Patrona Halil. Maurus Jókai
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Patrona Halil - Maurus Jókai страница 6

Название: Patrona Halil

Автор: Maurus Jókai

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-47-4

isbn:

СКАЧАТЬ Fakat istediğin gibi girip çıkmakta serbestsin, kimseden izin almana gerek yok. Burada iki kuruş var. Bununla bize bir akşam yemeği hazırla.”

      Halil, kızı evde yalnız başına bırakıp pazara geri döndü. Akşam saatlerine kadar da geri dönmedi.

      Bu sırada Gülbeyaz iki kuruşla alabildiği malzemelerle akşam yemeğini hazırlamıştı. Halil akşam eve döndüğünde Gülbeyaz, onun tabağını önüne koyup yanından uzaklaşarak kapının eşiğine oturdu.

      “Oraya değil, gel de yanıma otur,” dedi Halil. Odalığın titreyen elini sıkıca tutarak onu yanı başındaki mindere oturttu. Kızın tabağına pilav koydu ve onu güzel sözlerle cesaretlendirerek yemeğe davet etti. Odalık, kendisine söyleneni yaptı. O ana kadar tek bir kelime bile etmemişti. Yemeğini bitirdiğinde Halil’e döndü ve kısık bir sesle konuşmaya başladı:

      “Altı gündür hiçbir şey yememiştim.”

      “Ne?” şaşkınlıkla çığlık attı Halil. “Altı gün! Korkunç! Kim yaptı bu zulmü sana?”

      “Kendim! Ölmek istedim çünkü.”

      Hafifçe başını salladı Halil.

      “Bu kadar gençsin ve ölmek istedin ha? Peki, söyle bakalım hâlâ ölmek istiyor musun?”

      “Gördüğün gibi artık istemiyorum.”

      Halil, kıza karşı büyük bir yakınlık hissetmeye başlamıştı. Daha önce hiç kimseye âşık olmamıştı. Fakat şimdi; kara kirpiklerinin gölgesi solgun yanaklarına düşen kızın donuk çehresindeki hüznü izlerken, bir peri kızının karşısında olduğunu hayal ediyordu. Bu sıradışı cazibenin etkisiyle içinde yepyeni bir insanın ortaya çıkmakta olduğunu fark etmişti.

      Halil, böyle bir coşkuyu en son ne zaman hissettiğini hatırlayamıyordu. Şu an ise bu güzel hizmetçinin karşısında otururken kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi. Şairin sözleri ne kadar da doğruydu: “Gerçekte iki dünya vardır: Biri güneşin altında, diğeri de bir genç kızın yüreğinde.”

      Bir süre, kendinden geçmiş bir biçimde, güzel cariyeyi izledi. Kızın hoş yüzü, şehvet uyandıran sinesi ve her bakımdan bir huriyi andıran görüntüsüne hayran kalmıştı… Nasıl bir güzellikti bu böyle, ne kutsal bir güzellik. Sonra, bu güzelliğin kendisine ait olduğunu hatırladı. O bir cariyeydi. Ona sahip olan kişi onunla birlikte olma hakkına da sahipti. Bu düşünce heyecanlandırdı Halil’i. Kız onu yumuşacık kadife kolları ve simsiyah dalgalı bukleleri ile saracaktı. Ah bu kırmızı dudaklar ne de tatlıydı. Bu kar beyazı göğüsler ne kadar da dolgun ve ateşliydi. Bu düşüncelerin dolaştığı zihni büyük bir neşeyle doldu.

      Hâlâ ona nasıl seslenmesi gerektiğine karar verememişti. Daha önce hiç cariyesi olmamıştı. Cafcaflı kibar laflara bir türlü dilini döndüremezdi zaten. Bir kadını etkilemek için ona neler söylenmesi gerektiğini de bilmiyordu.

      “Gülbeyaz,” diye mırıldandı boğuk bir sesle.

      “Emrinize amadeyim efendim.”

      “Benim adım Halil. Sen de bundan sonra bana Halil de.”

      “Emrine amadeyim Halil.”

      “Bırak şimdi emirleri. Gel yanımda otur. Hadi, yaklaş biraz.”

      Kız yanına oturdu. Şimdi iyice yaklaşmıştı Halil’e.

      İşin en kötü yanı, Halil’in kıza ne söylemesi gerektiğine dair en ufak bir fikri olmamasıydı.

      Kız ise üzgün ve ilgisizdi. Köle kızlardan beklendiği gibi ağlayıp zırlamıyordu. Halil kızın kendisine başından geçenleri, neden böyle hüzünlü olduğunu anlatmasını çok isterdi. Böylelikle konuşmak onun için de kolaylaşmış olacaktı. Hem bu sayede kızı teselli edebilirdi. Tabii ki tesellinin arkasından aşk gelecekti.

      “Anlat bakalım Gülbeyaz,” dedi. “Nasıl oldu da Sultan seni pazarda satışa çıkardı?” Kız büyük siyah gözleriyle baktı Halil’e. Uzun kara kirpiklerini kaldırdığında sanki iki siyah güneş çıkmıştı ortaya. Hareketsiz ve hüzünlü bir şekilde bakmaya devam etti. “Yakında öğrenirsin,” diye mırıldandı Gülbeyaz.

      Halil, ateş parçasına yaklaştıkça arzularının giderek daha fazla şiddetlendiğini hissediyordu. Bu güzelliğe tanık olan gözleri ışıl ışıldı. Kızın elini tuttu ve dudaklarına götürdü. O da nesi? Nasıl bu kadar soğuk olabilirdi bu eller! Alın size bir sebep daha. Bu elleri öpmesi, sinesinde ısıtması lazımdı. Ne var ki bütün çabasına rağmen bu küçük elleri ısıtmakta başarısız kaldı. Kızın elleri bir ceset kadar soğuktu.

      Herhalde bu dolgun göğüsler, bu kışkırtıcı dudaklar o kadar soğuk olamazdı. Tutkuyla kendini kaybeden Halil kızı kucakladı. Kızı göğsüne doğru çekip bastırdığı sırada, kendi kendine mırıldandı kız; sesi yürekten bir yakarışı andırıyordu: “Kutsal Meryem.”

      Kızın uzun siyah saçları yüzüne döküldü. Halil, kucaklamasının kızın yüzüne biraz olsun renk getirip getirmediğini görmek için saçlarını düzeltti. Hayret! Kızın yüzü her zaman olduğundan daha beyaz görünüyordu. Bütün canlılık izleri kaybolmuştu. Gözleri devrilmişti, dudakları kapalıydı ve iyiden iyiye morarmıştı. Yoksa? Yoksa yanı başında bir cenazeyle mi beraberdi Halil?

      İnanmak istemedi. Kızın ölü taklidi yapıyor olabileceğini düşündü. Elini kızın güzel göğsünün üzerine koydu. Kalp atışlarını hissedemedi. Kız, tüm yaşam belirtilerini kaybetmişti. Onunla ne yapacaktı şimdi? Göğsünün üstünde bir ölü yatıyordu.

      Halil’in kalbini, tüm şehvetini söndüren buz gibi bir korku kapladı. Kızı ürkekçe uzaklaştırdı kendinden ve geri bıraktıktan sonra korkuyla fısıldadı:

      “Uyan hadi. Sana zarar vermeyeceğim. Sana zarar vermeyeceğim.”

      Kızın parlak kaftanı göğsünün altına doğru kaymıştı. Eliyle düzeltti. Ve dehşet içerisinde bu güzel cesedi izlemeye devam etti.

      Kısa bir süre sonra kızın dudakları aralandı, Gülbeyaz yeniden nefes alıyordu. Çok geçmeden büyük kara gözlerini açtı. Dudakları yeniden eski koyu kırmızı rengindeydi. Gözlerinin büyüleyici parlaklığı, yüzünün beyaz gülleri andıran kırılgan tazeliği yeniden eski halini almıştı. Göğsü yükselip alçalıyordu.

      Halil’in onu yatırdığı halıdan doğruldu. Etrafta dağınık duran bulaşıkları toplamaya başladı. Birkaç dakika geçtikten sonra ise şaşkınlığını frenleyemeyen Halil’e fısıldadı:

      “Artık Padişah’ın neden adi bir köle gibi pazarda satılmamı emrettiğini biliyorsun. Herhangi bir adam beni kucakladığı anda bir ölüden farksız hale geliyorum. Ancak beni bıraktıktan kısa bir süre sonra eski haline dönüyor bedenim. Beni öpmeye kalktıklarında dudaklarım buz kesiyor. Bana sarıldıklarında hissettiğim kalp atışları midemi bulandırıyor. Benim asıl adım Gülbeyaz değil, ölü beyaz!”

      3. Bölüm

      Sultan СКАЧАТЬ