Название: Abdülhamit ve afrodit
Автор: İskender Fahrettin Sertelli
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-40-5
isbn:
Kâzım Bey’in yarası epeyce ağırdı. Yine de başhekim ile diğer saray hekimleri tarafından büyük bir ihtimamla ameliyat edilmiş ve bu yolla ölüm tehlikesini atlatmıştı.
Melahat odaya girdiği zaman Kâzım Bey karyolada sessiz ve hareketsiz yatıyordu.
Genç kız, Kâzım Bey’in başucunda durdu ve kendi kendine, “Acaba uyuyor mu, yoksa ıstırabından dalgın bir halde midir?” diye sordu.
Kâzım Bey’in yarası başının alın kısmındaydı. Kurşun, kafatasını kısmen delerek beyni tahrip etmeden diğer taraftan çıkmıştı.
Başmusahip, Melahat’e bu malumatı verirken kulağına eğilerek, “Kâzım Bey’in ameliyattan sonra seni bir defacık olsun görmek istediğini söylersem memnun olur musun?” dedi.
Melahat, Başmusahip’in bu sözlerine dudak bükerek cevap bile vermeden yürümüştü.
Genç kız, hastanın başında ayakta dururken bu sözü hatırlamıştı.
Melahat’in elleri titriyordu. Kendisini ölüm döşeğinde bile hatırlayan ve ismini anan genç Yaver’in yüzünü okşarken Kâzım Bey gözlerini açtı ve dudaklarının arasından şu kelime işitildi:
“Hain!”
Kâzım Bey bütün bu oyunu oynayan ve başına bu felaketi getiren kadının Melahat olduğunu sanıyordu.
Melahat bunu evvelden tahmin etmişti. Kâzım Bey’in yanaklarını okşayarak yavaşça, “Ben masumum,” dedi ve macerayı olduğu gibi anlatmaya başladı. Fakat bu sırada oda kapısının aralığından mavi gözlü bir kadın yüzü görülmüştü.
Acaba bu iki masum sevgiliyi izleyen kadın kimdi?
İkbal, haznedar ustanın yetiştirdiği sarı saçlı, mavi gözlü ve sevimli bir Çerkez kızıydı.
İkbal ve Nazikter, geldikleri köyde beraber büyümüşlerdi. Nazikter, İkbal’den ancak üç yaş kadar büyüktü. Yıldız’da da birbirleriyle çok iyi geçiniyorlardı.
İkbal’in Nuri isminde bir de erkek kardeşi vardı.
Nuri, Tıbbiye Mektebi’nin son sınıfındaydı. Kız kardeşini ara sıra ziyarete gelirdi.
İkbal, Nazikter’in Yıldız Sarayı’nda karanlık bir odaya hapsedildiği gün, Şehzade Burhanettin Efendi’nin dairesinden harem-i hümayuna getirilmişti.
İkbal’in buraya getirilmesinin sebebini Padişah’la Melahat’ten başka bilen yoktu.
Nuri’nin son günlerde kardeşini sık sık ziyaret etmeye başlaması yalnız Melahat’in dikkatini çekmişti.
Melahat bir gün babasının odasında otururken Cevdet Bey’in masasını karıştırmış ve orada, Burhanettin Efendi’nin dairesinde olup bitenleri Cevdet Bey’e günü gününe haber veren bazı jurnallere tesadüf etmişti.
Melahat bu jurnalleri incelediği zaman birçok şey öğrenmiş ve Padişah’ın oğluna bile güveni olmadığı fikrine kapılmıştı.
İşte Melahat, İkbal ve Nuri Bey’e ait bilgileri bu jurnallerden almıştı.
Yalnız meselede Melahat’in anlayamadığı bir nokta vardı. Nuri ve İkbal hakkında verilen jurnalleri Cevdet Bey neden Padişah’a göstermiyordu?
Mademki bu iki gençten şüpheleniyorlar ve aleyhinde birçok şeyler yazıyorlardı, Cevdet Bey bu önemli haberleri nasıl olur da efendisinden gizleyebilirdi? Buna imkân yoktu.
Cevdet Bey, Padişah’ın sadık bir kölesi ve sırdaşıydı. Melahat’in kafasının içinde şüpheler böylece akıp gidiyordu.
Padişah’ın bu işten haberi olmadığı muhakkaktı. Çünkü Melahat bu haberi Hünkâr’a verdiği zaman Abdülhamit hiddetinden küplere binmişti.
Padişah bu mesele karşısında evvela Nazikter’i cezalandırmış, sonra da İkbal’in hareme alınarak göz önünde bulundurulmasını emretmişti.
İkbal’se bu daveti Padişah’ın bir teveccühü saymıştı ve bu vaziyetten faydalanmaya çalışıyordu.
Başmusahip’in Nazikter’e ilgisi vardı. İkbal bunu düşünerek kendisine müracaatla Nazikter’i gizlice görmek için müsaade istemişti.
Başmusahip, İkbal’in bu müracaatını reddetmemiş, kimse görmeden onu Nazikter’in bulunduğu odaya götürmüştü.
Nazikter, İkbal’i görünce hayretinden dudaklarını ısırarak yerinden fırladı. Birbirlerini altı aydan beri görmüyorlardı.
“Kardeşim, seni de mi buraya attılar?”
“Sus, Nazikter! Ben seni görmeye geldim.”
Bodrumun kapısını kapadı. Kızlar birbirlerine sarıldılar ve öpüştüler.
İkbal, Nazikter’in başına bu felaketi getiren kızın Melahat olduğunu öğrenmişti.
“Kardeşim!” dedi, “O yezidi, bu sabah Kâzım Bey’le baş başa konuşurken kapının aralığından gözetledim. Efendimize gidip haber vereyim mi? Sen ne dersin?”
Nazikter, kendisini ziyarete gelen İkbal’i dinledikten sonra kulağına eğildi.
“Dışarda kim var?” diye sordu.
İkbal vaziyetinden emindi.
“Korkma.”
“Yalnız mı geldin?”
“Başmusahip getirdi.”
Nazikter hayret etti.
“Nasıl olur, korkmadı mı?”
“Onun seni ne kadar sevdiğini hâlâ öğrenememişsin galiba?”
“Bilirim. Acem kılıcı gibidir; Melahat şırfıntısının şu iftirasına göz göre göre sustu. Sesini bile çıkarmadı.”
“Sen öyle zannediyorsun, Nazikter! O, el altından senin kurtulman için çalışıyor.”
“Ne faydası var? Bir şıllık yüzünden Padişah’ın gözünden düştüm. Efendimiz bir daha benim yüzüme bakar mı?”
Bunları söylerken Çerkez dilberinin gözleri sulanmıştı. Çocukluk arkadaşına o günlerde başından geçenleri etrafıyla anlattı. İkbal, bu karanlık ve sıkıntılı mahzende ağlamaktan gözleri şişen Nazikter’i teselli ettikten sonra birden hatırına yeni bir kurtuluş çaresi gelmiş gibi sevindi.
“Nazikter,” dedi, “senin buradan kurtulabilmen için kardeşim Nuri’yi Melahat’in başına musallat edelim, olmaz mı?”
Nazikter’in СКАЧАТЬ