Safahat. Mehmet Akif Ersoy
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 19

Название: Safahat

Автор: Mehmet Akif Ersoy

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-909-7

isbn:

СКАЧАТЬ href="#n279" type="note">279

      «Bu bir cânî» dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.

      Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse,

      Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye'se…

      Ne mel'unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs’e!

      Değil kâbusun artık, devr-i devlet, intibâhındır.280

      Gel ey nâzende hürriyyet ki canlar ferş-i râhındır.281

      Emindir mevkiin: En pâk vicdanlar penâhındır.

      Serâpâ mülk-i Osmânî müeyyed taht-gâhındır.282

      Serîr-ârâ-yı ikbâl ol ki: Bir millet sipâhındır.283

                                                                                                                   – Bir gün evvel —

      Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamaz;

      Erir erir akarız semtimizde geldi mi yaz!

      Bahârı görmeyiz ammâ latîf olur derler…

      Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer.

      Demek, şu arsada ot bitse nev-bahâr olacak…

      Ne var gidip Yakacık'larda dem-güzâr olacak?

      Füsûlü dörde çıkarmaz bizim sokaklarımız;284

      Kurak, çamur, iki mevsim tanır ayaklarımız!

      Müneccimin, bereket versin, eski takvîmi

      Haber verir bize, mevsim şehirde gelmiş mi?

      Sıcak, ziyâde sıcak bir geceydi; baktım ki:

      Oturmak evde ölümden beter, dedim: belki,

      Çıkar dışarda gezersem biraz nefeslenirim;

      Epey de yorgunum ammâ gelince dinlenirim.

      Bizim müsamere meydanı yayla tümseğidir;

      Uzak çekerse de poyraz tutar, yazın iyidir.

      Giyip ayağmı çıkarken sopam yetişti hele…

      Emîn olup gidemem, çünkü, vermesek el ele.

      Odur cihanda benim, varsa yoksa, mûtemedim;

      Vakûr, hâtırı mer'î, vefâlı, çok denedim.

      Bizim sokakları tahmîn için deyin ki: Kuyu!

      Doğar şehirde güneş, yükselir minare boyu,

      İdâre kandili karşımda göz kırpar hâlâ;

      Gurûb ikindiyi bulmaz, leyâl hep yeldâ!285

      Nasılsa bedrin o akşam nigâh-ı sîmîni,286

      Tarassut etmek için sanki evlerin içini;287

      Dikildi safha-i mînâda semt-i re'simize.288

      Tavansız evlere, yâ Rab, ne hoş bir âvîze!

      Dur ey sirâc-ı ezel, gitme olduğun yerden:289

      Biraz şu sahne-i deycûru okşasın şu'len.290

      Şu'â-i muhriki altında, gündüzün, şemsin

      Yanan alınlar için bir hayât olur lemsin…291

      Açıktı pencereler; sağlı sollu her evden

      Gelirdi türlü sadâlar, acıklı, ba'zen şen.

      —Bak anne, aydede bak bak!

                                                                                                           – Aman da maşallah

      Değirmi tabla kadar var…

                                                                                               – Susundu Ayşe, günah.

      —İlâhi teyze tuhafsın, neden günâh olacak?

      —Günâh dedim ya, bırak şimdi…

                                                                                                     – Haydi sen de bunak!

      —Bunak, munak deme billâhi çarparım elimi…

      Aşifteler sizi… Âhir zaman tevekkeli mi!

      Evin birinde nevâ-sâz bir güzel ûdî;292

      Birinde cezbe-fezâ bir sadâ-yı dâvûdî,293

      Tilâvet etmede Kur'an; gelip geçenlerse

      Ayakta irkiliyor incizâb edip o sese.

      Duyulmasın mı biraz sonra başka bir acı ses?

      Aceb ne var? diyerek koştu önceden herkes;

      Fakat gidenlere baktım ki kaldırıp tabanı,

      Bucak bucak kaçıyor; kaç bilir misin amanı!

      Kısıldı karşıki evlerde mumların hepsi,

      Kısıldı sanki bütün bir mahallenin nefesi!

      Kesildi nağme-i Kur'an, kesildi nağme-i sâz;

      Zaman zaman duyulan sâde bir rakîk âvâz.

      Niçin kaçıştı ahâli, ne var ki yâ Rabbi?

      Yavaş yavaş sokulur, anlarım nedir sebebi.

      Ne manzaraydı, İlâhî, o gördüğüm sahne!

      Beş on herif yapışıp bir fakîrin ellerine,

      Sürüklüyor; öteden bir kadın diyor:

                                                                                                                              – Bırakın!

      Kocam ne yaptı? Nedir cürmü bî-günâh adamın?

      Zavallının büyük evlâdı öldü askerde;

      İkinci oğlu da sürgün Yemen'de bir yerde.

      Acıklı, göğsü sakat koyverin, didiklemeyin;

      Günahtır etmeyin, oğlum, ayıptır eylemeyin.

      Efendi kim, ne bilsin? Bilirse hem ne çıkar?

      Kilercisiyle uzaktan biraz hısımlığı var.

      Geçende komşuyu görmüş, demiş: Selâm söyle.

      Demek alınmayacak Tanrı’nın СКАЧАТЬ



<p>280</p>

İntibâh: Uyanıklık.

<p>281</p>

Ferş-i râh: Yol yaygısı.

<p>282</p>

Müeyyed: Destekli.

<p>283</p>

Serir-ârâ-yı ikbâl: İkbal tahtına yerleşen.

<p>284</p>

Füsûl: Fasıllar, mevsimler.

<p>285</p>

Leyal: Geceler; Yelda: Uzun.

<p>286</p>

Nigâh-ı sîmîn: Gümüş gibi bakış.

<p>287</p>

Tarassut etmek: Gözetlemek.

<p>288</p>

Safha-i mînâ: Mavi safha; semt-i re's: Gökte tam tepe.

<p>289</p>

Sirac-ı ezel: Ezelî kandil, çerağ.

<p>290</p>

Sahne-i deycur: Karanlık sahne.

<p>291</p>

Lems: Temas, değme.

<p>292</p>

Nevâ-sâz: Ses veren.

<p>293</p>

Cezbe-fezâ: Cezbe verici.