“Gönlüm istemiyor da değil.”
“O değil, bu değil. Ya nedir efendim? Hevesin bir kuru hevesten ibaret ise bari ondan bahsetme de insanı kendi hevesi veçhile edeceği hayallerden de menetme.”
“Hevesim pek kuvvetli bir hevestir. Resulullah’ın sayesinde senin paran kadar bir parayı benim bu yolda harcamaya gücüm vardır. Ancak ailemin güzelce rızası ve oluruyla yola çıkarsam daha fazla rahat ve kalp huzuruyla seyahat etmiş olacağım. Birader! Böyle uzun uzadıya seyahatlere çıkıldığı zaman gidip de gelmemek ve gelip de bulmamak var. Onun için insan her vazifesini yerine getirerek çıkmalı!”
“Amma uzun düşünce ha! Gidip de gelmemek olursa toprağımız Kuzey Kutbu’ndan alınmış deyiveririz. Gelip de bulmayacak olursak hasret kıyamete kaldı diye teselli buluruz. Bazı kere o kadar filozof görünürsün ki ben de şaşarım. Bazı kere…”
“Bencesi yine böyledir. Fakat ev halkıncası böyle değildir. Sen işi bana bırak. Sana ne lazım? Ne kadar olsa sen daha birkaç güne kadar yola çıkamazsın değil mi?”
“Öyle ya? Yol tedariki olarak bazı şeyler alacağım. Gerçi asıl soğuk memleketler için gereken seyahat ihtiyaçlarını Petersburg’dan tedarik edecek isek de buradan alınacak birtakım şeyler de vardır. Herhâlde bir hafta on gün kadar daha buradayım.”
“Tamam! Ben de o zamana kadar buradaki işleri görür bitiririm.”
İki arkadaş Hicabi Bey’in evine geldiler. O gece yemekte ve yemekten sonra hep seyahate dair söz edileceği malumdur. Bu akşam Hicabi Bey Suphi’yi yatak odasında yalnız bırakarak kendisi harem tarafında yattı ve zihnî meşguliyeti bir yandan uykusunu reddetmekle beraber diğer taraftan dün geceden beri devam eden uykusuzluk kendi hükmünü dahi yürüterek bir hayli zaman Hicabi’yi hemen gözleri kapalı bir hâlde bulundurdu ise de Hicabi yine geç vakte kadar uyuyamayıp pek muzdarip bir hâlde vakit geçirdi.
Ancak bu gece ailesi halkına seyahatten falandan asla bahis açmadı. Hicabi Bey bu bahsi ertesi sabah açtı. Hem de seyahatin faydasından, ehemmiyetinden bahsederek güzel bir başlangıç ile söze girişti. Özetle demişti ki: “Dünyayı görmeyen bir adam hiçbir şey görmemiş demektir. Çünkü bu âlemde bizce maddeten bir varlık varsa o da dünya ve içindekilerden ibarettir. Hâlbuki biz İstanbul’da doğup İstanbul’da büyümekle dünyayı görmüş sayılamayız. Bu yüzden birkaç ay müddet için Suphi Beyefendi ile seyahat azmine düştüm.”
Güzel muhakeme, güzel arzu, güzel niyet ama aile halkı için bu giriş sözlerini kabul etmek ihtimali var mı ki hatta neticeyi dahi kabul etmek mümkün olsun?
Zaten aile halkının en büyük düşman tanıdığı bir adam varsa o da Suphi Bey’di. Herkes, “Suphi Bey denilen deli ile düşüp kalkmayı artırıncaya kadar bizim beyefendi evini barkını sever, pek iyi bir adamdı. Onunla düşüp kalkmayı ve ahbaplığı arttıralıdan beri bozuldu. Hele şimdilerde büsbütün divane oldu!” diye Suphi’yi elinden gelse bir kaşık su içinde boğmak isterdi.
Hele seyahat denilen şey hakkında Hicabi Efendi ailesinin malumatı o kadar azdı ki “Biraz da seyyah olarak ömür süreyim.” sözü Hicabi Efendi’nin ağzından çıktığı zaman “A! Üstüme iyilik sağlık! Elde keşkül hu bereket Allah diye dilenmek size mi kalmış?” dediler ki bu hâlde seyyah sözünden Buharalı dervişleri anladıkları anlaşılınca Hicabi Efendi anlayışları bundan ibaret olan kadınların âdeta hâllerine acıdı.
O gün Suphi Bey Osmanlı Bankasına havale olunan parayı almak için bankaya giderek Hicabi Bey evinde kalmış ve ta akşama kadar kadınlar ile bahiste devam etmiş ise de küçük çocuklara ve hizmetkârlara varıncaya kadar hepsi bir aralık beyin delirdiğine inandıktan sonra nihayet aklını henüz bozmadığını görüp içleri rahatlayarak fakat bu seyahat arzu ve hevesinden dolayı biçareyi alaya almaya karar vermişlerdi.
Akşam Suphi geldi. Paraları almış olduğundan koruması için hepsini Hicabi Bey’e verdi. Dedi ki:
“Bu parayı aldığıma hata ettim. Zira bu kadar para yanımızda olduğu hâlde seyahat edemeyiz. Bu yüzden lüzumu kadar paranın bize Petersburg’da banka tarafından teslim olunması ve kalanı için de dünyanın hangi taraflarından telgraf çekersek hemen poliçelerinin gönderilmesi hususunda gerek bunları gerek Mısırlıdan aldığımız paraları tamamen bankaya teslim etmeliydik. Lakin seyahatimiz için gereken planı henüz yapmadığımdan şimdilik paraların bizim korumamızda olması için aldım buraya getirdim… Ey, sen kendi işini ne yaptın bakalım?”
Hicabi Bey bu soruya birdenbire cevap veremedi. Biraz şaşırıp kekeledikten sonra dedi ki:
“Biz de henüz bir karar veremedik. A kardeş böyle kadınlarla ciddi şeylerden söz edilir mi? ‘Seyyah’ deyince onlar ceylan derisi sırtımızda, külah başımızda Buharalılar kıyafetine girerek memleketten memlekete, tekkeden tekkeye sürtüp gezeceğiz zannediyorlar.”
“Ben zaten senin seyahatine imkân veremiyorum azizim. Çoluğu çocuğu beyhude yere üzme! Haydi içeriye git de bu sevdadan vazgeçtiğini söyle! İstersen ben hanım kardeşi şuraya, kapıya çağırayım da söyleyeyim.”
“Etme Allah’ı seversen! Zaten ben onları seninle iknaya çalışırken şimdi işi sen bozma!”
“Benimle iknaya mı çalışıyorsun? Ne diyorsun?”
“Yalnız seyahat etmeyip beraber seyahat edeceğimizden ve senin fazilet ve irfanından bahisle bu seyahatin herhâlde benim, eğitim ve görgü bakımından mükemmelleşmemi temin edeceğini söylüyorum.”
“Güzel ama geçen gün hanım kardeşin dikçe bir sesle seninle bahsederken benim âdeta deli olduğumu söylediğini ben burada işitmiştim. Ben şimdi işin olmayacağını görüyorum. Bu yüzden bari seni bu seyahat deliliğinden ben vazgeçirmiş olayım da o münasebetle onların nazarında deli olmadığımı da ispat etmiş olayım.”
“Hiçbir şey hakkında kendi fikirleri olmayan o biçareleri bundan dolayı ayıplama! Kadın bu! Özellikle Osmanlı kadınları! Avrupa kadınları olsalar kocaları ile beraber seyahate çıkarlardı. Fakat bizim kadınlar buradan Boğaziçi’ne misafirliğe gidecek olsalar evin yarı eşyasını bohçalara doldurup beraber götürürler. Dolayısıyla ben onları ikna ederim. Sen keyfine, rahatına bak da bana müsaade ver ki ben de onlar ile uğraşayım!”
Misafirin istirahat sebeplerini tamamladıktan sonra Hicabi Bey tekrar hareme girdi. O gece dahi seyir ve seyahate olan hevesinden ve bu seyahatle edeceği istifade ve alacağı lezzetten uzun uzun konuştu ise de bunların hiçbirisi aile halkının kulağına girmedi. İnsan için zevk ve sefa çoluğuyla çocuğuyla, tam bir refah ve rahatla yaşamakla olacağı için öyle uzak memleketlerde hastalık ve sağlık ihtimallerine karşılık seyahate kalkışmak deliliğin ta kendisi sayılacağından ibaret cevaplar alıyordu.
Bu gecelik de Hicabi Bey, daha fazla işi üstelemeyip odasına çekildi. Ertesi gün bütün aile halkını odasına çağırarak dedi ki:
“Ölmek, yaşamak insanoğlu için değil midir? Birtakım adamlar vardır ki benim kadar da yaşamayıp genç hâlinde vefat etmişlerdir. Şimdi siz dahi diyebilirsiniz ki ben de yarından itibaren vefat edeceğim. СКАЧАТЬ