Karanlık Yüz. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Karanlık Yüz - Хеннинг Манкелль страница 3

Название: Karanlık Yüz

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-605-71714-7-4

isbn:

СКАЧАТЬ bir darbe almıştı. Onu erken ölümden kurtaran birkaç milimetre olmuştu. O zamanlar yirmi üç yaşındaydı ve işte o zaman polis olmanın ne anlama geldiğini iyice anlamıştı. Bu sözler, anılarındaki bu görüntüye karşı koyma çabasıydı onun.

      Şehirden çıktı, yol kenarında yeni yapılan mobilya mağazasını geçti, kaçamak bir bakışla arkada bıraktığı denize doğru baktı. Deniz griydi. Kış ortasında oldukları düşünülürse alışılmadık bir sakinlikti. Uzaklarda, ufukta, rotası doğuya çevrili bir gemi belli belirsiz görünüyordu.

      Tipi başlayacak, diye düşündü.

      Er ya da geç kar fırtınası tepemize iner.

      Radyoyu kapattı, kendisini bekleyen günü karşılamaya hazırlandı.

      Şu âna kadar neler biliyordu?

      Bağlanmış, yerde, yaşlı bir kadın? Onu gördüğünü iddia eden yaşlı bir adam? Bjäresjö sapağında hızını artırırken tüm bunların bunaklığın pençesine düşüveren yaşlı bir adamın uydurmaları olduğuna karar verdi. Emniyet teşkilatında çalıştığı yıllar boyunca, böyle yaşlı ve dünyadan elini eteğini çekmiş insanların polise son bir yardım çağrısı yapmaya pek yatkın olduklarına çok şahit olmuştu.

      Devriye arabası Kade Gölü sapağında kendisini bekliyordu. Peters arabadan inmiş, bir tarlada, amaçsızca oradan oraya koşuşturan bir tavşanı izliyordu.

      Mavi Peugeot’suyla yaklaşmakta olan Wallander’i görünce elini sallayarak onu selamladı, direksiyonun başına geçti. Tekerleklerin altında donmuş molozlar takırdıyordu. Kurt Wallander polis arabasını takip etti. Trunnerup sapağını geçtiler, birkaç tepeyi aşıp sonunda Lenarp’a ulaştılar. Burada bir traktör izinden fazlası sayılmayacak dar bir tarla yoluna girdiler. Yaklaşık bir kilometre kadar gittikten sonra hedefe varmışlardı. Yan yana konumlanmış iki çiftlik, beyaz badanalı uzun iki çiftlik evi, her birinin önünde özenle bakıldığı belli birer bahçe göze çarpıyordu.

      Yaşlı bir adam koşarak yanlarına yaklaştı. Adamın dizi ağrıyormuşçasına aksaması Kurt Wallander’in gözünden kaçmamıştı.

      Arabadan inerken rüzgârın başlamış olduğunu hissetti. Belki de yakında gerçekten kar yağacaktı.

      Adamı görür görmez bu yerde kendisini oldukça ürpertici bir şeylerin beklediğini anlayıverdi. Adamın gözlerinde hayal gücünün ürünü olmadığı apaçık belli bir korku fark ediliyordu.

      “Kapıyı kırdım,” diye durmadan tekrarlıyordu heyecanla. “Kapıyı kırdım, çünkü içerde ne olup bittiğini görmek zorundaydım. Ama hanımı da ölecek, evet o da ölmek üzere.”

      Kırılmış kapıdan eve girdiler. Kurt Wallander burnuna çarpan kekremsi yaşlı insan kokusunu aldı. Duvar kâğıtları eski modaydı, karanlıkta etrafını görebilmesi için gözlerini kısması gerekiyordu.

      “Neler oldu burada?” diye sordu.

      “İşte içerde,” diye yanıtladı yaşlı adam.

      Sonra da ağlamaya başladı.

      Üç polis bakıştılar.

      Kurt Wallander ayağıyla kapıyı araladı.

      Düşündüğünden de beter bir görüntüydü bu. Çok daha beter. Sonraki günlerde bunun o zamana kadar gördüklerinin en kötüsü olduğunu söyleyecekti. Oysa Tanrı biliyordu ki pek çok kötü şey görmüştü.

      Yaşlı çiftin yatak odasının her yanı kana bulanmıştı. Hatta tavandan sarkan porselen avizeye kadar sıçramıştı kan. Yaşlı bir adam, vücudunun üst kısmı çıplak, altında sıyrılmış donu yüzüstü yataktaydı. Yüzü tanınmayacak halde parçalanmıştı. Sanki birini burnunu kesmeye çalışmış gibiydi. Elleri arkasından bağlanmış ve sol bacağının baldır kemiği kırılmıştı. Beyaz kemik, çevresindeki kırmızının içinden açıkça seçiliyordu.

      “Aman Tanrım,” diye inlediğini duydu arkasındaki Norén’in. Wallander kusacak gibi oldu.

      “Ambulans,” dedi yutkunarak. “Çabuk, çabuk…”

      Sonra sandalyeye bağlı, yerde yatan kadının üzerine eğildi. Ellerindeki bağlardan başka, boynuna da sıkı bir ilmik atılmıştı. Çok zayıf nefes alıyordu, Wallander bir bıçak bulması için Peters’e seslendi. Bileklerine ve boynuna iyice girip yer etmiş olan ince ipi kestiler, sonra kadını dikkatlice yere yatırdılar. Wallander kadının başını dizine dayadı.

      Peters’e baktığında ikisinin de aynı fikirde olduklarını anladı. Kim böylesi bir şeyi yapacak kadar vahşi ve acımasız olabilirdi ki? Yaşlı ve çaresiz bir kadının boynunu bir iple sıkacak kadar hem de?

      “Dışarda bekle,” dedi Kurt Wallander kapının girişinde ağlayan yaşlı adama. “Dışarda bekle, hiçbir şeye de dokunma.” Sesinin sinirli olduğunu fark etti.

      Sesimi yükselttim, çünkü korkuyorum, diye düşündü. Ne biçim bir dünyada yaşıyoruz böyle?

      Ambulansın gelmesi yaklaşık yirmi dakika aldı. Kadının soluğu ise bu arada giderek daha düzensiz bir hale gelmişti. Kurt Wallander’i ise her türlü yardımın çok geç olacağı kaygısı almıştı.

      Ambulansın şoförünü tanıyordu, adı Antonson’du. Yanındaki yardımcısı ise o güne dek hiç görmediği bir gençti.

      “Selam,” diye selamladı Wallander. “Adam ölmüş. Ama kadın henüz yaşıyor. Onu yaşatmaya çalışın.”

      “Neler olmuş?” diye sordu Antonson.

      “Umarım ne olduğunu söyleyebilirim, kadın yaşarsa tabii. Acele edin, haydi!”

      Ambulans toprak yolda uzaklaşırken Kurt Wallander ve Peters dışarı çıktılar. Norén bir mendille alnındaki teri siliyordu. Bu arada gün hiç fark ettirmeden aydınlanmaya başlamıştı. Kurt Wallander kolundaki saate göz attı. Yedi buçuğa iki vardı.

      “Burası tam mezbahaya dönmüş,” dedi Peters.

      Wallander, “Daha da kötü,” diye karşılık verdi. “Hemen söyle tüm ekip toplansın. Norén burayı kapatsın. Ben bu arada yaşlı adamla konuşacağım.”

      Bunları henüz söylemişti ki çığlığa benzer bir ses duydular. Çığlık tekrarlanırken ürperdiğini hissetti.

      Bir at kişnemişti.

      Ahıra gidip kapısını açtılar. Karanlıkta, bölmesinde huzursuzca tepiniyordu. İçerisi taze gübre ve idrar kokuyordu.

      “Ata biraz yem ve su ver,” dedi Kurt Wallander. “Belki burada başka hayvanlar da vardır.”

      Ahırdan çıkarken soğuktan ürperdi. Uzak bir tarlada yalnız başına bir ağaçta karakuşlar bağrışıyordu. Serin havayı içine çekince rüzgârın daha da soğuduğunu anladı.

      “Siz Nyström’sünüz,” dedi СКАЧАТЬ