Safahat. Mehmet Akif Ersoy
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 24

Название: Safahat

Автор: Mehmet Akif Ersoy

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-909-7

isbn:

СКАЧАТЬ bana gelmişti sûr-i İsrâfîl:

      Muhîte çekmiş iken dest-i şeb, ridâ-yı memât;

      Uyandı karşıki evlerde lem'a lem'a hayât.

      Uyandı sonra avâlim, uyandı rûh-i sabâh;

      Uyandı hâb-ı ademden birer birer eşbâh;

      Uyandı bende de bir şeb-çerâğ-ı zulmet-sûz,

      Ki tâ ebed olacak feyz-i Hak'la sîne-firûz.

      Tasavvur eylemem artık zevâl o meş'al için…

      Meğer ki nûr-i İlâhî ufûl edip gitsin!342

      Cânan Yurdu

      Eyvâh, ıssız diyâr-ı dilber…

      Her hatvesi bir mezâr-ı muğber!

      Uçmuş da bakındığım terâne,

      Kalmış sessiz bir âşiyâne.343

      Yer yer medfun durur emeller…

      Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler!344

      Yâ Rab! Neye böyle bir yığın hâk

      Olmuş yatıyor o buk'a-i pâk?345

      Yâ Rab, ne için o lem'a nâbûd?

      Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd?

      Yâ Rab, ne demek harîm-i cânan

      Üstünde bu perde perde hicran?346

      Lâkin görünen kimin hayâli?

      Cânan gibi tıpkı yâl ü bâli…

      Gîsû-yi siyâh-ı târumârı

      Altında cebîn-i lem'a-dârı,

      Zulmetler içinde subh-ı mahmûr;

      Ya gözbebeğinde nazra-i nûr;

      Ya ebr-i bahâr içinde cevvâl

      Bârân şeklinde dürr-i seyyâl;

      Ya sinede her zaman coşan yâd,

      Ya kayd-i bedende rûh-i âzâd.347

      Ey tayf-ı nigeh-firîbi yârın,

      Olmaz mı bir an için kararın?

      Heyhât, serâb-ı şavka döndün…

      Karşımda parıldamanla söndün!348

      Kimden sorayım ki nerde dilber?

      Makber gibi samt içinde her yer.

      Cânan! Cânan!.. dedim, arandım…

      «Bir aks-i nidâ» dedikçe, yandım!

      Yâ Rab, neye hem sağır, hem ebkem,

      Dağlar, dereler, bütün şu âlem?349

      Ey sevdiğimin sevimli yurdu,

      Hâlin, bana şimdi pek dokundu!

      Aç sîneni: yâd-ı nükhetinden

      Bir şemmeye kâilim bugün ben.350

      Bir vakt o şemîm-i nâz-perver

      Tâ subha kadar yanımda bekler

      -Ümmîde verip bekâ sabûhu-

      Sermest-i safâ ederdi rûhu.

      Heyhât o nesîm-i sâf şimdi

      Nâzân nâzân semâya gitti.351

      Ey lâne-i târumâr söyle,

      Cânan sana artık inmiyor mu?

      Ey mâtem-i pâyidâr söyle,

      Sâhandaki nevha dinmiyor mu?352

      Ey ebr-i semâ-güzîn-i seyyâr,

      Yâdında mıdır o nazlı reftâr?

      Ey darbe-i bâda karşı, ra'şân,

      İnşâd-ı enîn eden nihâlân!

      Bir şi'r-i revân olup da cânan,

      Geçmez mi bu gölgeden hırâmân?353

      Ey dilber-i mihribân, zuhûr et!

      Ömrüm gibi ansızın mürûr et!

      Ya kalb-i fezâya bir hutûr et:

      Âfâkımı lem'a lem'a nûr et.

      Bin nevha-i cân içimde pür-cûş,

      Geldim bu garîb yurda, medhûş.

      Feryâdımı yok mu eyleyen gûş?

      Yâ Rab, bu nasıl cihân-ı hâmûş:

      Bir «yok!» diyecek sadâ da yokmuş!..354

      Bir Mersiye

      (Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken bu cihan-ı zulmete vedâ ederek, âlem-i nûrânûr-i dîdâra yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında)

      Nihâyet oldu nazardan nihân o nur-i mübîn,

      Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defîn!355

      Zevâl, o emr-i tabîî kemâle derpeydir:

      Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;

      Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtıf idi,

      Ki birden etti gurûbuyla ufku leyl-âkîn.356

      Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;

      Kemîne pâye-i iclâli oldu ılliyyîn.357

      Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,

      Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn…358

      Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,

      Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika-bîn!359

      Bir âsümân-ı celâlin muhîti oldukça,

      Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?360

      Kitâbe, seng-i mezarında hep kitab-ı ledün;

      Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.

      Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;

      Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.361

      Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;

      Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.

      Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;

      Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.362

      Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için

      Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!СКАЧАТЬ



<p>342</p>

O feryat, ümmetin ahı olup yerden semaya çıktı, yine o feryat rahmet ruhu olup semadan yere indi. Heybetli minareler, deminden ve alaca karanlık içinde birer heyûlayı andırıyordu. Fakat şimdi hayalimde gece semâ'hanesinin birer nâyı olmuştu. O taş yüreklerden bu kadar müessir nağmeler çıkması hakîkaten garip idi. Biraz sonra o neylerin hepsi hemdem oldular da sükûnetin ruhunda büyük bir kıyamet koptu. Şu camit âlemde tehlil sadası coşunca minareler bana İsrafil'in sûru gibi geldi. Gecenin eli muhitime ölüm örtüsü çekmişken, karşımdaki evlerde hayat ziyaları uyandı. Sonra âlemler ve sabahın ruhu uyandı, daha sonra da yokluk uykusundan bedenler bidar oldu. Bende de karanlıkları yakan bir gece çerağı uyandı ki Allah’ın feyziyle ebede kadar kalbimi parlatacaktır. Allah’ın nuru sönmedikçe o meşale için ben zeval tasavvur edemem.

<p>343</p>

Eyvah! Güzel sevgilimin yurdu ıssız kalmış, her köşesi hazin bir mezara dönmüş, içindeki nağmeler uçmuş da sessiz bir yuva hâlinde kalmış.

<p>344</p>

Bütün emel ve arzularım orada gömülü duruyor, sanki mahşer kıyamını bekliyor.

<p>345</p>

İlâhî, o pak ve nezih saha, neden böyle bir yığın toprak olmuş yatıyor?

<p>346</p>

İlâhî; neden burayı aydınlatan güzellik ziyası sönmüş? İlâhî; ne için buraya bir firkat gölgesi uzanmış? İlâhî; harim-i canan üstüne bu kat kat ayrılık perdesi çekilmesinin sebebi ne?

<p>347</p>

Lâkin şu görünen hayal kimin ki boyu bosu tıpkı canana benziyor? Dağınık, siyah saçlarının altındaki parlak alnı, karanlıklar içinde mahmûr bir sabahı, yahut gözbebeğindeki rüyet nurunu, yahut bahar bulutu arasında ve yağmur şeklinde akıcı incileri, yahut kalbimde her zaman coşan hâtırayı veyahut beden kaydından âzâde bir ruhu andırıyor.

<p>348</p>

Ey yârimin, nazarı aldatan hayali; bir an olsun karar etmez misin? Karşımda parıldayıp söndün de şevk serabına döndün.

<p>349</p>

Her yer derin bir sessizlik içinde. «Cânan, Cânan!» diye seslendim, cevap alamadığım için yoruldum. Sesimin aksini olsun işitmeye kanaat ettiğim hâlde onu da duyamadım. Dağlar, dereler, bütün etraf sağır ve dilsiz bir hâlde!

<p>350</p>

Ey sevdiğimin sevimli yurdu; bu şimdiki hâlin bana pek dokundu. Göğsünü aç ki oradaki hâtıralardan ben bugün bir şemmeye olsun razıyım.

<p>351</p>

Bir vakit o hâtıra rayihalarının sahibi, sabahlara kadar yanımda beklerdi. Ümidime beka şarabı verir, ruhumu safa sarhoşu ederdi. Heyhât ve eyvah ki, o nesim kadar saf olan cânan, nazlı nazlı semalara gitti.

<p>352</p>

Bozulmuş ve perîşân olmuş yuva; söyle ki canan, artık sana inmiyor mu? Ey ebedî mâtem; haber ver ki sahanda nevhalar dinmiyor mu?

<p>353</p>

Ey semada seyredip giden bulut, onun nazlı yürüyüşü hatırında mı? Ey rüzgârın dokunup geçmesine karşı inleyerek şiir okuyan fidanlar! Canan; revan bir şiir olup da salına salına bu gölgelikten geçmiyor mu?

<p>354</p>

Ey şefkatli güzel; meydana çık da ömrüm gibi birdenbire geçip git! Yahut feza dâhilinde bir görün de ufuklarımı nurlara gark eyle! İçimde binlerce can nevhaları coştuğu hâlde dehşetler içinde olarak bu garip yurda geldim. Feryadımı dinliyecek duygulu bir kulak yok mu? Yâ Rabbi; bu nasıl susmuş bir cihan ki, sualime karşı «Yok!» diye bir akis de vermiyor.

<p>355</p>

O apaçık nur, nihâyet gözlerden gizlendi. Arkasından ufuklara gömülmüş bir hayal kaldı.

<p>356</p>

Kemalin izinde zevalin yürümesi tabiî bir hâldir. Fezada yükselen yıldızlar da batar. Fakat bu emel yıldızı, göz kamaştıran bir şimşek gibiydi ki, gurubuyla ufukları gece rengine boyadı.

<p>357</p>

Nâsut âlemine tenezzül etmedi de lâhûta yükseldi. Yüksekliğin ednâ kademesi ılliyyin oldu.

<p>358</p>

Hayali, hazin hâtıramda duruyor; ruhu semalarda dolaşıyor; vücudu ise mezar döşeğine gurub etmiş yatıyor.

<p>359</p>

O, yekpare bir nur idi. Tahallül etti de bârika gören ve harika gösteren bir nazar oldu.

<p>360</p>

O bir celâl ve azamet semâsı idi ki bir kabir onu kucakladı. Artık görünüşte zemin, arş ile beraber olursa çok mu?

<p>361</p>

Kitab-ı ledün, mezar taşının kitabesi, nur-i yakîn de kabrinin üstünde asılı kandili, Allaha doğru yükselen tehlil cümlesi, merkadinin direği, arş-ı a'lâdan inen rahmet ve mağfiretler, meşhedinin kemeridir.

<p>362</p>

Nesimin nazlı eli kabrinin toprağını süpürmekte, inci yağdıran bulut, mezarının fezasında şakilik etmektedir. Yıldızlar türbesine uyanık birer türbedar, bahar da lâhdine ter ü taze yeşil bir örtü olmuştur.