Safahat. Mehmet Akif Ersoy
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 22

Название: Safahat

Автор: Mehmet Akif Ersoy

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-909-7

isbn:

СКАЧАТЬ Haklısın, yalnız,

      Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;

      Gidip de söylememişsen ne hâldesin bilemez.

      – Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

      Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?

      Zavallının işi çokmuş!.. Nedir, muhârebe mi?

      İşitme sen de civârında inleyen elemi,

      Medîne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş…

      «Gazâ! Gazâ!» diye git soy cihânı, gel paylaş!

      Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

      Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı:318

      – Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine;

      Ömer! Savâik-i tel'în olur, iner tepene!319

      Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:

      O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!320

      – Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver…

      – Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!

      Gidip de söyleyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!

      Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,

      Ölür de yüz suyu dökmem sizin halîfenize!…

      Ömer vuruldu bu son sözle…

                                                                                                 – Haklısın, teyze!

      Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

***

      Halîfe önde, bitik, suçlu, münfail, nâdim;

      Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

      Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

      Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor?

      Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor?

      Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;321

      Dönüp dönüp hele geldik zahîre ambarına.

      Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

      Arandı her yeri, bir mum yakıp alel'acele.

      – Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

      Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

      Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık ambardan;

      Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

      Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;

      Dedim ki:

                                      – Ben götüreydim… Verir misin çuvalı?

      – Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

      Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

      Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

      Yarın, huzûr-i İlâhî’de, kimseler, Ömer'in

      Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;322

      Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

      Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

      Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!

      Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ul!

      Yetîmi, girye-i hüsran alır, Ömer mes'ul !323

      Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

      Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

      Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

      O damla bir koca girdâp olur boğar Ömer'i!

      Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

      Ömer koğulmada her mâtemin civarından!

      Ömer halîfe iken başka kim çıkar mes'ul?

      Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!324

      Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den…

      Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

      – Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

      İdâre eyleyecek düştüğün bu ma'rekeyi ?

      Evet, adâleti «mutlak» hayal edersen eğer,

      Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!

      Beşer, adaleti «mutlak» tahayyül eylerse,

      Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.

      Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm.

      Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!

      Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,325

      Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!326

      Huzûr-ı Hakka çıkarken bu unlu cephenle,

      Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!

      – Uzak mı yol? Daha çok var mı?

                                                                                          – Ancak üç beş adım.

      Mecâli kalmamış artık zavallının… Baktım:

      Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

      Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!

      Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

      – Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.

      Hemen çakılları çömlekten indirip attı;

      Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

      Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak,

      Hemen sönüp gidecek…

                                                                  – Teyze, yok mu hiç yakacak?

      Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

      Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

      Ocak tüter, Ömer üfler zefîr-i hârıyle;327

      Zemîni lihye-i beyzâ-yı târumârıyle328

      Sücûd СКАЧАТЬ



<p>318</p>

Tehevvür: Son derece hiddet, deliren öfke.

<p>319</p>

Savaik: Saikanın çoğulu, yıldırımlar.

<p>320</p>

Ra'd-i kaza: Kazanın gök gürlemesi, ilâhî hikmetin gök gürültüsü gibi tahakkuk etmesi.

<p>321</p>

Münhani: İğri

<p>322</p>

Şerik-i haybet: Ziyan ortağı.

<p>323</p>

Girye-i hüsran: Hüsran gözyaşları.

<p>324</p>

Zalûm ü cehul: Fazla zalim ve fazla cahil.

<p>325</p>

Görür büruc-i semanın bütün sitâreleri: Gökyüzündeki burçların bütün yıldızları görür.

<p>326</p>

Zalâm: Karanlık.

<p>327</p>

Zefir-i hâr: Sıcak soluk.

<p>328</p>

Lihye-i beyzâ-yı târumâr: Dağılmış beyaz sakal.