KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ. H.RAHMİ GÜRPINAR
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ - H.RAHMİ GÜRPINAR страница 8

Название: KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ

Автор: H.RAHMİ GÜRPINAR

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8035-43-8

isbn:

СКАЧАТЬ hanım, basın sesiyle yine kırgın cevaplar verdiler. Konu kızıştı. Basın dünyasında İrfan, kadın düşmanlığıyla biraz tanındı; fakat ne yapsa, ne etse kadınlardan büsbütün hıncını alamıyordu.

      1910 yılı Mayıs başlangıcında, dünyamızın Halley yıldızının kuyruğu içinden geçeceğine dair heyecan verici bir haber çıktı. Canlarına, herkesin hayatından çok önem veren kimseler telâşa düştü. Bazı genç hanımların endişeleri, uykularının rahatını kaçıracak dereceye vardı, hatta korkunun şiddetinden ağlayanlar olduğu bile işitildi. En çok korkanların kadınların arasında olduğunu fark eden İrfan: “İşte tamam, kadınlardan güzel bir intikam almanın sırası geldi,” dedi.

      Yakınlardaki ihtiyar, genç bütün kadınları toplayarak birkaç “konferans” vermeyi kararlaştırdı. Bu konferanslar astronomi hakkında pek sade, basit, halkın anlayacağı ilkel bilgilerle başlayacak; hanımları gittikçe heyecanlandırmak amacıyla yavaş yavaş şiddet kazanacaktı. Bu kararını uygulamak için gereken hazırlığa başladı.

      3

      İrfan’ın babası Defterdar Galip Efendi, karısına ve çocuğuna geçinecek kadar gelir bırakıp dört-beş yıl önce ölmüştü. Bu aile, eski yaşayışlarını hemen hemen bozmayarak Aksaray’daki evlerinde oturuyorlardı. Bir gece, evin camekânlı büyük sofasında lambalar yakıldı. İskemleler, küçük minderler hazırlandı. İlim ve bilgi sahiplerinden İrfan Bey’in, dünyanın yakında geçireceği büyük tehlike veya uğrayacağı korkunç son hakkında vereceği bu meraklı konferansta bulunmak için yedi mahalleden ihtiyar, genç, çarşaflı, yeldirmeli,34 çocuklu, çocuksuz hanımlar sökün etti. Emeti, Bedriye, Hayriye, Mebrure, Emine Hanımlar hep toplandılar. O koca sofa kapı eşiklerine, merdiven basamaklarına kadar doldu.

      İrfan zayıfça, orta boylu, kadınların tabiriyle sürahi yüzlü, uçuk benizli, ağzı burnu yerinde, açık kumral, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıydı. Üst dudağının ortası biraz kabarık, âdeta topça durması, gözlüğünün altında miyop olanlara özgü bir şekilde kıpışık kıpışık bakması yüzüne, devamlı bir soru sorma hali verirdi. Kadınlara karşı yatıştırılması imkânsız bir düşmanlığı olmakla beraber, yine onların takdirli bakışlarını ve ilgilerini çekmek için şiddetli bir içgüdüden kendini alamadığı için saçlarını taramış, en biçimli bonjurunu35 giymiş, koyu lâcivert boyunbağının üzerine inci iğnesini iliştirmeyi bile ihmal etmemişti.

      Kuyrukluyıldız dünyamıza çarpmadan önce İrfan’ın halden anlayan, filozof yaratılışlı güzel bir kadına çatma ihtimali vardı.

      Bir köşeye koydurduğu masanın önüne geçti. Not defterini eline aldı. Başladı; fakat söz işittirmek ne mümkün? Sofa, kadınlar hamamı gibi bir uğultu içinde inliyordu. Bu uğultuyu zor da olsa biraz hafifletmeyi başararak ağır ağır girişti:

      “Hanımlar! Mademki bu dünyaya geldik, büyüdük, aklımızı şuna buna erdirmeye başladık, bizim için öğrenilmesi gereken bazı şeyler vardır. Bunlar için az çok bilgi edinmeliyiz ki oldukça medenî bir insan durumunda olmaya az çok lâyık olalım. Meselâ, yaşamak için her gün yemek yeriz; fakat bir lokmayı ağzımızda niçin çiğneriz? Bu çiğneme sırasında o lokma nasıl bir değişikliğe uğrar? Yutunca karnımızda nereye gider? İnceli kalınlı bağırsaklarımızı nasıl dolaşır? Bu yediğimiz şeylerden vücudumuz gıda payını nasıl ayırıp alır? Bunu bilmeyiz. Bilmek için de biraz düşünmek, eminim ki şimdiye kadar hiçbirinizin aklına gelmemiştir.

      Kadının biri yanındakinin kulağına eğilerek: “Kuyrukluyıldızdan söz edilecekti. Bey, mideden başladı. Acaba yıldız, karnımıza mı girecek?” dedi, iki taze fıkırdaşmaktayken yaşlıca hanımın biri, İrfan Bey’in sözüne cevap olarak biraz kaba, kısık sesiyle:

      “A, aklımıza nasıl gelmez evlâdım? Vücudumuzun içinde ne türlü âletler vardır diye ben daima merak eder dururum; fakat bizim için bunu görmek mümkün mü?”

      Okuldan yeni çıkma genç kızın biri, kız arkadaşının kulağına: “Konferansçı beyefendi, lütfen bize bir kart versin de anatomi dersi görmeye tıp fakültesine gidelim,” fısıltısında bulundu. Kısık kısık gülüştüler.

      İhtiyar hanım sözüne devam eti:

      “Kurban bayramlarında evimizde koyun kesildiği zaman pencereden bakarım. Hayvanın içi âlet dolu. Gırtlağı, ciğerleri, el kadar yüreciği; hele o bağırsakları, kulaç kulaç çekerler de bitmek tükenmek bilmez… Hikmetine kurban olduğum Allah’ım, bunlara kimin aklı tamamen eriyor ki, bizim ersin?”

      İrfan Bey:

      Gerçi bir vücudun nasıl yapıldığını, nasıl beslendiğini layıkıyla bilmek, büyük büyük birçok ilimleri öğrenmeye bağlıdır; fakat bunların kısasının kısası pek açık bir dille herkese anlatılabilir. Avrupa’da bunların hakkında sade, hoş kitaplar yazılmıştır. Biz, tabiattan bir kısım; yani bir parçayız. Onun, aklımız erdiğince ve tahsil derecemize göre anlaşılabilir kısımlarını anlatmaya çalışırsak birçok yanlışlardan kurtulmuş oluruz; çünkü insanlar her felâkete cehaletleri yüzünden uğramışlar ve hâlâ da uğramaktadırlar. İnsanlık, çocukluk döneminde akıl erdiremediği konularda daima batıl inançlara düşerek işte bundan dolayı ilerleme yolunda gecikmiştir. Her gün gözümüzün önünde durup da çoğumuzun ona dair bilgisi çok eksik olan bir şey varsa o da gökyüzüdür. Gökyüzü mavi, yuvarlak bir sahan kapağı gibi dünyanın üzerine geçirilmiş görünür, hatta içinizden çoğunuz bunun, direksiz nasıl durduğuna şaşıp kalırsınız. Gök, bitmek tükenmez bir boşluktan ibarettir. Bu boşluğa astronomi dilinde “uzay” denir. Bu gördüğünüz koca mavi gök, tavan gibi kubbe biçimi, mavi, maddî bir şey değildir ki onu öyle durdurabilmek için direk dikmeye lüzum olsun? O mavilik, hava yığınının neden olduğu bir renktir. Birçok camı yan yana dizip de bunların arasından öbür tarafa baktığınız zaman nasıl bir yeşillik görünürse bu da tıpkı öyledir. Bulutsuz, duru havalarda başımızın üzerinde gördüğümüz o mavi kubbe, bir görme zannından başka bir şey değildir. Geceleri görülen yıldızların, gökte bir kubbenin yüzeyine çakılmış gibi görünmesi de göz aldanmasından ileri gelme bir şeydir. Bu yıldızların birbirine olan uzaklıkları akıllara hayret, zihinlere durgunluk verecek kadar fazladır. Bunlardan, ancak büyük rasat dürbünleriyle görülebilenlerin uzaklığını kestirebilmek için trilyonlarca mesafede uzaklara çıkmak gerekir. Uzayın akıl almayan derinliği içine gömülmüş olanlarla bizim aramızdaki mesafeyi ölçebilmek için kullanılacak mil, fersah,36 kilometre gibi en uzun ölçü birimleri geçersiz, hatta birer sıfır hiçliğinde kalır. Ucu bucağı, fen ve aklın ölçüsü dışında kalan bu boşluğun içi güneşlerle, gezegenlerle doludur. Güneş nedir? Gezegen nedir? En sade sözlerle şimdi size bunları anlatayım. Güneşler, çevrelerine ışık ve sıcaklık saçan iri birer alev, ateş parçalarıdır. Gezegenler, bizim Güneşimizin çevresinde dönenlerle karşılaştırılırsa aslında onlar da birer ateş parçasıyken zaman geçtikçe üstleri, küremiz gibi kabuk bağlamış, parlaklığı artık kalmamış; fakat ışık ve sıcaklığını çevresinde döndükleri Güneş’ten alan dünyalardır. Dinleyici hanımların içinde, bugüne kadar astronomi hakkında hiçbir bilgi edinememiş olan hanımlar, bu sade sözlerimden СКАЧАТЬ



<p>34</p>

Yeldirme (Halk ağzında): Kadınların çarşaf yerine kullandıkları, başörtüsüyle birlikte giyilen hafif üstlük

<p>35</p>

Bonjour (Fr.): Çizgili pantolonu ve uzun ceketi olan takım elbise

<p>36</p>

Beş kilometrelik bir uzunluk ölçüsü