“Ne kadar düşmek lazım hesaptan? Bin beş yüz kilo yeter mi? Üç bin kilo?”
“Yani… yani çok teşekkür ederim!” diye haykırdı memur, sevinç taşan bir sesle. “Eğer yetkiniz varsa…”
Foma kesin bir sesle “Patron benim!..” dedi. “İşin babamla ilgili yanına gelince, onun hakkında böyle alaycı bir şekilde konuşamazsınız!..”
“Özür dilerim! Ve tam yetkili olduğunuzdan katiyen şüphe etmiyorum artık. Samimi olarak teşekkür ediyorum size, bütün bu insanlar adına teşekkür ediyorum; tabii yalnız size değil, babanıza da…”
Foma, elini yakalamış kuvvetle sıkmakta olan memurun sözlerini yüzünde bir gurur ifadesiyle dinlerken, Yefim, ileri uzattığı dudaklarını şaklatarak, korkuyla bakmaktaydı genç patrona.
“Üç bin kilo! Rus cömertliği diye buna derler işte delikanlı! Durun, hediyenizi bu zavallı insanlara hemen müjdeleyeceğim… Ve gözlerinizle göreceksiniz nasıl size minnettar olacaklarını…” Çın çın öten bir sesle bağırdı aşağıya: “Hey çocuklar! Patron üç bin kiloyu hesaptan düşüyor.”
Foma’nın sesi yükseldi yeniden:
“Dört bin beş yüz!”
“Dört bin beş yüz kilo! Teş… çok teşekkürler!.. Dört bin beş yüz oldu, çocuklar!”
Ama bunun köylüler arasında yarattığı etki zayıftı: Köylüler başlarını kaldırmış ve tek kelime söylemeksizin işlerine dönmüşlerdi yine. Aralarından sadece birkaçı, tereddüt ederek ve âdeta istemeye istemeye, “Sağol…” diye mırıldandı. “Ulu Tanrı sana fazlasıyla geri verir inşallah!..”
Birisi neşeli bir sesle bağırdı bu sırada:
“Buğday da neymiş! İyilik etmek isteyen, şimdi her birimize küçük birer kadeh rakı dağıtsın! Asıl cömertlik budur! Buğday bizim değil ki, il meclisinin!..”
İyice canı sıkılmıştı memurun. “Ah!..” diye içini çekti. “Anlamıyorlar, anlamıyorlar bir türlü!.. Gidip de anlatayım onlara..”
Ve aşağıya yöneldi. Ama Foma’yı asıl ilgilendiren, köylülerin, hediyesine karşı takındıkları tavır değildi. O pembe tenli kadının siyah gözlerini görüyordu sadece Foma; tuhaf bir şekilde bakıyordu bu gözler; teşekkür ediyor, okşuyor, çağırıyordu… Şehir modasına göre giyinmişti bu kadın: Ayağında kısa çizmeler vardı, üzerinde bir bluz, siyah saçlarını ise orijinal bir fularla toplayıp sarmıştı. Uzun boylu ama son derece yumuşak hareketliydi; bir odun yığınının üzerine oturmuş, çuvalları tamir ediyordu orada. Dirseklerine kadar çıplak olan kolları ustalıkla işliyordu ve durmadan gülümsüyordu Foma’ya.
“Foma İnyatiç!..” Yefim’in kınayan sesiydi bu…
“Cömertliğin de bir sınırı vardır…” diyordu. “Yedi yüz elli kilo bağışlamış olsaydın, neyse ne! Ama biraz fazla hızlı gidiyorsun arkadaşım! Ve bu hızla ikimizin de yaya kalmamızdan korkarım…”
“Yeter!” dedi Foma kesin bir sesle.
“Beni ilgilendirmez aslında, susmasını bilirim ben… Ama henüz genç olduğundan, bana, ‘Oğlanı gözet!’ dediler. Fazla boşlayacak olursam, bilirsin ki bana yüklenir işin sorumluluğu…”
“Merak etme, babama söylerim.”
“Canın ne isterse yap, burada patron sensin.”
“Git başımdan Yefim, beni rahat bırak!” Göğüs geçirerek susmuştu Yefim. Foma ise kadına bakıyor ve düşünüyordu kendi kendine:
“Gelip de bana, ‘Böyle bir kadını satın al,’ deselerdi! Bir deselerdi böyle bir şey…”
Gittikçe biraz daha hızlı çarpıyordu yüreği. Bakirdi henüz, ama tanıklık ettiği konuşmalardan, kadın-erkek arası ilişkilerin sırrını biliyordu. Kaba ve ayıp terimler içinde tanıyordu bu sırrı ve bu kelimeler onda, utanç verici ama kavurucu bir merak uyandırıyordu. İnatla işlemekteydi hayal gücü, ama yine de bütün bu ilişkileri açık sahneler hâlinde canlandıramıyordu gözünde; içinden bir ses, kadın-erkek arası ilişkilerin ona söylendiği kadar basit ve kaba olmayacağını fısıldıyordu. Hatta ona, biraz da dalga geçerek, bu ilişkilerin öyle olduğunu ve başka türlü de olamayacağını tekrarladıklarında, birden şaşırıp aptalca gülümsemişti; ama yine de bu ilişkilerin herkes için bu derece utanç verici bir şekle bürünemeyeceğini ve insanlar açısından daha saf, daha az kaba ve daha az küçültücü bir yanının da bulunması gerektiğini düşünmüştü kendi kendine.
Ve siyah gözlü işçi kadını hayranlıkla seyrettiği şu anda, o inanmadığı kaba arzuyu duyuyordu Foma. Utanç verici bir şeydi bu, korkunç bir şeydi! Yefim de yanına dikilmiş, durmadan kışkırtıyordu onu:
“Tamam, şimdi de bir kıza takıldın işte! Görüyorsun ki susmama imkân yok… Tanımıyorsun bile kızı, ama sana baygın baygın bakıyor ya; sen artık biraz da gençliğin verdiği heyecanla öyle bir cömertliğe kaptırırsın ki kendini, ayağımızdakileri vermeksizin ırmak boyunca yayan dönebilirsek babanın yanına, hâlimize şükredelim…”
Utançtan kıpkırmızıydı Foma, kekeledi:
“Ne istiyorsun sen?”
“Ben mi?.. Hiiiç… Ama sen biraz beni dinlemelisin arkadaşım… Kadın konusunda epeyce şey öğretebilirim sana. Kadınlarla işi en basit yanından alıp yürütmek gerek: Bir şişe votkayla biraz yiyecek alırsın, sonra bir-iki bardak bira sunarsın hararet kesmecesine; bir de yirmi kapik sıkıştırdın mı avucuna, olur biter. O fiyata bütün aşkı senindir artık ve o kadar güzel sevişir ki seninle, daha iyisini dört dönüp arasan bulamazsın azizim!”
“Baştan sona yalan!..” dedi Foma, inanmak isteyen bir sesle. “Maval okuyorsun bana.”
“Maval mı okuyorum?… Bu dediğim işi belki de yüz kere yaptım ben, ne borcum var ki yalan söyleyeyim!.. Zaten uzatmaya lüzum yok, sen bu işi bana bırak, tamam mı? Hop der bir araya getiririm sizi!”
“Pekâlâ…” diyebildi Foma.
Bir şeyler boğazını sıkıyordu sanki, soluk alamayacakmış gibi geliyordu.
“Güzel… Akşama gözünden vur turnayı, getiriyorum.”
Foma akşama kadar, köylülerin saygı dolu bakışlarını fark etmeksizin, bir bulutun içinde gezer gibi dolandı ortalıkta. Ezilmiş hissediyordu kendini, birisine karşı bir suç işlemiş gibiydi ve kendisine hitap eden herkese alçakgönüllü bir sesle cevap veriyordu.
Akşam bastırdığında, işçiler kıyıda yaktıkları büyük bir ateşin çevresinde toplanıp yemeklerini hazırlamaya koyulmuşlardı. Ateşin yansımaları, kırmızı ve sarı lekeler hâlinde ırmağa düşüyor, sanki suyun yüzünde ve Foma’nın köşedeki divanda oturmuş beklediği kıçüstü güvertesinin camlarında СКАЧАТЬ