İsfahan'a Doğru. Пьер Лоти
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İsfahan'a Doğru - Пьер Лоти страница 9

Название: İsfahan'a Doğru

Автор: Пьер Лоти

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-71-6

isbn:

СКАЧАТЬ kervansarayı işaret ediyor. Kopan, dökülen ve yuvarlanan taş parçaları arasında tekrar çılgınca tırmanmaya başlamalı…

      Bazen dört ayağı birden kayan, fakat gene düşmeyen, yorulmak bilmez hayvanlarımızın üstünde bütün bu sarsılışlara, bu çarpmalara tahammül etmeli.

      Çıkmak, daima çıkmak! Hareketimizden beri farkına varmadan arada bir inmeye de mecbur olmalıydık, çünkü böyle olmasa beş altı bin metre yükseklikte bulunacaktık. Hâlbuki zannıma göre nihayet üç bin metre yükseklikteyiz.

      Bu gece barınacağımız Myan-Kotal adında bir yer; bu bir köy değil, bir kaledir ki tenhalıklar ortasında, tepelerde kartal yuvası gibi muallak duruyor. Yolcular ve yük hayvanları için haydutlara karşı sağlam bir sığınak… Kalın duvarlar, fakat başka bir şey yok…

      Mazgallı avluya girer girmez kapı tekrar kapanıyor, atlar, katırlar, develer, kervanın heybeleri, hepsi yerde karmakarışık duruyor. Kervansarayların odaları olan dövülmüş topraktan hücrelerin yalnız bir tanesi boş. Bu sefer adamlarımızla beraber hep orada uyumak lazım; yataklarımızı kuracak yer bile yok. Uzanacak yer bulalım da bizce yeterli. Başımızın altında bir bavul, üstümüze bir de yorgan, çünkü hava buz gibi soğuk, Ali, Abbas ve Acem hizmetçilerle hep beraber karmakarışık yatıyoruz. Dayanılmaz bir uyku hepimizi aynı zamanda yere seriyor ve başka bir şey aramaksızın kendimizden geçiyoruz.

Pazartesi, 23 Nisan

      Ölü gibi yattığımız alçak tavanlı, dumanla simsiyah olmuş biçimsiz ufak bir nevi mağaranın dibinde çok zamandan beri güneşin ziyası deliklerden ve aralıklardan süzülüyor. Fakat hiçbirimiz yerimizden kımıldamıyoruz. Avluda daima alıştığımız gürültüleri sabahları erken kalkan kervanların hareketini, katırcıların uzun haykırmalarını ve duvarların üstünde bu defa sayısız kırlangıçların âdeti haricinde şevkle ötüşlerini uyku arasında duyuyoruz. Fakat yerimizde hareketsiz kalıyoruz. Bir tembellik dün akşam düştüğümüz yerlere hepimizi sanki çivilemiş.

      Lakin inimizin gölgesini terk edip de dışarıya bir göz attığımız vakit birdenbire korku ve baş dönmesi hissettik. Gece vakti geldiğimizden böyle bir şey aklımızdan geçmemişti. Bir gece yükseldikten sonra sabahleyin uyanan baloncular bu pek hakiki ve hemen korkunç denilebilecek şaşkınlıkları hissetmiş olacaklardır.

      Etrafımızda gözün alabildiğine bakılacak hiçbir şey yok; burada yalnız bir bakışta o kadar boğazlar ve uçurumlar içinden kaç gecedir yüksele yüksele eriştiğimiz sınırsız yüksekliğin derecesini anlıyoruz. Biz bir kartal yuvasında uyumuşuz. Çünkü cihana hâkim bulunuyoruz. Ayaklarımızın altında birçok tepelerin karışıklığı var. Bunların hepsi büyük fırtınalar tesiriyle aynı cihete baş eğmişler. Gökten korkunç, saf ve kesici bir ziya iniyor. Gök şimdiye kadar asla bu kadar derin görünmemişti. Ziya, bütün bu eğilmiş dağların kasırgasını kaplıyor, gözün alabildiği kadar aynı katiyetle kayalar ve cesim zirveleri en ufak teferruatıyla gösteriyor. Bu kadar yükseklikten, bir arada görülen ve sanki rüzgârla yatmışa benzeyen bu sıralanmış tepeler aynı istikamette kaçıyor gibi görünüyorlar, bir kaya deniz üzerinde kalkan gayet geniş bir dalgayı taklit ediyorlar ve bu da harekete o kadar iyi benziyor ki bu derece hareketsizlik ve sükûttan âdeta insan şaşırıyor. Lakin yüz binlerce yıldan beri bu fırtına bitmiştir, durmuştur ve artık gürültü yapmıyor. Bundan başka da hiçbir yerde canlı bir şeyden alamet yok. Ne insan eseri, ne orman ve yeşillik nişanesi… Yalnız kayalar mevcut ve onlar hâkim. Biz, ölümün, fakat aydınlık ve parlak ölümün üstünde duruyoruz…

      Kale şimdi sessiz ve hemen boş gibi… Öteki kervanlar gittiler. Duvar içindeki avlunun bir köşesinde yalnız bizim takımlarımız ve eşyalarımız duruyor, buranın bekçileri olan uzun libaslı iki adam gözleri yerde ve bir lakırdı söylemeden kaytanlarını içiyorlar. Bu sınırsızlık manzaralarına karşı lakayıt bulunuyorlar. Eğer kırlangıçların da sesi olmasa bu büyük seda boşluk içinde hiçbir şey işitilmeyecekti.

      Havada asılı gibi duran bu kervansarayda her şey sağlam, sarp, fakat yıpranmıştır; harap hâlde bulunan duvarlar beş altı ayak kalınlığındadır; tahtaları ayrılmış, demirlerle bağlanmış eski kapılar, kol gibi kalın kilitlerde kuşatma ve müdafaa hikâyelerini anlatıyorlar. Bir de burası garip bir kırlangıç memleketidir: Bütün çatıların ve kornişlerin boyunca yuvalar iki sıra dizilmiş, hakiki ufak yollar teşkil ediyor; pek kapalı ve yalnız ufacık bir delikli yuvalar. Ve şimdi yumurtlamak mevsimi olduğundan küçük hayvancıklar çok meşgul görünüyor. Her biri meskenine bir şey getiriyor ve aldanmadan doğruca kendi evine giriyor.

      Daima mağmum olan, öğle vakti, bize yabancı arkadaşlar, baştan aşağı silahlı süvariler geliyor; bunlar geçerken kalede biraz dinlenmek ve gölgelikte tütün içmek için durmuşlar. Bizi nezaketle selamlayarak yanı başımızda, taş kemerler altında oturdular. Siyah külahlı, siyah sakallı, dağların rüzgârıyla kavrulmuş karanlık Asurî çehreli, bu adamların uzun mavi libasları, bellerinin alt tarafı silahlık kemeriyle sıkılmış. Yabani hayvan tavırları var. Oturmak veya uzanmak için yanlarında gayet güzel halıları hayvanlarının kemeri altında bükülmüştü; yünü böyle dokuyan ve boyayanların Şirazlı kadınlar olduklarını söylediler, o çok yüksek ve bize bir hülya gibi görünen Şiraz’a şüphesiz yarın akşam kavuşacağız. Çok geçmeden kaylanların uyuşturucu dumanı bizi kaplıyor ve tepelerin sert ve saf havası içinde yükseliyor.

      Avlunun ortasında, güneşin ziyaya gark ettiği boş murabbada devamlı kırlangıçlar uçuşup duruyor, onların ufak ve süratli gölgeleri toprağın beyazlığı üzerine binlerce hiyeroglif şekilleri çiziyor. Üst tarafımızda ise baş döndürücü tepelerle, taş kesilmiş geniş dalga, var ki, hâlâ harekette ve geçip kaçıyor gibi görünmektedir.

      Saat dörtte yola çıkmalıydık; lakin Abbas nerede? Yakındaki kayalıklarda otlayan hayvanlarımızı aramaya gitmiş bir daha görünmemişti. Bunun üzerine adamların hepsi telaşla çeşitli istikametlerde, dağda onu aramaya çıkıyorlar; pek az sonra onların haykırmaları, uzun uzadıya bağrışmaları tepelerin alışılmış sükûnetini ihlal ediyor. Nihayet onu buluyorlar, bu sefer kaybolan Abbas’tı… Kaçan bir katırı uzaktan getiriyordu. Ancak dört buçukta hareket edebildik. Buşir valisinin emri gereğince yolda beraber almaya hakkım olan üç muhafız askeri istemiştim; lakin köyde asker olmadığından onların yerine civardaki üç çobanı kabul ettim. İşte onları getirmişler bana gösteriyorlar. Bunlar vahşi suratları, omuzlarına düşmüş saçları ile tam haydut tipiydiler; yamalı eski kumaşlardan kadim tarzda giysileri, çakmak taşlı ve üzerlerinde muskalar asılı uzun tüfekleri ve bellerinde birçok bıçak cinsinden silahları vardı.

      Biz yıkıntılar üzerinden başımızı, gözümüzü sakınarak sıra ile yürüyoruz. Bir sürü manda da bizimle beraber gelmekte ısrar ediyor. Bunların boynuzları her an bize dokunuyor. Sahanın mutlak saflığı içinde en uzaktaki şeyler ayrı ayrı görünüyor; dağların ve uçurumların büyük kasırgası bize tamamen ayan oluyor ve gözlerimizin altında itaatkârca yayılıyor. Şurada burada arzı büyük dalgalanmaların, akşam güneşinde biraz pembe görünen büklümlerinde fevkalade güzel mavi su satıhları uyuyor ki bunlar göllerdir. Bunların hepsine hâkimiz. Gözlerimiz havada duran kartallarınki gibi sonsuzlukla doluyor; göğüslerimiz daha saf hava teneffüs etmek için genişliyor.

      Gurup vaktine doğru tahminen beş yüz metre aşağı indiğimizden dağların duvarları arasında birdenbire önümüze otlu, geniş ve ufak bir deniz gibi düz СКАЧАТЬ