Safahat. Mehmet Akif Ersoy
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 31

Название: Safahat

Автор: Mehmet Akif Ersoy

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-909-7

isbn:

СКАЧАТЬ edâ mübtezel.

      Tabîî o gâyetle parlak bulur;

      Okur, dinletir, söyletir, gaşy olur.

      Biraz sonra bastırmak ister, fakat,

      Sakın olmasın der ufak bir sakat.

      Büyük, muktedir bir münekkid arar,

      Nihâyet zarîfin birinden sorar.

      Gözetmez bu âdem de hâtır, huzûr,

      Bulur lâfz u mânâda birçok kusûr.

      Herif şimdi tenkîde hiddetlenir,

      Rezîlâne artık neler söylenir!

      Biraz dinleyip sonra, «Bak!» der zarîf,

      «Sizin nesriniz nazmınızdan lâtîf!»

      Bu Da Bir Mezar Taşı İçin Yazılmış İdi:

      Yâ Rab ne hatîbdir ki makber:

      İnsanlara en derin meâli,

      Bir vahy-i bülend kudretiyle

      Telkîn ediyor lisân-ı hâli!

      Ondan da alınmıyorsa ibret,

      Yok bir daha almak ihtimâli!

      Binlerce vücûd-i nâzenînin

      Bir servi hayâl-i yâl ü bâli.

      Binlerce ser-i semâ-güzînin

      Bir kabza türâb olur zevâli.

      Her seng-i mezâr bin hayâtın

      Fânilere karşı infiâli.

      Görsün de bu inkılâbı insan,

      Dehrin nedir anlasın kemâli!

      Zâir bu hakâikın önünde

      Hâlâ mı bırakmadın hayâli?

      Gül, Bülbül

      Konduğu her gusn-i ter minberidir bülbülün,

      Zemzeme addettiğin hutbesi, faslu’l-hitâb.

      Reng-i hakîkat nedir, fark eden ebsâr için,

      Goncada matvî duran her varak ümm’ül-kitâb.

      Tercümedir

      Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma…

      Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr.

      «Nerde yârânım?» diyorken ben bülend âvâz ile,

      «Nerde yârânım?» diyor vâdî, beyâbân, kûhsâr.

      Tercümedir

      Nühüfte kalb-i ketûmunda leyl-i deycûrun,401

      Seninle biz iki âvâre-ser idik gûyâ:

      Ki tâ ebed kalacak muhtefî nazarlardan,402

      Meğer ki onları etsin lisân-ı subh ifşâ!

      Hüsrân-ı Mübîn

      Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu,

      Rahmetli babam: «Âdem olur oğlum ilerde.»

      Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu…

      Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?

      Âmâli tezâd üzre giderken ebeveynin,

      Hep böyle harâb olmada etfâl ara yerde!403

      Âhiret Yolu

      Sokakta sâde bir «âmîn!» sadâsıdır gidiyor:

      Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

      Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,

      Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût.

      Denildi: «Fâtiha!», âmîni kestiler; bu sefer,

      Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

      Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;

      Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

      Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,

      Diyordu:

                                               – Söyleyin, Allâh için, şu merhûmu,

      Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?

                                                                                                                             – İyi biliriz!

      – Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

      Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

                                                                                                                 – Evet!

      – İmam efendi, helâllik de iste, merhamet et…

      – Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı…

      – Helâl edin, hadi bekletmeyin adamcağızı!

      Cemâatin yüreğinden kopup «helâl olsun!»

      Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, âh-ı derûn

      Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.

      İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

      Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

      – Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?

      – Yıkıldı dostlar evim, barkım… Âh gitti kocam…

      – Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam.

      – Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,

      Kızıp da «ey!» demiş insan değildi, hemşîre!

      – Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım…

      – Babam ne oldu?

                                                      – Baban… Öldü.

                                                                                                 – Etme Ayşe Hanım,

      Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza…

      – Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza…

      Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın…

      Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,

      Sevimli bir küçücük kız… Beşinde ancak var.

      Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

      Zavallının eriyen rûh-i bî-günâhı idi.

      Benim СКАЧАТЬ



<p>401</p>

Kapkaranlık gecenin gizliyen kalbinde saklanmış.

<p>402</p>

Muhtefi: Saklanmış, göze görünmez.

<p>403</p>

Etfal: Çocuklar.