Patrona Halil. Maurus Jókai
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Patrona Halil - Maurus Jókai страница 2

Название: Patrona Halil

Автор: Maurus Jókai

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-47-4

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Duydukları karşısında, yabancının korkudan dizleri titremeye başlamıştı.

      “Eyvahlar olsun muhterem Müslüman! Yalvarırım kızma bana, sana Et Meydanı’nın nerede olduğunu oraya gitmek istediğim için sormadım. Yanlışlıkla yolum oraya düşmesin diye sordum. Ben bu şehirde yabancıyım. Hiç arzu etmediğim halde kendimi gitmekten dehşetle kaçındığım pek çok yerde bulduğum zamanlar oldu… Yalvarırım beni burada tek başıma bırakma. Bütün evlerin kapıları kilitlenmiş. Bu saatte hiçbir han beni içeri almaz. Beni evine götür. Size yük olmayacağım. Avlunuzda ya da kilerinizde uyuyabilirim; yeter ki korktuğum başıma gelmesin, bütün gece sokakta kalmaktan kurtulabileyim.”

      Türk, elinde sazlardan dokunmuş bir sırt çantası taşıyordu. Açtı ve içine baktı. Pazar yerinden akşam yemeği için aldığı balık ve soğanın iki kişi için yeterli olup olmayacağını düşündü. Sonunda karar vermiş gibi kafasını salladı.

      “Pekâlâ, gel bakalım,” dedi. “Beni takip et.”

      Yabancı, öpmek için muhatabının ellerine yapıştı. Aslında yeni arkadaşına karşı hissettiği şükran duygusunu ne yaparsa yapsın tam anlamıyla göstermesi mümkün değildi.

      “Bana teşekkür etmeden önce neyle karşılaşacağını görmek için beklemelisin,” dedi Türk. “Ben yoksul bir adamım. Seninle ancak konukseverliğimi paylaşabilirim.”

      “Ah, ona bakılırsa ben de yoksulum, gerçekten çok yoksulum.” Yunan ırkına özgü ustaca bir kıvraklıkla yanıt verdi yabancı. “Benim adım Janaki. Jassy’de kasabım. Kavaslar, çırağıma ve tüm hayvanlarıma el koydular. Bu yüzden İstanbul’a geldim. Onları geri alamazsam çaresizlikten dilenmek zorunda kalacağım.”

      “Pekâlâ. Bozma moralini, Allah sana yardım eder. Şimdi bizi daha fazla oyalama da bir an önce gidelim. Baksana, hava şimdiden karardı.”

      Türk, Hebdomon (Bakırköy) Sarayı’na çıkan karmaşık yolların dar ve dolambaçlı labirentinde önden yürüyerek yabancıya rehberlik etti. Bir zamanlar Yunan imparatorlarına ev sahipliği yapmış olan bu bölge, şimdi en yoksul sınıfların toplandığı bir mahalle haline gelmişti. Buradaki sokaklar o kadar dardı ki karşılıklı evlerin çatılarında büyüyen sarmaşık ve su kabağı filizleri birbirlerine dolanarak, yolda yürüyenlere ferahlık veren doğal bir gölgelik oluşturmuştu.

      Alışılmadık derecede dar ve uzun bir patikaya doğru girdikleri sırada, kendilerine doğru gelen birini gördüler. Adam bağıra çağıra şarkı söylüyordu. Besbelli ki sarhoştu. Böyle aslan kükremesini andıran bir ses çıkarabildiğine göre çok sağlam ciğerlere sahip olmalıydı. Zaman zaman, önünden geçtiği evlerin kapılarını büyük bir gürültü çıkartarak yumrukluyor; varlığını belli ediyordu.

      Yabancı, “Eyvah! Muhterem kardeşim, yoksa bu gelen bir yeniçeri mi?” diye kekeledi.

      “Kesin öyle. Böyle bağırıp çağırmak kendi halinde bir insanın aklına bile gelmez.”

      “Geri dönsek daha iyi olmaz mı?”

      “Farklı bir yoldan gidersek bunun gibi başkalarıyla da karşılaşabiliriz. Bak bu sözümü hiç unutma: Bir kere çıktığın yoldan asla geri dönme. Yoksa daha büyük belalarla karşılaşırsın.”

      Konuşarak ilerlerken, bu kükreyen cengâvere giderek daha fazla yaklaşmaktaydılar. Çok geçmeden adam burunlarının dibinde bitiverdi.

      Görüntüsü, her bakımdan sesiyle uyum içerisindeydi. 1,80 boylarında bir insan azmanıydı. Dolmanının düzensiz görünüşü ve sarığının normalde olması gerekenden daha eğik duruşu, hakkında daha önce oluşan şüpheleri doğruluyordu. Belli ki peygamberin inananlara yasakladığı içkiyle de arası iyiydi.

      Yeniçeri bütün gücüyle, “Haydi, hepiniz birden gelin!” diye kükredi. Bağırırken yolun bir tarafından diğerine doğru sendeliyor, bir taraftan da elinde tuttuğu kılıcını havaya doğru savuruyordu.

      “Eyvahlar olsun benim cesur Müslümanım!” diye fısıldadı Eflaklı kasap. “Şu benim sopamı sen alsan daha iyi olmaz mı? Bunu benim elimde görürse ona meydan okuduğumu zannedebilir.”

      Türk, kasabın korktuğunu görünce sopayı elinden aldı.

      “Bak sen. Bu senin sopa hiç de fena bir şey değilmiş. Topuzu çivilerle süslenmiş ve ayrıca kurşunla ağırlaştırılmış. Bunu nasıl kullanacağını bilmemen çok kötü.”

      “Benim tek isteğim insanların huzur içinde yaşamama izin vermeleri.”

      “Çok güzel. Arkama saklan ve çekinmeden yürü. Yanından geçerken ne olursa olsun onunla göz göze gelmemeye çalış.”

      Ah, keşke bu mümkün olabilseydi! Ne var ki yeniçeri, daha uzaktayken kasabın bakışlarını yakalamıştı. Kasap, rehberinin gömleğini çekiştirerek uzaklaşmaya çalışırken, yeniçeri birden yolunu kesti. Korkunç elleriyle yakasından yakaladı ve zavallı adamı kendisine doğru çekti.

      “Domuz herif! Öyle kolay değil, dur bakalım. Sana söyleyecek bir çift lafım var. Kendime yeni bir yatağan aldım. Onunla boynunu keseceğim. Görelim bakalım dedikleri kadar keskin miymiş.”

      Zavallı adam neredeyse korkudan ölmek üzereydi. Ölümden kurtulabilmek için her türlü dalkavukluğu yapıyor bir yandan da dört küçük çocuğu için yalvarıyordu. Geride onlarla ilgilenecek kimse kalmadığında çocuklarına ne olacaktı?

      Rehberi cesaretle araya girdi:

      “Geri çekil, pis sarhoş. Ne cüretle benim misafirime el kaldırırsın! Bilmez misin ki gerçek bir müminin misafirine kötülük yapan kişi lanetlenmiş sayılır.”

      “Aman, sakın ha!” diyerek alaycı bir ifadeyle gülümsedi yeniçeri. “Muhterem balıkçım. Sen aklını mı kaybettin ki peygamber bahçesinin çiçekleriyle, Bektaş’ın çocuklarıyla, cesur yeniçerilerle laf dalaşına giriyorsun? Hâlâ fırsatın varken çekil git yolumdan. Biraz daha buralarda durursan sana söz dinlemeyi öğretirim ben.”

      “Misafirimi rahat bırak dedim sana. Kendi yoluna git!”

      “Neden? Senin derdin ne muhterem Müslüman? Sana bir şey diyen oldu mu? Maşallah! Benim bir köpeğin başını kesmek istememden sana ne? Onun gibi on tanesini daha istediğin zaman sokaklardan toplayabilirsin.”

      Sarhoş bir adamı güzellikle yola getirmenin mümkün olmayacağını anlayan Türk, ona doğru yaklaşarak yatağanı tutan elini kavradı.

      “Ne istiyorsun sen?” diye bağırdı yeniçeri. Bu aşırı cesur hareket karşısında öfkeden deliye dönmüştü.

      “Hadi, kendi yoluna git.”

      “Sen kimin elini tuttuğunu biliyor musun? Benim adım Halil.”

      “Benimki de Halil.”

      “Benimki Halil Pehlivan.”

      “Benimki Patrona Halil.”

      Bu СКАЧАТЬ