İsfahan'a Doğru. Пьер Лоти
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İsfahan'a Doğru - Пьер Лоти страница 4

Название: İsfahan'a Doğru

Автор: Пьер Лоти

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-71-6

isbn:

СКАЧАТЬ kadar gevşek yapar ve fikirlerinizi karıştırır, buna karşı mücadele etmek hakiki bir ızdırap olur. Her tedbire müracaat olunur, vaziyet değiştirmek, bacakları uzatmak veya hecinlerin üzerinde bedevilerin yaptıkları gibi eyer üstünde ayaklarını birbiri üzerine koymak tecrübe edilir. Yere inmek istenir, o vakit de bu acele yürüyüş esnasında sivri taşlar ayağınızı yaralar, at kaçar ve ancak birbirinizi görebildiğiniz o sonsuz büyük tenhalık içinde, o kaya yığınları arasında birbirinizden ayrı düşersiniz: Velhasıl her neye oturursa otursun at üzerinde kalmalı…

      Tam gece yarısında Şeddi İran’ın yanındayız. Aşağıdan yukarıya ve bu kadar yakından bakılınca ne korkunç görünüyor. Siyaha çalan esmer renkte düz bir duvar, ay her deliğini, deşiğini, oyuklarını, mücessem ve hareketsiz heybetini ayrı ayrı meydana çıkarıyor. Bu sessiz ve ölü taş yığınlarından bize, ya gündüz onların güneşten aldıkları veya yanardağları besleyen yer altındaki büyük ateşten çektikleri daha ağır bir sıcak geliyor. Çünkü bunlar kükürt kokuyorlar.

      Bir saat, iki saat, üç saat başımızın üstünde göğün yarısını dolduran bu cesim kayanın altında sürünüyoruz; o, beyaz taşlı ovaların önünde kırmızımtırak esmer rengiyle dikiliyor; çıkardığı kükürt ve kokmuş yumurta kokusu duvarın iri yarıkları ve arzın damarlarına kadar nüfuz ettikleri zannolunan açık deliklerinin önünden geçilirken tahammül edilmez dereceye geliyor. Bizim fakir kervanımızın ayak sesleri ve katırcılarımızın uzun uzadıya haykırışlarının kaybolduğu, söndüğü sonsuz bir sükûnet içinde bitişik durumda sürünüyoruz. Bu renksiz çölün hendeklerini, uçurumlarını geçiyoruz. Şurada burada birtakım siyah şekiller görünüyor ki ay bunların gölgelerini kayaların beyazlığı üzerine aksettiriyor; sanki insanlar ve hayvanlar bir araya toplanmış bizi gözetliyorlar. Hâlbuki bunlar çalılıktan ve yaklaşıldığı vakit, bükülmüş ve kıvrılmış ufak ağaçlardan başka bir şey değil. Her tarafta mangallar varmış gibi sıcak… İnsan nefes alamıyor ve susuzluk hissediyor.

      Ara sıra cehennemi duvarın kayaları içinde sular aktığı işitiliyor. Hakikaten oradan seller fışkırıyor ki bunları geçmek için geçit yeri aramak lazım; lakin ayın ziyası altında beyazımsı görünen bu suda teneffüs edilemeyecek bir kükürt kokusu var. Bu dağlarda büyük ve zengin madenler olacak ki henüz bilinmiyor ve işletilmiyor.

      Ekseriya özlenen yerin hurmalıkları görünüyor gibi tahayyül edilir ve nihayet uzanıp yatmak ve su içmek kabil olacağı sanılır. Lakin hayır; gene o mağmum çalılıktan başka bir şey değil. Artık kuvvet tükenir, yürürken uyunur, bir şey gözetmeye takat kalmamıştır. Hayvanların insiyakına ve tesadüfe nefis terk edilir…

      Fakat hiç olmazsa bu sefer aldanmıyoruz. Bu sefer hakiki alana geldik. Bu koyu kütleler hurmalıklardan ve dört köşe ufak beyazlıklar köyün evlerinden başka bir şey olamaz ve henüz uzaktaki bu şeylerin gerçeğini teyit için işte bizim kokumuzu alan bekçi köpeklerin haykırmaları, işte sabahın üçünde büyük sükûnet içinde horozların bizi karşılayan berrak ötüşleri…

      Biraz sonra güzel hurma ağaçlarının arasında köyün küçük yollarındayız. Nihayet önümüzde kervansarayın ağır kapısı açılıyor sanki nefis bir sığınakmış gibi karmakarışık içerisine dalıyoruz.

Perşembe, 19 Nisan

      Uyanık mıyım, uyuyor muyum, iyi bilmiyorum… Bir zamandan beri tayin edemediğim tesir altında yanı başımda öten ve uçuşan kuşların arasında olduğumu hissediyorum. Bunlar bana o kadar yakın geçiyorlar ki tüylerinin rüzgârını duyuyorum. Vakıa alçak tavanın kirişleri arasındaki yuvaları yavrularıyla dolu olan bu kırlangıç kuşlarına elimi uzatsam hemen hemen dokunacağım.

      Ne camları ne ne kapanacak kapakları olan pencerelerimden neşeli sesleriyle girip çıkıyorlar; güneş doğuyor ve şimdi hatırlıyorum ki, Daliki köyündeyim. Kervansarayın en itibarlı ufak odasını işgal ediyorum. Dün akşam beni bu ufak meskene harici bir merdivenle çıkardılar. İçi boş idi. Kireçle badanalanmış toprak duvarlardan başka bir şey yoktu. Orada Acem hizmetkârlarım Yusuf ile Yakup yataklarımızı kurmak, halılarımızı yaymakla uğraşıyorlardı. Ben de Fransız uşağımla beraber uykusuzluktan harap bir hâlde ve hararetle bir ibrik su içerek bekliyorduk.

      Burada sıcak o müthiş körfez sahili kadar ağır değil. Ve parlak bir güzel hava var. Benim odam köyde zemin katında olmayan yegâne odadır ve etrafa oldukça nezareti vardır. Dört tane ufak penceresiyle dört taraftan rüzgâra açıktır. Sabahın keten mavisi renginde göğü altında yeşil ve taze hurma ağaçlarının ortasında bulunuyorum. Gökyüzüne beyaz pamuk gibi pek hafif bulutlar serpilmiş. Bir tarafta karanlık ve gayet geniş bir şey, esmer ve kırmızı bir şey o kadar yükseliyor ki onun nihayetini görmek için başı dışarıya çıkarmak ve havaya bakmak iktiza ediyor: İran’ın büyük dağ silsilesi ki orada pek yakında ve hemen yıkılacak gibi duruyor.

      Diğer tarafta, uzakta görünen biraz çöl ile bütün hurma ağaçlarının birbirine benzeyen ince sakları arasında köy… Horozlar kırlangıçlarla beraber ötüyorlar. Kerpiçten yapılmış evlerin kubbeli kapıları vardır ki saf Arap resmindedir ve damları düz ve taraça şeklindedir. Üzerlerinde tarlalardaki gibi ot bitiyor. Yörenin genç kızları açık havada tuvaletlerini yapmak için örtünmeden evlerinin önüne çıkıyor, bir taş üzerine oturuyorlar ve siyah saçlarını taramaya başlıyorlar. Dokumacıların tezgâhlarının gürültüsü işitiliyor.

      Yer çok işlek ve şimdi her gece yollarda yavaş yavaş yürüyen yük kervanlarının geleceği saat olduğundan işte her taraftan kervansaraya doğru acele ile gelen katırların çıngırakları, ince ve esmer kafaları üzerine pek arkaya doğru konmuş yüksek siyah Acem külahlarıyla kuvvetli ve neşeli katırcıların haykırmaları işitilmeye başlıyor.

      Öğleüstü kervanbaşımla aramızda uzun münakaşa, Buşir’de iken haritaya bakarak bu akşamki konak menzilinde durmayıp yola devama karar vermiştim. O reddetmişti, hiddetlenmiş ve mukaveleyi imzalamadan gitmeye davranırken tehdidim üzerine kalmıştı. Bugün yolların hâli karşısında onun iptida ısrar ettiği gibi yalnız altı saat yürümeyi ve Konor-Takte köyünde gece kalmayı tercih ediyorum. Şimdi de o istemiyor.

      Mamafih, sabrım tükenerek: “Bu böyle olacak, çünkü ben istiyorum, münakaşa bitti.” dediğim vakit birdenbire güzel çehresi yumuşadı. Gülümseyerek, “Mademki ben istiyorum diyorsun, ben de o hâlde öyle olsun, demekten başka bir şey söylemeyeceğim.” dedi.

      O sırf sohbet etmek, vakit geçirmek için mübahase ediyordu, başka bir şey değil.

      Akşamın altısı… Buranın hâkimi tarafından verilen üç yeni muhafız süvarim geldi; güzel çiçekli pamuk esvapları ve ellerinde pek eski zamanın tüfekleri var. Azimetimizden beri ilk defa kervanım gündüz ve güneşin son kırmızı şuaları henüz meydanda iken toplanıyor ve rahatça yöreden çıkıyoruz. Orada yüksek hurma ağaçları altında, berrak dereler kenarında hemen hepsi güzel birçok kadınlar çocuklarıyla beraber oturmuş akşam garipliğinde vakit geçiriyorlar.

      Derhâl kum ve taş beyabanları başlıyor. Nihayet bu gece varacağımız uzun Şeddi İran göz görebildiğine, ufkumuzun nihayetine doğru uzanıyor; sanki onu mübalağalı renklerle istedikleri gibi boyamışlar… Portakal sarısı ile yeşilimtırak sarı birbirine garip çizgilerle ve güneşin korkunç ve imkânsız dereceye varan esmer kırmızı renklerde karışıyor, uzaklarda bu renkler hale olarak parlak СКАЧАТЬ