Öyle murdârını görmekte ki insan fuhşun;
Bırakın, söylenemez: Mevkiimiz câmi'dir;
Başka yer olsa da tafsîle hayâ mâni'dir.
Ya taassupları? Hiç sorma, nasıl maskaraca?
O uzun hırkasının yenleri yerlerde, hoca.
Hem bakarsın eşi yok dîne teaddîsinde,483
Hem ne söylersen olur dîni hemen rencîde!
Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bid'at;
Şer'i tağyîr ile, terzîl ise: -hâşâ- sünnet!
Ne Hudâ'dan sıkılırlar, ne de Peygamber'den.
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden
Çekecek memleketin hâli ne olmaz? Düşünün!
Sayısız medrese var gerçi Buhârâ'da bugün…
Okunandan ne haber? On para etmez fenler,
Ne bu dünyâda soran var, ne de ukbâda geçer!
Üdebâ doğrusu pek çok, kimi görsen: Şâir.
Yalınız, şi'rine mevzû iki şeyden biridir:
Koca millet! Edebiyyâtı ya oğlan, ya karı…
Nefs-i emmâre hizasında henüz duyguları!484
Sonra tenkîde giriş: Hepsi tasavvufla dolu:
Var mı sôfiyyede bilmem ki ibâhiyye kolu?485
İçilir, türlü şenâatler olur, bî-pervâ;
Hâfızın ortada dîvânı kitâb’ül-fetvâ !486
«Gönül incitme de keyfin neyi isterse becer!»
Urefâ mesleği; âlâ, hem ucuz hem de şeker!
Şu kadar var ki şebâbında ufak bir gayret
Başlamış… Bir gün olup parlayacaktır elbet.
O zaman işte şu toprak yeniden işlenerek,
Bu filizler gibi binlerce fidan besleyecek!
Çin'de, Mançurya'da din bir görenek, başka değil.
Müslüman unsuru gayet geri, gayet câhil.
Acabâ meyl-i teâlî ne demek onlarca?
«Böyle gördük dedemizden!» sesi milyonlarca
Kafadan aynı tehevvürle bakarsın, çıkıyor!
Arş-ı âmâli bu ses tâ temelinden yıkıyor487
Görenek hem yalınız Çin'de mi salgın? Nerde!
Hep musâb, âlem-i İslâm o devâsız derde.488
Getirin Mağrib-i Aksâ'daki bir Müslümanı;
Bir de Çin sûrunun altında uzanmış yatanı;
Dinleyin her birinin rûhunu: Mutlak gelecek,
«Böyle gördük dedemizden!» sesi titrek titrek!
«Böyle gördük dedemizden!» sözü dînen merdûd;
Acabâ sâha-i tatbîki neden nâ-mahdût?489
Çünkü biz bilmiyoruz dîni. Evet, bilseydik,
Çâre yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik.
«Böyle gördük dedemizden!» diye izmihlâli
Boylayan bir sürü milletlerin olsun hâli
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde?
Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'ânın,490
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz mânânın:
Ya açar nazm-ı celîlin, bakarız yaprağına;
Yâhud üfler, geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkîyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
Bu havâlîdekiler pek yaya kalmış dince;
Öyle Kur'ân okuyorlar ki: Sanırsın Çince!
Bütün âdetleri âyîn-i mecûsîye karîb,491
Bir şehâdet getirirler, o da oldukça garîb.
Yalınız, hepsi de hürmetle anar nâmınızı.
Hiç unutmam, sarılıp hırkama bir Çinli kızı,
Ne diyor anlamadım, söyledi birçok şeyler;
Sonra me'yûs olarak ağladı… Bîçâre, meğer,
Bana Sultân'ı sorarmış da, «nasıldır?» dermiş;
Yol yakın olsa imiş, gelmeyi isterlermiş!
Sorunuz, şimdi, Japonlar da nasıl millettir?
Onu tasvîre zafer-yâb olamam, hayrettir!
Şu kadar söyleyeyim: Dîn-i mübînin orada,
Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda.
Siz gidin, safvet-i İslâm’ı Japonlarda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün,
Müslümanlıktaki erkânı siyânette ferîd;
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd.
Doğruluk, ahde vefâ, va'de sadâkat, şefkat;
Âcizin hakkını i'lâya samîmî gayret;
En ufak şeyle kanâat, çoğa kudret varken;
Yine ifrât ile vermek, veren eller darken;
Kimsenin ırzına, nâmûsuna yan bakmayarak,
Yedi kat ellerin evlâdını kardeş tanımak;
«Öleceksin!» denilen noktada merdâne sebat;
Yeri gelsin, gülerek, oynayarak terk-i hayat,492
İhtirâsât-ı husûsiyyeyi söyletmeyerek,493
Nef'-i şahsîyi umûmunkine kurbân etmek…494
Daha bunlar gibi çok nâdire gördüm orada.
Âdemin en temiz ahfâdına mâlik bir ada.
Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle…
O da sâhiplerinin lâhik olan izniyle.
Dikilip sâhile binlerce basîret, im'ân;
Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan!
Garb’ın eşyâsı, eğer kıymeti hâizse yürür;
Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür!
Gece gündüz açık evler, kapılar mandalsız;
Herkesin sandığı meydanda, bilinmez hırsız.
Ya o mahviyyeti insan göremez bir yerde…
«Togo» nun umduğunuz tavrı mı vardır? Nerde!
«Gidelim!» der, götürür! Sonra gelip tâ СКАЧАТЬ
483
Teaddî: Tecavüz.
484
Nefs-i emmâre: İnsana her şeyi buyuran, her arzusunu yaptırmak isteyen, her tecavüzü ve her ihtirası teşvik eden nefis.
485
İbâhiyye: Her şeyi mubah gören ve her yasağı yapma mesleği.
486
Kitabü’l-fetvâ: Fetva kitabı.
487
Arş-ı amal: Emeller, ümitler tahtı.
488
Musab: Musibete uğramış, malûl.
489
Nâmahdud: Hudutsuz.
490
Muhkem: Sağlam.
491
Ayin-i mecûsîye karîb: Mecûsîlerin âyinine yakın.
492
Terk-i hayat: Hayatı terk etmek, canı feda etmek.
493
İhtirasat-ı hususiye: Şahsî ihtiraslar.
494
Nef-i şahsî: Şahsî menfaat.