Başladı bana saz öğretmeye. Hatta hiç unutmuyorum bir defasında Osman Daloğlu’na arkadaşın biri “Senin hemşehrin Mustafa Muğlalı bizim burada 33 kişiyi öldürdü.” filan deyince o da “Eline sağlık çok güzel yapmış.” dedi.

      Kış Soğuklarını Nasıl Atlattı?

      Ortaokula giderken nerede kaldınız?

      Özalp yeni kurulmuş bir ilçeydi. Bu ilçe kurulduğu zaman memur evleri odalardan müteşekkildi. Benim nerede kalacağım belli değil. Ortaokulun müdürü maliyecilere haber vermiş, o lojmanlardan birinde bana oda verdiler.

      Beton bir bina. Özalp’in kışında yakıt yok, soba yok, fakat döşeğim vardı. Bir de kalın bir yün yorganım vardı. O kışı o yorganın altında geçirdim. Kendimi yorganın içine kapatırdım, ancak nefes alabilecek kadar bir yeri açık olurdu. Kış boyunca ben öyle geçirdim. Bazen gider kahvehanelere bir köşeye çekilir ya bir defter karıştırır ya ödev yapardım. Kahvehane gece yarısına doğru kapanmaya başlayınca beni çıkartırlardı, gider yorganımın altına girerdim.

      Senenin birinde de orayı benden aldılar. Bir han, köylülerin hayvanlarını barındıracak bir yer vardı. Hancı Sabri amcanın handa bir odacığı vardı. Babamın söylemesiyle odayı bana verdi. Onun oğlu da benim sınıf arkadaşımdı. Dolayısıyla senenin birini de o handa geçirdim. Bu arada babam o adamın parasını veremedi. O da beni handan çıkardı.

      Yemek filan ne yapıyorsunuz?

      Her cumartesi günü Saray’a giderdim. Özalp ile Saray arası 17 km’dir. Düşünün; cumartesi günü öğleden sonra 17 km yaya yürüyorum, Saray’a gidiyorum. Pazar günü orada yatıyorum pazartesi günü sabah namazında Saray’dan çıkıyorum geliyorum 9’da derse yetişiyorum.

      Otobüs filan yok.

      Yoktu hiç yoktu. Hele kışın kar olurdu; böyle gider gelirdim. Her gidiş gelişimde ekmek (bizim yufkalar olurdu böyle) peynir getirirdim, bütün gıdam oydu, peynir ekmek.

      Sınıfta 10 kişisiniz. 15 yaşında bir gençsiniz. Arkadaşlarınızdan, halktan, öğretmenlerinizden beraber yemek yiyelim, sahiplenelim diyen yok muydu?

      Bazen sınıf arkadaşlarım beni evlerine götürürlerdi. Orada yemek yerdim. Doğrusunu söylemek gerekirse çalışkandım. Çalışkan olduğumdan dolayı arkadaşlarım benden ders alırlardı. Dolayısıyla beni evlerine götürürlerdi. Hem onlara ders verir, hem de orada yer içerdim. Fakat o adam beni handaki odadan çıkarınca bizim köylünün birisi gelmiş Özalp’te bir terzi dükkânı açmış, terzi dükkânını da bir perde ile bölüp içine bir somya koymuş. Aşağı yukarı 2-3 ay o somyada uyudum. Köylümüzle sırt sırta sabahlardık.

      Şair Yönünü Kim Keşfetti?

      O yıllarda Güneydoğu ve Doğu bölgelerinde medreseler yaygın. Hatta halk yeni rejime karşı çok tepkili. Aman çocuklarınızı devletin okuluna göndermeyin diyorlar. Bir müddet sonra da çocuk askere gidecek, okuyup yazacak, ticaret yapacak, hiç değilse ilkokulu bitirsin diye müsaade ediliyor. Ama kız çocuklarına izin verilmiyor. Buna karşın ilkokulu bitirir bitirmez de dinî eğitime gönderiyorlar. Dinî eğitim veren kurumların yapısı nasıldı?

      Az önce bahsettiğim Yekkoş denilen hoca efendi Saray’da 3-4 kişiye ders verirdi. Bir de İran’dan gelen hocama ders verirdi. Onunla İran edebiyatının klasik eserlerini okurlardı. Ben o sıralarda ortaokula devam ediyordum. Okulda öğretilenler bana yetmiyordu. Daha çok şey öğrenmek istiyordum. Dolayısıyla Tahir Hocanın yanında Farsça öğrenmeye başladım. Tabii Tahir Hoca’dan Farsça dersi aldığım dönemlerde birlikte belli zamanlarda Yekkoş’un yanına gidiyorduk.

      Onlar ders çalışırken ben de onları anlamaya çalışıyordum. Bir defasında Tahir Hoca, “Mikâil şiir yazıyor.” dedi. O da benden bir şiir okumamı istedi. Ben de halk türü bir şiiri ona okuyunca hoşuna gitti. O andan itibaren bana aruz dersi vermeye başladılar. Yani hem Yekkoş Hoca hem onun talebesi olan Tahir Hoca bana aruz dersi vermeye başladılar.

      Ben aşağı-yukarı bir sene yaz tatili boyunca o iki hocamdan hem Farsça öğrendim, hem aruz ilmi okudum. Tabii liseye gidince o öğrendiklerim çok işime yaradı. Özellikle lisede. Ortaokulda daha çok saz çalmaya özeniyordum. Doğrusu saz çalmayı, âşıklık yapmayı istiyordum. Birkaç tane de âşık görmüştüm, zaten bizim ailede de vardı. Az önce dedim ya amcam böyle şiir yazarmış. Bazı âşıklar Saray’a gelirlerdi. Gelenlerden birisi Tercanlı Davut Sulari idi. Benim talebe olduğum sıralarda Davut Sulari Saray’a gelirdi. Saray’da da onu dinlemeyi çok severlerdi. Onlara para hesabından çok buğday verirlerdi. Sonra Erzurum Tortum’dan âşık Ummanî Can Saray’a her yaz gelirdi. Özellikle de harman zamanı gelirdi. Âşık Ummanî’ye çok yardım ederlerdi.

      Âşık Ummanî’ye, Davut Sulari’ye, Reyhani’ye özenerek ben de saz çalmaya çalıştım ve arzum da âşık olmaktı. Çıkacağım yollara para toplayacağım gibi düşünüyordum. Hatta bir köylümüz ben âşık olduğumda bana yardımcı olup para kazanmayı hayal ediyordu. O yüzden beni СКАЧАТЬ