Safahat. Mehmet Akif Ersoy
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 17

Название: Safahat

Автор: Mehmet Akif Ersoy

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-909-7

isbn:

СКАЧАТЬ Neyzen

      Elinde, nevha-i mâtem kadar acıklı sadâ211

      Veren, bir eski kamış; koltuğunda bir yedici;

      Şu kör dilenci, bakardım, olunca nâle-serâ,212

      Durup da merhameten dinleyen gelip gidici,

      Önünde boynunu bükmüş zavallı keşkülüne,

      Atardı beş para, onluk değilse bâri yine.

      Kırık sazıyla ederken zaman zaman feryâd,

      Gelirdi gûşuna onlukların tanîniyle213

      Birer nevâ-yı beşâret, birer peyâm-ı vedâd;214

      Birer sadâ ki: Neyin sîne-çâk enîniyle215

      Karışmayıp, yalınız dem tutardı sanki ona!

      Bu ses, bu manzara gayet hazîn gelirdi bana.

      Muhîti hep mütevâlî leyâl-i dûrâ-dûr…216

      Sabâh yok onun âfâk-ı târ-ı ömrü için!217

      Yüzünde hande-i ümmîdi andırır bir nûr218

      Görülmüyor! O mükedder, elîm çehre bütün

      Kesîf bir bulut altında perde-pûş-i melâl…219

      Geçen zamanı karanlık, karanlık istikbâl!

      Nasıl hakîkat-i yeldâ? Hayatı git ona sor:220

      Bulur nazarları dünyâyı perde perde zalâm!

      Belâyı görmüyor ammâ bütün belâ görüyor,

      Bu kâinat-ı sefâlette eyledikçe devâm.

      Arar bulunduğu yeldâ-yı bî-tenâhîde221

      Zavallı, bir çıkacak yol sabâh-ı ümmîde!

      Görür şedâid-i eyyâma karşı dûşunda,222

      Siper vazifesini lîme lîme bir abacık.

      Fakat o sütre-i bîtâbı her hurûşunda,223

      Açar da dest-i inâdıyle rûzigâr; artık,

      Körün sakındığı üryan vücûdu meydâna

      Çıkar, göğüs gerer emvâc-ı berf ü bârâna!224

      Geçende çarşı içinden çıkınca baktım ki:

      Çamurlu taşlara yaslanmış inliyor sâil.225

      Hasırdı şiltesi, altında hem de pek eski,

      Şadırvan olmasa üstünde yoktu bir hâil:226

      Duyulmuyordu uzaktan neyin de şimdi sesi,

      Yakından ancak işittim o vâpesin nefesi!227

      O kendi kendine üfler mi yoksa inler mi?

      Ne dinleyen, ne duyan var… Bakıp geçer herkes.

      Mezardan akseden âvâzı kimse dinler mi?

      Zavallı, ölmeye bak, nâle-i tezallümü kes228

      Fakat durun… Yine keşkülde bir tanîn-i medîd

      Duyuldu… Âh ne nâzendedir sürûd-i ümîd229

      Şadırvanın, körü altında saklayan, saçağı

      Delinmemiş mi? Buluttan coşup gelen yağmur,

      O sakbeden uzanıp bir sicim gibi aşağı,230

      Zavallı keşkülü baktım yavaşça kamçılıyor,

      Duyunca kör, bunu bir cûş-i merhamet sandı,231

      Uzandı keşküle, heyhât, işte aldandı:

      Morarmış elleri boş çıktı, sâde ıslandı!

      Acem Şâhı 232

      “Be-merdî ki mülk-i serâser zemîn

      Niyerzed ki hûnî çeked ber zemîn.” 233

Sadi

      Gürz-i girân-ı zulmünü ey kanlı nâsiye;

      Eyvân-ı zer-cidârına as ziynetin diye !234

      Al kanlı bir kefenle donat hayme-gâhını,

      Canlarla yak meşâil-i mâtem-penâhını!235

      Makberlerin hufeyre-i muzlim-dehanları,

      Dendân-ı gayz u kahra şebîh üstühanları

      Yâd eylesin mezâlimini tâ ebed senin,

      Ey cephesi, kitâbesi bin kanlı medfenin!236

      Ey bir hayâle tuhfe kılan bin hakîkati,

      Ey âhenîn eliyle kazıp kabr-i milleti,

      Nûr-i hayât ufuklarını herc ü merc eden,

      Leylin şedîd zulmetini rûha mezc eden!

      Envâr-ı mihr-i fikri sen ey hâksâr eden,

      Meyyitlerin izâmı gibi târumâr eden!

      Ey hâdimi serâçe-i mâtem-feşanların!

      Rahş-ı akûr-i zulmüne pâmâl olanların

      Gül-gonce-i mezârı mıdır tâc-ı devletin?237

      Tutmuşsa da avâlim-i efkârı şöhretin,

      Zannetme ki hükûmetinin efseriyledir…

      Sa’dî'lerin mezâr-ı çemen-ber-seriyledir.238

      Sa’dî'lerin mezârı, evet, bir avuç türâb…

      Tahtınsa bir cihan ki senin âsüman-meâb!

      Lâkin o kabre bence fedâ taht ü efserin…239

      Makber-güzîn olup da sükût eyleyenlerin

      Feryâd-ı vâpesînine değmez bu velvelen…240

      Mudhik gelir nigâh-ı temâşâma hâilen!241

      Bin mülkü, milleti yok eden pençe-i felek,

      Bir şahsı şüphesiz ebedî kılmamak gerek.242

      Mâzî СКАЧАТЬ



<p>211</p>

Nevha-i mâtem: Mâtem iniltisi.

<p>212</p>

Nâle-serâ: inleyen, feryâd eden.

<p>213</p>

Tanîn: Tın tın öten ses. Tınlama.

<p>214</p>

Neva-yi beşaret: Müjde sesi, Peyam-ı vedâd: Dostluk haberi.

<p>215</p>

Sine-çâk: Sine yırtan; Enin: İnilti.

<p>216</p>

Mütevâlî leyal-i dûra-dûr: Birbirini takibeden davâmlı geceler.

<p>217</p>

Âfâk-ı târ-ı ömr: Ömrün karanlık ufukları.

<p>218</p>

Hande-i ümmid: Ümit gülümsemesi.

<p>219</p>

Perde-puş-i melal: Usanç ile baştan başa örtülü.

<p>220</p>

Hakîkat-i yeldâ: Uzun bir geceye benzeyen hakîkat.

<p>221</p>

Yeldâ-yı bî-tenâhî: Sonsuz, uzun gece.

<p>222</p>

Şedâid-i eyyâm: Günlerin şiddeti.

<p>223</p>

Sütre-i bîtâb: Mukavemetsiz sütresi, örtüsü.

<p>224</p>

Emvâc-ı berf ü bârân: Kar ve yağmur dalgaları.

<p>225</p>

Sâil; Dilenci,

<p>226</p>

Hâil: Engel.

<p>227</p>

Vâpesîn nefes: Son nefes.

<p>228</p>

Nâle-i tezallûm: Tezallûm, şikâyet iniltisi.

<p>229</p>

Nâzende: Nazlı, hoş. Sürûd-i ümid: Ümit sevinci.

<p>230</p>

Sakbe: Delik.

<p>231</p>

Cûş-i merhamet: Merhamet coşkunluğu.

<p>232</p>

Bu manzumeyi Mithat Cemal ile beraber yazmıştık. Bu birinci parça onun, aşağıda gelecek ikinci parça benimdir.

<p>233</p>

Bütün dünya mülkü, bir damla kanın yere dökülmesine değmez.

<p>234</p>

Ey alnı kanlı müstebit; zulmünü temsil eden ağır gürzünü süs olsun diye altın yaldızlı duvarına as!

<p>235</p>

Çadırının kurulduğu yeri al kanlı kefenlerle donat! Matem sığınağı olan meşalelerini can yakmakla parlat!

<p>236</p>

Ey alnının kara yazısı, binlerce kabrin kitabesi olan zalim; mezar çukurlarının karanlık ağızları, kin ve kahır dişlerine benzeyen kemikleri, ebede kadar senin zulümlerini hatırlasın ve hatırlatsın.

<p>237</p>

Ey binlerce hakîkati bir hayale feda eden; ey demir pençeleriyle milletin mezarını kazıp hayat nurunun ufuklarını karmakarışık bir hâle getiren ve gecelerin şiddetli karanlıklarını ruha karıştıran, ey fikir nurlarını topraklara bulayıp ölü kemikleri gibi dağıtan; ey mâtemli âile yuvalarını yıkan! Başındaki devlet tacı, kudurmuş bir at gibi olan zulmünün ayakları altında çiğnenmiş olanların mezarlarında açmış bir gül goncası mıdır?

<p>238</p>

Fikir âlemlerini şöhretin tutmakla beraber o iştiharı hükümetinin taç ve tahtı sayesinde hâsıl olmuş sanma. O şöhret, Sadi gibi İran büyüklerinin, üstünde çimenler bitmiş, mezarları sayesindedir.

<p>239</p>

Evet, Sadi ve emsalinin kabirleri bir avuç topraktan ibaret kalmış, senin tahtın ise senin düşünüşüne göre göklerin bile sığınacağı bir cihandır. Lâkin bence o mübarek mezara senin tahtın ve tacın fedadır.

<p>240</p>

Kabre çekilmek suretiyle şikâyeti kesilmiş olanların son feryadına senin gürültülü, patırtılı saltanatın değmez.

<p>241</p>

Korkunç hükümdarlığın benim temaşa nazarıma karşı güldürücü görünür.

<p>242</p>

Feleğin binlerce devlet ve milleti yok etmiş olan pençesi hiçbir şahsı ebedî bırakmaz.