Çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,
Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
Şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;
Birer mezâra işâret, düşün ki, her kandil!
Üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.
Sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.
Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,
Kaçırmış Ayvaz'ı ağlar Köroğlu rahmetli!
Arab Üzengi'ye çalmış Şah İsmail gürzü;
Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
Firaklıdır Kerem'in «Of!» der demez yanışı,
Fakat şu «Âh min’el-aşk»a kim durur karşı?
Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın,
Külüngü düşmüş elinden zavallı Ferhâd'ın!
Görür de böyle Rüfâî'yi: Elde kamçı yılan,
Beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
Bakındı bak Hacı Bektâş'a: Deh demiş duvara!
Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.
Birer birer oku mümkünse, sonra mânâ ver…
Hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:
Bedâheten kusulan herze-pâreler ki düşün,
Epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!
Oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,
Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın
Elinde yağlı meşin zanneder görünce adam.
Ya tavlanın kiri? Kâbil değildir, anlatamam.
Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
Beyaz mı taşları, yahut siyah mı, hiç sorma!
Hutûtu: Gayr-i muayyen hudûdu memleketin:
Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin!
Deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,
Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
Delikli çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;
Yanında bir de kulaksız Tekir… Unutma aman!
– Asıldı bey koza!
– Besbelli, bak sırıttı aval;
– Bacak elinde mi?
– Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.
– Ulan! Kapakta imiş dağlı… Hay köpoğlu köpek!
– Köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!
– Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
– Halim, ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!
– Çihâr ü yek mi o taş?
– Hiç sıkılma öldü dü-şeş!
– Elimde yok mu diyor? Çek babam!
– Aman şeş-beş!
– Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!
– Bi parti yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
– Dü-beşle bağlıyorum.
– Yağma yok!
– Elindeki ne?
– Se-yek.
– Aman durun öyleyse: Penç ü yek, domine!
– Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
Kırık mı söyleyin Allâh için şu cânım zar?
– Kırık!
– Değil!
– Alimallah kırık!
– Değil billâh!
– Yeminsiz oynayamazlar ki, ah çocuklar ah!
– Karışmasan işin olmaz değil mi? Sen de bunak!
– Gelirsem öğretirim şimdi…
– Ay şu pampine bak!
Gelip de öğretecekmiş… Mezarcı Mahmud'a git!
Bir üflesen gidecek ha… Tirit mi sâde tirit!
– Zemâne piçleri! Gördün ya, hepsi besmelesiz…
Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
– Herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!
– Mezarcı Mahmud'a git ha? Bakın it oğluna bir!
Küfürbaz, alçak, edepsiz… Bu söylenir mi Bekir?
– Yolunca terbiye verdin ya âferin Hasan Ağa.
– Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!..
– Mezarcı Mahmud'a ha? Vay babasının canına!
Bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,
Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
«Otur» demezseler elpençe sâde dinlerdik;
«Hayır, bu böyle değildir» demek, ne haddimize!
«Evet» desek bile derlerdi: «Sus behey geveze!»
– Otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı,
Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi çünkü karı!
Bugün, СКАЧАТЬ