“Aman birader! Ne kadar isabet ettin! Akşamdan beri nasıl vakit geçireceğimi bilemeyerek iç sıkıntısından çatır çatır çatlamakta idim.”
“Aman kardeş! Sana bir müjde ile geliyorum ki sevincinden çıldırmalısın!”
“Korkarım tabiat tarihi kitaplarında mevcut olmayan bir böcek keşfettin!”
“Değil değil! Daha mühim! Kuzeye efendim kuzeye!”
Suphi bu sözü o kadar telaşla söylemişti ki âdeta Hicabi dahi arkadaşını çıldırmış sanarak dikkatli dikkatli yüzüne baktı.
Merdiven ayağında bu bahsi uzatmanın, zaten memnuniyetsizliklerini anladığı ev halkını bir kat daha çıldırtacağını bildiği için Hicabi Bey arkadaşını yukarıya alarak sordu ki:
“O nasıl söz? ‘Kuzeye kuzeye’ ne demek?”
“Kuzey Kutbu’na kadar seyahate gitmek amacı gerçekleşiyor.”
“Deme Allah’ı seversen!”
Hicabi’nin bu sözü dahi Suphi’den daha az delice bir telaşla söylenmemişti. Suphi cevaben dedi ki:
“Beyoğlu’ndan, İngiliz Club Commercial’ından geliyorum. İstanbul civarında bulunan böcekler ile ot ve çiçeklere dair toplamaya muvaffak olduğum iki koleksiyon yok mudur?”
“Ey?”
“Evvelki gün bir İngiliz seyyahı bize gelerek bunları görmüş, hem de son derece hayretle seyretmişti. Meğer herif bunları satın alma merakına düşmüş. Bir dostuma aracılık etmesini rica etmiş. O da dün bana işi açmıştı. Pek de satmak niyetinde olmadığımdan bin adet sterlin lirası verirse vereceğimi söylemiştim. Herif bu fiyatı kabul ederse ne dersin?”
“Allah aşkına!”
“Ama yalnız numuneleri istemiyor. Benim yapmış olduğum resimlerimi de beraber istiyor. Hani ya pek de pahalı olmuş olmayacak öyle değil mi?”
“Öyle ama…”
“Dur! Dahası var. Yalnız bu kadar değil. Alışveriş yalnız bundan ibaret olsaydı ben belki razı olmazdım. Club Commercial’da bir de Mısırlı beyzade var. Yok beyzade değil, paşazade imiş.”
“Ne zade olursa olsun.”
“Öyle ya! Ne zade olursa olsun. İngiliz bizim kütüphanenin mükemmeliyetini bu Mısırlıya anlatmış. Hatta bir müşteri bulursam satacağımı da söylemiş. Mısırlı ile konuştu. Kataloğu gereğince ve satış fiyatıyla satın alacağını söyledi. Kendisi de kitapların seçimi hususundaki maharetimden istifade edecek.”
“Öyle ya! Sen onları seçinceye kadar ne zahmetler çektin?”
“Yalnız zahmet mi ya? Ne kadar kitap alıp sattım! Kısacası altı yüz liradan fazla da kitaplar eder. Yarın Mısırlı ile kütüphaneye bakmaya gideceğiz. Anlamıyor musun? Anlamıyor musun? Bin altı yüz lira ele girince artık İstanbul’da kim durur? Ah seyahat ah! Tabiat sevgilisine ulaşma yolu sensin!”
Numunehanesi ile kütüphanesi için bundan evvel bin altı yüz liradan daha, pek daha çok paha takdir ederken şimdi bu kadar ile yetinmesine Hicabi Bey biraz şaşırdı ise de bu merakını açıktan açığa halletmek istemeyip yalnız şöyle bir soru sordu. Dedi ki:
“Geçenlerde bir görüşmemizde seyahat için üç bin altın kadar tahmin ediyordun. Şimdi ise bin altı yüzü de yeterli görüyorsun. Acaba evvelki tahmin yüksek mi idi? Yoksa şimdiki tahmin mi azdır?”
“A gözüm! Seyahat denilen şey bir bina değildir ki kaç kuruş masraf gidecek diye bir keşif defteri yapılsın! Eğer bazı kibarın seyahatleri gibi seyahat edecek olursak o zaman bir tahmin mümkün olursa da bu tahmin dahi doğru olamaz. Çünkü seyahatte insan ne kadar parası varsa o kadar sarf eder. Hâlbuki seyahat hususunda bir de Orta Asya’dan ibret almalıdır. Herifler dilenerek dünyayı dolaşırlar.”
“Öyle ama onlar İslam memleketlerinde dolaştıklarından kendilerine sadaka verenler bulunur. İslam memleketlerinin dışına rahatlıkla çıkmak mümkün olur mu?”
“Elde keşkül14 sokaklarda gezilemez ise de başka türlü medet ve yardım isteme dahi mümkün olur. Lakin işte bizim ona dahi ihtiyacımız kalmadı. Bin altı yüz lira ile en az bin altı yüz gün seyahat edebilirim. Daha fazlası da ne lazım?”
Hicabi Bey gerçi bu miktar bir para ile uzun uzadıya seyahat edebilmenin mümkün olduğunu teslim etti. Ancak İslam memleketlerinde olduğu gibi onun dışında da dilenerek seyahatin mümkün olduğu meselesini Suphi Efendi’nin izah etmemesi Hicabi’nin bu konuda şüphelenmeye devam etmesini gerektirdi. Dolayısıyla bunu da arkadaşına sordu. Suphi dedi ki:
“Bazı gazetelerde hiç görmedin mi? Mesela Orta Asya seyahatinden dönmekte olduğundan bahisle filanca zatın falan yerde bir konferans vereceği ve o konferansta gördüklerini anlatarak herkesi bilgilendireceği ilan olunur ki bu toplantılara giriş için çoğunlukla fazlaca bir ücret koyarlar ve toplantıya gelinmeyecek olsa bile biletlerini kabul ve ücretlerini vermeleri için kibara gönderirler. İşte bu konferansların hasılatı o seyyaha yardım olur. Bir de trenlerde, vapurlarda fakir olan seyyahlar için parasız gidiş biletleri alınabilmesi mümkündür. Bunun için de bu hususta tecrübeli bazı kişiler tarafından tavsiyeler alınarak kumpanyalara müracaat olunabilir. Kısacası ilmî ve fennî dernekler seyyahlara yardım parası verebilecekleri gibi seyahat esnasında birtakım manastırlarda, falanlarda insan kendisini misafir kabul ettirebilir. Hele Avrupa medeniyetinden biraz uzakça bulunan memleketlerin hepsinde ve âdeta vahşiler diyarında bile yolcular haklarında misafirperverlik öteden beri geçerli olduğu gibi bundan sonra dahi olagidecektir. İşte insan medet ve yardım isteme külfetine katlanacak olursa parasız seyahat dahi mümkün olabilir ise de seyahatten maksat tabiat kitabını okumak gibi büyük bir istifade ise o meşguliyet bir tarafta dururken diğer taraftan nereye başvursam da bir yardıma nail olsam diye zihni meşgul etmek doğru olamaz.”
“Demek oluyor ki seyahat merakı seni buralarını araştırmaya kadar sevk etti ha?”
“Sorar mısın a kardeş sorar mısın? Kaç defa başımı alıp çıkıvermeyi kurdum ise de cesaretsizlik engel olmuştu.”
Suphi zaten geç vakit gelmiş idiyse de seyahat imkânının belirmeye başlaması üzerine o kadar sevinmişti ki gözlerine uyku girmediğinden gece pek geç vakte kadar Hicabi ile hep şu seyahat sözlerini uzattı gitti. Ondan sonra Suphi’nin gözleri kapanarak yatağı içinde uykuya daldı ise de gözlerini kapadığı anda rüya gören bâtıni gözlerine yeniden seyahat yolu görünmeye başladığından sanki hiç uykuya varmamış da gözleri kapalı olduğu hâlde konuşuyormuş gibi yine hep seyahat meselesini sayıklamakta idi.
Hicabi’ye gelince: Suphi Bey’den sonra dahi onun gözlerine uyku girmedi. Seyahat meselesi gözünde büyüdükçe büyümeye başladı. Kendi kendisine dedi ki:
“Aksaray’da bir oda içinde dünyaya gel. İstanbul’dan dışarı çıkmaksızın büyü! Bu yaşa geldiğin hâlde henüz İzmit’e bile СКАЧАТЬ
14
Keşkül: Gezici bazı dervişlerin ve dilencilerin ellerinde tuttukları, Hindistan cevizi kabuğundan, metalden veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı. (e.n.)