“Her gün bu ahırı satmayı geçiriyorum aklımdan,” dedi. “Bütün mülk benim üzerime. Hepsi için bir milyon alırım. Borçlar çıkarıldığında bana belki dört yüz bin kalır. Ben de bir karavan alıp yola çıkarım diyorum.”
“Nereye?”
“İşte sorun da bu ya. Bilmiyorum. Gitmek istediğim hiçbir yer yok.”
Kurt Wallander bu duyduğundan hoşlanmamıştı. Sten Widén görünüşte on yıl önceki gibi olsa da içinde büyük değişiklikler olduğu belliydi. Kendisiyle konuşan bu ses, kırılmış ve çelişkili birine aitti. On yıl önce Sten Widén neşeli ve keyifli biriydi, bir partiye ilk çağrılacak kişi olurdu. Bugün yaşama sevincinin her türü sanki havaya uçmuştu.
Kurt Wallander’e polis olup olmadığını sormuş olan kız, pencerenin önünden at üstünde geçti.
“Bu kız kim?” diye sordu Kurt Wallander. “Benim polis olduğumu hemen anladı.”
“Adı Louise,” diye yanıtladı Sten Widén. “Biliyor musun, bir polisin kokusunu yüz metreden alır. On iki yaşından beri yetimhanelerin birinden diğerine gidiyor. Ben yasal vasisiyim. Atlarla iyi geçiniyor. Ama polislerden nefret eder. Bir zamanlar bir polisin kendisine tecavüz ettiğini söylüyor.”
Şişeden bir yudum daha aldı, başıyla dağınık yatağı işaret etti.
“Bazen benimle yatıyor. En azından öyle gibi. O benimle yatıyormuş gibi, tersi değil. Bu suç sayılır mı acaba?”
“Neden suç sayılsın? Kız herhalde küçük değildir?”
“On dokuz yaşında. Ama belki de yasal vasiler, bakmakla yükümlü oldukları kızlarla yatamıyorlardır?”
Kurt Wallander, Sten Widén’in sesinin giderek saldırganlaştığını sezdi.
Buraya gelmiş olmaktan birden pişmanlık duydu. Buraya gelmesi soruşturmayla ilgili olsa da, bunu bahane mi ettiğini sordu kendine. Sten Widén’i, onunla Mona hakkında konuşmak için mi aramıştı? Teselli bulmak için?
Bunu bilmiyordu artık.
“Buraya seninle atlar hakkında konuşmak için geldim,” dedi. “Belki gazetede okumuşsundur, geçen gece Lenarp’ta bir cinayet işlendi.”
“Gazete okumuyorum,” diye yanıtladı Sten Widén. “Yarış programlarına ve bahis oranlarına bakıyorum. Hepsi bu. Dünyada olup bitenle ilgim yok.”
“Yaşlı bir çift öldürüldü,” diye devam etti Kurt Wallander. “Ve bu çiftin bir de atı vardı.”
“O da mı öldürüldü?”
“Hayır. Ama galiba katiller sıvışmadan önce atı yemlediler. Seninle konuşmak istediğim de işte buydu! Bir at bir balya samanı ne kadar zamanda bitirir?”
Sten Widén şişeyi bitirdi ve yeni bir sigara yaktı. “Şaka mı bu?” diye sordu. “Buraya, bana, bir atın bir balya samanı ne kadar zamanda yediğini sormak için mi geldin?”
“Aslında senden, benimle gelip ata bir bakmanı isteyecektim,” diye karşılık verdi Kurt Wallander kısaca. Kendisinin de yavaş yavaş öfkelendiğini fark etti.
“Vaktim yok,” diye yanıtladı Sten Widén. “Nalbant bugün gelecek. Ayrıca vitamin iğnesi yapmam gereken on altı atım var.”
“Peki yarın?”
Sten Widén donuk gözlerle baktı.
“Bundan kazancım olacak mı?” diye sordu.
“Paranı alırsın.”
Sten Widén kirli bir kâğıda telefon numarasını yazdı.
“Belki,” dedi. “Beni sabah erkenden ara.”
Dışarı, avluya çıktıklarında Kurt Wallander rüzgârın daha da şiddetlendiğini hissetti.
Kız, at üzerinde ona doğru ilerledi.
“Güzel at,” dedi Wallander.
“Masquerade Queen,” diye açıkladı Sten Widén. “Hayatı boyunca tek bir koşu kazanamayacak. Sahibi, Trelleborg’lu bir müteahhidin dul karısı. Hatta ona, bu atı bir binicilik okuluna satmasını önerecek kadar dürüst davrandım. Ama o, atın kazanacağına inanıyor. Ben de işimin karşılığını alıyorum. Yine de bu at hiç yarış kazanamayacak.” Arabaya gelince ayrıldılar.
“Babam nasıl öldü biliyor musun?” diye sordu Sten Widén damdan düşercesine.
“Hayır.”
“Bir sonbahar gecesi yolunu şaşırıp kale harabelerine gitti. Orada içmek için oturduğu çok olurdu. Sonra hendeğe düşüp boğuldu. Bilirsin, orası yosunla öyle dolu ki bir şey görmek mümkün değil. Ama şapkası yüzeyde kalmıştı. Şapkasının üstünde, ‘Yaşasın hayat’ diye yazıyordu. Bu, Bangkok’a seks tatili düzenleyen bir turizm acentesinin reklamıydı.”
“İyi ki gördüm seni,” dedi Kurt Wallander vedalaşırken. “Yarın ararım.”
“Nasıl istersen,” diye karşılık verdi Sten Widén.
Kurt Wallander oradan ayrıldı. Dikiz aynasında Sten Widén’in at üzerindeki kızla konuştuğunu görebiliyordu.
Neden buraya geldim ki, diye geçirdi aklından.
Uzun zaman önce çok iyi dosttuk. İmkânsız bir hayali paylaşmıştık. Hayalimiz bir sabun köpüğü gibi dağılıverince geriye hiçbir şey kalmamıştı. Sanırım ikimizin de operayı sevdiği doğruydu. Kim bilir, belki de bu bir aldatmacaydı? İçinde kabaran duygular gaz pedalına baskı yapıyormuşçasına hızını arttırdı.
Tam anayolun kenarındaki dur levhasında frene basmıştı ki araç telefonu çaldı. Bağlantı çok kötüydü. Hattın diğer ucundaki Hansson’un sesini duymakta güçlük çekiyordu.
“En iyisi hemen gel,” diye bağırıyordu Hansson. “Beni duyabiliyor musun?”
“Ne oldu?” diye sordu Kurt Wallander.
“Burada, Hagestad’tan gelen bir çiftçi, katillerin kim olduğunu bildiğini iddia ediyor,” diye bağırdı Hansson.
Kurt Wallander kalp atışlarının hızlandığını hissetti.
“Kim?” diye seslendi heyecanla. “Kim?”
Bağlantı ansızın koptu. Vızıltı ve uğultu duyuldu. “Lanet olsun,” diye söylendi sesli sesli.
Ystad’a döndü. Fazla hızlı, diye düşündü. Norén ve Peters bugün trafik kontrolünde olsalardı epey bir hır çıkardı.
Şehir merkezine inen yokuşta motor teklemeye СКАЧАТЬ