Patrona Halil. Maurus Jókai
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Patrona Halil - Maurus Jókai страница 7

Название: Patrona Halil

Автор: Maurus Jókai

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-47-4

isbn:

СКАЧАТЬ doğru ilerlemesi için Sultan’ın önünü açtılar.

      Burası basit, altıgen bir odaydı. Altın işlemeli afili pencereleri vardı. Duvarlara mor kuvars taşlarıyla süslemeler yapılmıştı. Topaz ve süsenle yapılan parlak çiçek kabartmalarının arasında belirgin bir biçimde göze çarpan sümbül rengi arka plan, odanın güzelliğinin asıl kaynağıydı. Sultan değerli taşlara çok düşkündü. Giysileri pırıl pırıl parlayan görkemli elmaslar, yakutlar ve incilerle süslüydü. Bütün parmaklarında, ışıldayan yüzükler vardı. Şatafatın onun hayatında çok önemli bir yeri vardı. Çehresi de aynı ölçüde ihtişamlıydı. Zarif, kibar ve ışık saçan bir yüzdü bu. Bir baba şefkati vardı yüzünde. Yüz yüze geldiği herkesi sevecen bakışlarla izlerdi. Düz ve hassas alnında hemen hemen hiçbir kırışıklık yoktu. Sahibi hiçbir zaman öfkelenmeyeceğinden, belki de hiç kırışmayacaktı. Bakımlı, siyah saçlarında tek bir beyaz bile yoktu. Sanki gamın, kederin ne olduğunu hiç duymamıştı. Her daim mutlulukla doluydu.

      Gerçekten de onun neşesini kaçırmak mümkün değildi. Yirmi yedi yıl boyunca tahtta kalmıştı. Bu yirmi yedi sene içerisinde hiç sevindirici olmayan pek çok gelişme yaşanmıştı. Neyse ki Allah onu, bu olaylar karşısında kayıtsız kalabilmesini mümkün kılan huylarla donatmıştı. Aslına bakılırsa kendi canını bile fazla düşünmüyordu. Gerçek bir filozof olarak her koşulda kendini mutlu edecek bir şeyler bulabiliyordu. Güzel kadınları ve güzel çiçekleri seviyordu. Ve her ikisine de fazlasıyla sahipti. Bahçesi, Kanuni Sultan Süleyman’ınkinden bile daha olağanüstüydü. Sahip olduğu otuz bir çocuk, hareminde de hiç canının sıkılmadığının en güzel deliliydi.

      O gün, Sultan’ın keyfi fazlasıyla yerindeydi. Gece alışılmadık hoş rüyalar görmüş olabilirdi. Gözde eşi güzel Adsalis’in onu anlattığı sıradışı hikâyelerle eğlendirmiş olması da mümkündü. Belki de yeni bir lalenin açmasına tanıklık etmişti. Herkese el öptürdüğü sırada, arkasındaki minderi düzeltmekle uğraşan sadık hizmetkârı Berberbaşı’nın kırmızı tombul yanaklarını hafifçe tokatladı. Berberbaşı, henüz Zara kasabasında bir berber çırağıyken bile tombul yanaklıydı. Yine de bu yanakların şimdiki hallerini almaları Berberbaşı’nın yüksek makamlara gelmesinden sonra mümkün olabilmişti.

      “Allah razı olsun Berberbaşı, ellerin dert görmesin. Anlat bakalım, şehirde yeni haberler var mı?”

      İstanbul’da da berberler dedikoduları büyük bir ilgi ile takip ederlerdi. Berberbaşılık makamına bile gelmiş olsalar, bu durum değişmezdi. Bu sayede en ilginç dedikoduları anlatarak tıraş ettikleri müşterilerini rahatlatırlar, sıkılmalarına engel olurlardı.

      “Eğer değersiz kölenizin her şeyi duyan zavallı kulakları ile işittiği değersiz sözleri dinleme lütfunda bulunursanız, size İstanbul’da yaşanan ilginç bir olayı anlatabilirim.”

      Sultan bir parmağından çıkarıp diğerine taktığı yüzüğüyle oynamaya devam ederken, “Bana emir buyurmuştunuz kudretli Padişahım” dedi Berberbaşı. Sultan’ın başındaki inci nakışlı kavuğu çıkardıktan sonra devam etti: “Bana haremden kovulduktan sonra Gülbeyaz’ın başına ne geldiğini öğrenmemi emir buyurmuştunuz. Akşamdan sabaha, sabahtan akşama; ev ev dolaştım. Dikkatli bir şekilde araştırma yaptım. Onlardan biri gibi giyinerek pazar esnafının arasına karıştım. Konuşturup ağızlarını aramaya uğraştım. Sonunda olan biteni öğrenebildim. Duyduğuma göre uzun süre kimse kızı almaya cesaret edememiş. Öyle ya, dünyanın en büyük hükümdarının fırlatıp attığını yerden kaldırmaya kim cüret edebilir? Hünkârımızın nargilesinden dökülen küllerin bile üzerine kimse ayak basmamalıdır. Buna rağmen kızın cazibesine kapılıp eceline susayan akılsız bir adam çıkmış. Beş bin kuruş verip kızı çığırtkandan satın almış. Bu beş bin kuruş da zaten sahip olduğu yegâne paraymış. Evinde ağırladığı yabancı bir tüccar vermiş ona.”

      “Adı neymiş bu adamın?”

      “Patrona Halil.”

      “Peki, sonra ne olmuş?”

      “Adam, güzelliği herkesin başını döndüren bu kızı alıp evine götürmüş. Kızın başına gelenlerden habersizmiş. Sadrazam Damat İbrahim’in köşkünde yaşananları, Beyaz Şehzade’nin, hareminde tanık olduğu şeyleri bilmiyormuş. Kızı sadece seyretmenin bile nasıl bir zevk olduğu malum. Bu güzelliğin karşısında insanın aklını kaybetmesi işten bile değil. Hele hele onun asla koparılmaması gereken bir çiçek olduğunu bilmeyenlerin vay haline. Cennetteki hurileri bile utandırabilecek olan bu güzellik, bir adamın kollarındayken kaskatı kesilip bir ceset halini alıyor. Ne Padişahımızın güneş yüzünün sıcaklığı ne de Sadrazam’ın gazabı… Ne Haseki Sultan’ın kırbaç darbeleri ne de Beyaz Şehzade’nin yalvarışları… Hiçbiri kızı bu ölümü andıran baygınlık halinden kurtarmak için yeterli olmadı.”

      “Peki, sonra ne olmuş kıza, öğrenebildin mi?”

      “Evet. Ağzınızdan çıkan her söz benim için emirdir Padişahım. Kızın peşinden gittim. Bu esnaf, kızla birlikte kendi evine gitmiş. Elinde avcunda ne varsa onunla paylaşacağını düşünerek mutlu oluyormuş. Kızı yanı başına oturtmuş. Tadına bakmak istemiş. Kızı kucaklamaya kalkmış. Onu göğsüne bastırdığında, kız birdenbire bir ölü gibi yığılıvermiş kollarına. Kendisine herhangi bir erkek dokunduğu zaman yaptığı gibi bir takım büyülü sözler söylemiş. Şeytan işi şeyler. Allah Müslümanları böyle şeylerden korusun. Gâvurların üzerine resminin çizili olduğu semboller taşıdıkları, Müslümanlara saldırırken ismini haykırdıkları o kutsal kadının adını söylemiş.”

      “Adam öfkelenip kızı evden atmış mı?”

      “Aksine böyle bir şeye tanık olduğu için halinden memnunmuş. Daha da dokunmamış kıza. Onun perili olduğunu, aklının yerinde olmadığını düşünerek kıza yumuşak davranıyormuş. Kız evin içinde istediği gibi gezip dolaşmakta özgürmüş. Halil, kıza ağır işler yaptırmıyor; aksine her işini kendi görüyormuş. Tüm arkadaşları bu olaya bir mucize gözüyle bakıyorlarmış. Halil’in sabrı da dillere destan olmuş. ‘Halil kendine bir cariye aldı, ama nasıl olduysa kızın kölesi olup çıktı,’ diyorlarmış.”

      “Gerçekten tuhaf bir olay,” dedi Padişah. “Bundan sonra da nelerin olup bittiğini öğrenmeye çalış. Tezkerecibaşı da senin anlattıklarını kayıt altına alsın ki bu yaşananlar sonsuza kadar hatırlansın.”

      Bu konuşma sırasında Berberbaşı, Padişah’ın resmi tıraşını ustaca hareketlerle tamamladı. Sonra İbrikdar Ağa’nın yıkadığı ellerini Peşkircibaşı, dikkatli bir biçimde kuruladı. Tırnakçıbaşı tırnaklarını kesti. Dülbendar, kavuğunu başına yerleştirip uzun doğu kuşağını belinin etrafına sardı. Çobadar, Sultan’ın dış ceketini ve turkuaz binişini giymesine yardımcı oldu. Silahtar, püsküllerle süslenmiş kılıcını taktı. Odada efendileriyle birlikte baş başa kalan Has Odabaşı ve Kapı Ağası haricindeki herkes, geleneksel selamlarını verdikten sonra geri çekildi.

      Has Odabaşı, Sultan’ın iki aciz kulunun kapıda olduklarını duyurdu. Dışarıda Şeyhülislam Abdullah ve Sadrazam Damat İbrahim, içeri buyur edilmek üzere beklemekteydiler. İmparatorluğun onur ve güvenliğini ilgilendiren yeni bir gelişme hakkında konuşmak istiyorlardı.

      Sultan СКАЧАТЬ