Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât;
Uyandı karşıki evlerde lem'a lem'a hayât.
Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh;
Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh;
Uyandı bende de bir şeb-çerâğ-ı zulmet-sûz,
Ki tâ ebed olacak feyz-i Hak'la sîne-firûz.
Tasavvur eylemem artık zevâl o meş'al için…
Meğer ki nûr-i İlâhî ufûl edip gitsin!342
Cânan Yurdu
Eyvâh, ıssız diyâr-ı dilber…
Her hatvesi bir mezâr-ı muğber!
Uçmuş da bakındığım terâne,
Kalmış sessiz bir âşiyâne.343
Yer yer medfun durur emeller…
Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler!344
Yâ Rab! Neye böyle bir yığın hâk
Olmuş yatıyor o buk'a-i pâk?345
Yâ Rab, ne için o lem'a nâbûd?
Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd?
Yâ Rab, ne demek harîm-i cânan
Üstünde bu perde perde hicran?346
Lâkin görünen kimin hayâli?
Cânan gibi tıpkı yâl ü bâli…
Gîsû-yi siyâh-ı târumârı
Altında cebîn-i lem'a-dârı,
Zulmetler içinde subh-ı mahmûr;
Ya gözbebeğinde nazra-i nûr;
Ya ebr-i bahâr içinde cevvâl
Bârân şeklinde dürr-i seyyâl;
Ya sinede her zaman coşan yâd,
Ya kayd-i bedende rûh-i âzâd.347
Ey tayf-ı nigeh-firîbi yârın,
Olmaz mı bir an için kararın?
Heyhât, serâb-ı şavka döndün…
Karşımda parıldamanla söndün!348
Kimden sorayım ki nerde dilber?
Makber gibi samt içinde her yer.
Cânan! Cânan!.. dedim, arandım…
«Bir aks-i nidâ» dedikçe, yandım!
Yâ Rab, neye hem sağır, hem ebkem,
Dağlar, dereler, bütün şu âlem?349
Ey sevdiğimin sevimli yurdu,
Hâlin, bana şimdi pek dokundu!
Aç sîneni: yâd-ı nükhetinden
Bir şemmeye kâilim bugün ben.350
Bir vakt o şemîm-i nâz-perver
Tâ subha kadar yanımda bekler
-Ümmîde verip bekâ sabûhu-
Sermest-i safâ ederdi rûhu.
Heyhât o nesîm-i sâf şimdi
Nâzân nâzân semâya gitti.351
Ey lâne-i târumâr söyle,
Cânan sana artık inmiyor mu?
Ey mâtem-i pâyidâr söyle,
Sâhandaki nevha dinmiyor mu?352
Ey ebr-i semâ-güzîn-i seyyâr,
Yâdında mıdır o nazlı reftâr?
Ey darbe-i bâda karşı, ra'şân,
İnşâd-ı enîn eden nihâlân!
Bir şi'r-i revân olup da cânan,
Geçmez mi bu gölgeden hırâmân?353
Ey dilber-i mihribân, zuhûr et!
Ömrüm gibi ansızın mürûr et!
Ya kalb-i fezâya bir hutûr et:
Âfâkımı lem'a lem'a nûr et.
Bin nevha-i cân içimde pür-cûş,
Geldim bu garîb yurda, medhûş.
Feryâdımı yok mu eyleyen gûş?
Yâ Rab, bu nasıl cihân-ı hâmûş:
Bir «yok!» diyecek sadâ da yokmuş!..354
Bir Mersiye
(Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken bu cihan-ı zulmete vedâ ederek, âlem-i nûrânûr-i dîdâra yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında)
Nihâyet oldu nazardan nihân o nur-i mübîn,
Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defîn!355
Zevâl, o emr-i tabîî kemâle derpeydir:
Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;
Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtıf idi,
Ki birden etti gurûbuyla ufku leyl-âkîn.356
Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;
Kemîne pâye-i iclâli oldu ılliyyîn.357
Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,
Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn…358
Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,
Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika-bîn!359
Bir âsümân-ı celâlin muhîti oldukça,
Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?360
Kitâbe, seng-i mezarında hep kitab-ı ledün;
Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.
Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;
Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.361
Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;
Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.
Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;
Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.362
Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için
Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!СКАЧАТЬ
342
O feryat, ümmetin ahı olup yerden semaya çıktı, yine o feryat rahmet ruhu olup semadan yere indi. Heybetli minareler, deminden ve alaca karanlık içinde birer heyûlayı andırıyordu. Fakat şimdi hayalimde gece semâ'hanesinin birer nâyı olmuştu. O taş yüreklerden bu kadar müessir nağmeler çıkması hakîkaten garip idi. Biraz sonra o neylerin hepsi hemdem oldular da sükûnetin ruhunda büyük bir kıyamet koptu. Şu camit âlemde tehlil sadası coşunca minareler bana İsrafil'in sûru gibi geldi. Gecenin eli muhitime ölüm örtüsü çekmişken, karşımdaki evlerde hayat ziyaları uyandı. Sonra âlemler ve sabahın ruhu uyandı, daha sonra da yokluk uykusundan bedenler bidar oldu. Bende de karanlıkları yakan bir gece çerağı uyandı ki Allah’ın feyziyle ebede kadar kalbimi parlatacaktır. Allah’ın nuru sönmedikçe o meşale için ben zeval tasavvur edemem.
343
Eyvah! Güzel sevgilimin yurdu ıssız kalmış, her köşesi hazin bir mezara dönmüş, içindeki nağmeler uçmuş da sessiz bir yuva hâlinde kalmış.
344
Bütün emel ve arzularım orada gömülü duruyor, sanki mahşer kıyamını bekliyor.
345
İlâhî, o pak ve nezih saha, neden böyle bir yığın toprak olmuş yatıyor?
346
İlâhî; neden burayı aydınlatan güzellik ziyası sönmüş? İlâhî; ne için buraya bir firkat gölgesi uzanmış? İlâhî; harim-i canan üstüne bu kat kat ayrılık perdesi çekilmesinin sebebi ne?
347
Lâkin şu görünen hayal kimin ki boyu bosu tıpkı canana benziyor? Dağınık, siyah saçlarının altındaki parlak alnı, karanlıklar içinde mahmûr bir sabahı, yahut gözbebeğindeki rüyet nurunu, yahut bahar bulutu arasında ve yağmur şeklinde akıcı incileri, yahut kalbimde her zaman coşan hâtırayı veyahut beden kaydından âzâde bir ruhu andırıyor.
348
Ey yârimin, nazarı aldatan hayali; bir an olsun karar etmez misin? Karşımda parıldayıp söndün de şevk serabına döndün.
349
Her yer derin bir sessizlik içinde. «Cânan, Cânan!» diye seslendim, cevap alamadığım için yoruldum. Sesimin aksini olsun işitmeye kanaat ettiğim hâlde onu da duyamadım. Dağlar, dereler, bütün etraf sağır ve dilsiz bir hâlde!
350
Ey sevdiğimin sevimli yurdu; bu şimdiki hâlin bana pek dokundu. Göğsünü aç ki oradaki hâtıralardan ben bugün bir şemmeye olsun razıyım.
351
Bir vakit o hâtıra rayihalarının sahibi, sabahlara kadar yanımda beklerdi. Ümidime beka şarabı verir, ruhumu safa sarhoşu ederdi. Heyhât ve eyvah ki, o nesim kadar saf olan cânan, nazlı nazlı semalara gitti.
352
Bozulmuş ve perîşân olmuş yuva; söyle ki canan, artık sana inmiyor mu? Ey ebedî mâtem; haber ver ki sahanda nevhalar dinmiyor mu?
353
Ey semada seyredip giden bulut, onun nazlı yürüyüşü hatırında mı? Ey rüzgârın dokunup geçmesine karşı inleyerek şiir okuyan fidanlar! Canan; revan bir şiir olup da salına salına bu gölgelikten geçmiyor mu?
354
Ey şefkatli güzel; meydana çık da ömrüm gibi birdenbire geçip git! Yahut feza dâhilinde bir görün de ufuklarımı nurlara gark eyle! İçimde binlerce can nevhaları coştuğu hâlde dehşetler içinde olarak bu garip yurda geldim. Feryadımı dinliyecek duygulu bir kulak yok mu? Yâ Rabbi; bu nasıl susmuş bir cihan ki, sualime karşı «Yok!» diye bir akis de vermiyor.
355
O apaçık nur, nihâyet gözlerden gizlendi. Arkasından ufuklara gömülmüş bir hayal kaldı.
356
Kemalin izinde zevalin yürümesi tabiî bir hâldir. Fezada yükselen yıldızlar da batar. Fakat bu emel yıldızı, göz kamaştıran bir şimşek gibiydi ki, gurubuyla ufukları gece rengine boyadı.
357
Nâsut âlemine tenezzül etmedi de lâhûta yükseldi. Yüksekliğin ednâ kademesi ılliyyin oldu.
358
Hayali, hazin hâtıramda duruyor; ruhu semalarda dolaşıyor; vücudu ise mezar döşeğine gurub etmiş yatıyor.
359
O, yekpare bir nur idi. Tahallül etti de bârika gören ve harika gösteren bir nazar oldu.
360
O bir celâl ve azamet semâsı idi ki bir kabir onu kucakladı. Artık görünüşte zemin, arş ile beraber olursa çok mu?
361
Kitab-ı ledün, mezar taşının kitabesi, nur-i yakîn de kabrinin üstünde asılı kandili, Allaha doğru yükselen tehlil cümlesi, merkadinin direği, arş-ı a'lâdan inen rahmet ve mağfiretler, meşhedinin kemeridir.
362
Nesimin nazlı eli kabrinin toprağını süpürmekte, inci yağdıran bulut, mezarının fezasında şakilik etmektedir. Yıldızlar türbesine uyanık birer türbedar, bahar da lâhdine ter ü taze yeşil bir örtü olmuştur.