Название: Bir nefeste dünya tarihi
Автор: Emma Marriott
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-62-7
isbn:
UZAKDOĞU
Dünyanın en gelişmiş kent topluluklarından biri, yaklaşık olarak M.Ö. 2500 yılında, günümüzde Pakistan sınırları içerisinde bulunan İndus Nehri’nin aşağı vadisinde ortaya çıktı. Bu topluluk pek çok açıdan Antik Mısır’dan daha ileriydi. 500.000 kilometrekarelik bir alanı kaplıyordu. Bu haliyle toprakları 63.000 kilometrekarelik bir alana yayılmış olan Mısır’dan çok daha genişti. Güney Asya’nın ilk medeniyeti olarak, gelişimini İndus Vadisi’nin bereketine borçluydu.
Arkeologlar tarafından günümüze kadar İndus Medeniyeti ile ilişkili 100 yerleşim yeri açığa çıkarılmıştır. Bu bölgelerde yapılan kazılar halen devam etmektedir. Söz konusu yerleşimlerin en büyükleri her biri 30-40.000 civarı bir nüfusa sahip olan Harappa, Mohenjo-daro ve Dholavira’dır. Fırınlanmış tuğladan yapılmış binalar belirgin bir sokak planı içerisinde sıralanmıştır. Bu durum İndus Medeniyeti’nde yerleşim bölgeleri inşa edilirken, planlamaya ve tekbiçimliliğe dikkat edildiğini göstermektedir. Bölgedeki şehir ve kasabalarda belirgin bir uyum vardır. İndus yerleşimleri aynı zamanda döneminin en ileri sulama kanallarına ve su tesisatı sistemlerine sahiptir. Mohenjo-daro’da neredeyse her evde bulunan tuğla kanal formundaki tuvaletler sokakların altından akan bir kanalizasyon sistemine bağlanmaktadır.
Yaklaşık 400 farklı simgeden oluşan ve genellikle sabuntaşından damga mühürlerinin üzerinde bulunan İndus yazısı halen deşifre edilmeyi beklemektedir. Bu nedenle, İndus Medeniyeti’ne ilişkin pek çok soruya halen yanıt verilememiştir. Bölgede ciddi bir silahlanma ya da organize dinin varlığına dair herhangi bir kanıta ulaşılamamıştır. Henüz İndus Medeniyeti’nin M.Ö. 1500’lerde son derece ani bir biçimde çökmesiyle ilgili ikna edici bir açıklama ortaya konulamamıştır. Nüfus artışı, seller, topraktaki tuz miktarının artışı ya da şehirlerinin Aryan işgalcileri tarafından yağmalanması bu çöküşe neden olmuş olabilir.
Vedik Çağ (y. M.Ö. 1500-800), Antik Hindu metinleri olarak bilinen Vedaların meydana getirildiği çağdır. Dört kutsal kitaptan oluşan Vedalar, Hinduizmin tarihsel kaynakları olarak kabul görmektedir. Vedik Çağ, Aryan işgalcilerin M.Ö. 1500’lerde Hindistan’a gelmeleri ile başlar. Bunlar Orta Asya kökenli asil göçebe halklardı. Nitekim “Aryan” kelimesi esas olarak “asil” anlamına gelmektedir.
Aryan göçünün somut tarihsel kanıtları bulunmamaktadır. Buna karşılık, Veda metinlerinin en eskisi olan Rigveda metinlerinde Aryanlara göndermeler yapılır. Metinlerde Aryanlardan, hayatları atları ve sığır sürüleri etrafında geçen kabile halkları olarak bahsedilmektedir. Aryanlar Antik Hindu metinlerinin dili olan Sanskritçenin eski bir formunu kullanmışlardır. Bu dil, aralarında modern Hindistan’ın resmi dili Hintçenin de bulunduğu çok sayıda modern dile kaynaklık etmiştir.
Aryanların gelişini izleyen yüzyıllarda, Kuzey Hindistan adım adım Aryanlaştırılmıştır. Açık tenli Aryanlar, başlarda Hindistan’ın koyu tenli yerleşimcileri ile herhangi bir biçimde karışmayı reddetmişlerdir. Toplumu dört gruba ayırarak, katı bir sosyal hiyerarşi kurmuşlardır: Brahmanlar (rahipler ya da bilginler), Kshatriyalar (askerler), Vaişyalar (çiftçiler ve tüccarlar) ve Şudralar (hizmetçiler). Bu bölünme Hindu kast sisteminin temelini oluşturmaktadır.
Vedik inanç formlarının modern Hinduizmin köklerini teşkil ettiğine inanılmaktadır. Temel ilahları Indra, Agni (kurbanlık ateş) ve Suyra’dır (güneş). Metinlerde Vişnu gibi kimi önemli Hindu ilahlarına ise çok az önem verilir. Hatta Şiva gibi ilahlara hemen hemen hiçbir atıf yapılmaz. Kurban törenleri Vedik ibadetinde merkezi bir role sahiptir. Özellikle sanrı (halüsinasyon) görülmesine sebep olan Soma içkisinin tanrılara sunumu yaygın bir dini ritüeldir. Geç Vedik dönemde, Hindistan’ın fethedilmiş halkının inançları Veda gelenekleri ile harmanlanarak Hinduizmin ilk biçimleri ortaya çıkarılmıştır.
Çin’de ilk medeniyet biçimi Xia Hanedanlığı döneminde ortaya çıkmıştır. Arkeolojik kalıntıların son derece sınırlı oluşu Xia Hanedanlığı’nın gerçekten var olup olmadığı konusunda tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yine de Xia Hanedanlığı’nın, arkeologların M.Ö. 2000’li yıllara ait taş aletler ve bir bronz dökümhane buldukları Sarı Nehir Vadisi’nde M.Ö. 2100’lerde kurulmuş olabileceği düşünülmektedir.
Daha sonra gelen Shang Hanedanlığı, M.Ö. 1766 yıllarında, modern Anyang’ın yakınlarında kurulmuştur. Bu hanedanlık hakkında daha fazla bilgi bulunmaktadır. Shang Hanedanı hakkında sahip olduğumuz tüm bilgileri, bu dönemde 100.000’den fazla kaplumbağa kabuğu ve kemik parçasının üzerine işlenmiş olan eski metinlere borçluyuz. Shang halkı hayvanların kemiklerini ya da kabuklarını ısıtarak geleceği tahmin etmeye çalışıyorlardı. Bunlara kehanet kemiği denirdi. Bu kemik ve kabukların üzerine işlenmiş olan yazılar Çin yazısının bilinen en eski kayıtlarıdır. M.Ö. 1500’lerde Shang Hanedanlığı gelişmeye başladı. Kutsal vazolar ve bronz dökümü silahlar yapılması, bol içerikli bir yazı sisteminin geliştirilmesi, karışık fildişi ve yeşim taşı oymaların yapılması gibi gelişmeler bu dönemde mümkün olmuştur. Shang Krallığı’nın sınırlarının genişliği belirsizdir. Yaklaşık 647.500 km’ye kadar yayıldığı tahmin edilmektedir.
M.Ö. 1046 yılında, Zhou Krallığı’nın yöneticileri Shang Krallığı’nı ele geçirdi. Bu hanedanlık yaklaşık 800 yıl ayakta kalacaktı (Çin tarihinin en uzun ömürlü hanedanlığıdır). Zhou Hanedanlığı, Yangtze Nehri’nin kuzeyindeki bölgede hüküm sürdü. M.Ö. 771 yılında başkentleri Hao’dan Luoyang’a taşındı. Sonrasında, krallar ve feodal lordlar arasında yaşanan savaşlar Çin’deki birliğin bozulmasına sebep olan (Söz konusu feodal yapı Avrupa’da ortaya çıkışından bin yıl önce Çin’de ortaya çıkmıştı). Zhou Hanedanlığı döneminde, çarpım tabloları geliştirildi. Demir işleme ve tarımsal üretim alanında gelişmeler oldu. Konfüçyusçuluğun Beş Klasiği bu dönemde derlendi. Bu eserler daha sonra yüzyıllar boyunca Çinli bilginlerin temel metinlerinden olacaktı.
AVRUPA
Girit Adası’nda M.Ö. 3000 – M.Ö. 1450 yılları arasında kurulan Minos Medeniyeti, Avrupa’da ortaya çıkan ilk medeniyettir (Aynı zamanda herhangi bir nehrin taşma sahasında kurulmayan ilk medeniyettir). Minoslulardan geriye büyük saraylar, güzel çömlekler, altın ve bronz işlemeler kaldı. Minos, Yunan efsanelerinde kayıp ve bereketli bir toprak parçası olarak geçmektedir.
Minoslular, dağlarla kaplı adalarında, yaygın bir biçimde zeytin, buğday ve asma yetiştirdiler. Dağ otlaklarında koyun sürüleri besleyip, balıkçılık yaptılar. Elde edilen ürünleri Mısır, Suriye ve Kıbrıs’a ihraç ettiler. M.Ö. 2000’de bu ticaretin yarattığı zenginlik, şehirlerin ve limanların gelişmesine olanak sağladı. Buralarda Knossos, Mallia, Phaistos ve Zakros gibi görkemli saraylar inşa edilmişti. Bunlardan en büyüğü olan Knossos, 1900 yılında İngiliz arkeolog Arthur Evans tarafından keşfedildi (Daha önce Minos Medeniyeti hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmiyordu).
Minoslular çeşitli Yunan efsanelerinde önemli bir yere sahiptir. Bu efsanelerin arasında Giritli yarı-insan, yarı-boğa canavar Minotor oldukça önemli bir yer tutar (Boğa, Minosluların СКАЧАТЬ