Böylece, yavaş yavaş akıp geçiyordu Foma’nın hayatı. Günler günleri kovalıyordu. Heyecan bakımından yoksul bir hayattı bu aslında, tasasız ve sakin bir hayat… Bu yeknesak yaşama zemini üzerinde, bazen çocuğun duyarlığını bir saatliğine ayakta tutan güçlü heyecanlar beliriyordu ama sürmüyordu bunlar, ufalanıp kayboluyordu çabucak. Hayatın fırtınalı esintilerine karşı korunaklı, sakin bir göldü çocuğun ruhu henüz ve gölün yüzeyine değen ne varsa, ya uyuyan suyu bir an için kırıştırıp dibe gömülüyor ya da suyun dümdüz yüzeyinde bir zaman kaydıktan sonra geniş daireler hâlinde açılıp siliniyordu ortadan.
İlkokulda geçen beş yıl içinde, dört sınıflık ilk devreyi iyi kötü tamamlamıştı Foma. Sağlam yapılı bir delikanlıydı şimdi; siyah saçları, esmer bir yüzü, kalın kaşları vardı ve üst dudağı koyu bir tüy perdesiyle gölgelenmişti. Koyu renk iri gözleri, çocukça bir düşünce doluydu; tıpkı çocuklarınki gibi hep aralık dururdu dudakları. Ama arzularında bir engelle karşılaştığı veya herhangi bir şeye sinirlendiği zamanlar, göz bebekleri derhâl genişler, dudakları kasılır ve yüzü alabildiğine inatçı bir ifadeye bürünürdü. Vaftiz babası alaycı bir gülümseyişle, “Kadınlar için baldan da tatlı olacaksın oğlum Foma…” derdi hep. “Ama o güne biraz da kafanı işlettiğini görsek, bayağı iyi olurdu…”
İnyat, bu sözleri her işitişinde içini çekerdi.
“İşe sar bu oğlanın başını, yolla çalışsın.”
“Bekle biraz!”
“Neyi bekleyecekmişiz? Bir iki yaz Volga üzerinde hovardalık etsin, açılsın biraz gözü, hemen evlendiririz… İşte kızım Lubov, hazır bekliyor…”
Lubov Mayakin, o çağda, bir yatılı okulda beşinci sınıf derslerini izlemekteydi. Foma sık sık sokakta karşılaşırdı onunla ve her seferinde Lubov, küçücük zarif bir şapkanın süslediği kumral saçlı başıyla, Foma’ya zoraki bir selam verirdi. Aslında hoşuna gitmiyor değildi Foma’nın; ama pembe yanakları, sevinç taşan kahverengi gözleri ve gelincik kırmızısı dudakları, o zoraki selamların tatsız izlenimini silmekten uzak kalıyordu. Birtakım liseli delikanlılarla arkadaştı kız; bunlar arasında eski sınıf arkadaşı Yejov da bulunduğu hâlde, Foma pek yaklaşmıyordu yanlarına, sıkılıyordu. Bilgi gösterisine girişip onun cehaletiyle alay ediyorlardı sanki. Lubovların evinde toplanıp kitap okurlardı hep ve heyecanlı bir tartışmaya kapıldıkları sırada Foma içeri girecek olursa, hemen susarlardı. Bütün buna benzer olaylar, Foma’yı biraz daha uzaklaştırıyordu Lubov’dan…
Yine Mayakinlerde olduğu bir gün, Lubov, bahçede gezinmeye çağırdı onu ve yan yana yürürlerken sahte bir gülümseyişle sordu:
“Niye bu kadar yabanisin sen? Hiçbir zaman hiçbir şeyin yok mudur söyleyecek?”
Sadelikle cevap verdi Foma:
“Hiçbir şey bilmeyince ne söyleyeyim yani?”
“Öğren o zaman, kitap oku!”
“Hevesim yok…”
“Ama şu liseli çocuklara bak biraz. Her şeyi biliyor, her şey hakkında rahatça konuşuyorlar… Örneğin Yejov…”
“Yejov’u senden daha iyi tanırım ben; bırak, papağanın biridir o!”
“Kıskanıyorsun onu anladığım kadarıyla… Çok zeki bir çocuk… Evet, evet! Liseyi bitirecek görürsün ve Moskova’ya üniversiteye gidecek.”
“Peki sonra ne olacak?”
“Sen de burada bir cahil kalacaksın…”
“Kalayım varayım, ne çıkar!” Alaycı bir sesle haykırdı Lubov:
“Aferin!”
Foma’nın sesi de alaycıydı cevap verirken:
“Bilgiç de olsam, cahil de kalsam, benim yerim hazır bu dünyada…” dedi. “Ve bütün bilginleri, önümde el pençe divan durdurabilirim, anlıyor musun?.. Baldırı çıplaklar gitsin okusun, benim okumaya ihtiyacım yok!”
“Ne kadar aptal, zalim ve iğrençsin, bilsen!..” Aşağılayıcı bir tonla söyledi bunu genç kız, sonra da onu bahçede tek başına bırakıp uzaklaştı. Bir süre baktı ardından, iyice canı sıkılmıştı Foma’nın; suratını astı sonra, kaşlarını kaldırdı ve başını eğip bahçenin öbür kıyısına doğru yürüdü.
O da artık yalnızlıktan hoşlanmaya ve hayale dalışların zehirli tadına varmaya başlamıştı. Yaz akşamları, o ateşten gurup renklerine büründüğü saatlerde, çoğu zaman bulanık ve belirsiz bir melankoli kaplıyordu içini. Bahçenin en kuytu köşesine oturup ya da yatağına uzanıp, efsane prenseslerini hayal ediyordu. Luba ya da tanıdığı öteki genç kızlar şeklinde beliriyordu prensesler; yarı karanlıkta sessizce dalgalanıyorlardı önünde ve muammalı bir bakışla gözlerinin içine bakıyorlardı. Bazen bu hayaller müthiş bir enerji gücü uyandırıyordu onda ve bir çeşit sarhoşluk hâli yaratıyordu; ama zaman oluyor, aynı hayaller dayanılmaz bir kedere boğuyordu onu. Ağlamak istiyor, gözyaşlarından utanıp zapt ediyor kendini, sonra yine dayanamayıp sessizce ağlıyordu.
Babası, sabır ve ihtiyatla iş âlemine alıştırmaktaydı Foma’yı; sık sık borsaya götürüyor, siparişlerden, teslimattan, ortaklarından söz ediyordu; kendilerine nasıl “güneşte bir yer” edindiklerini anlatıyor, şimdiki servetlerini ve piyasadaki tutumlarını açıklıyordu. Foma hızla alışmıştı işlere, el attığı her şeyi düşüne taşına ve büyük bir ciddiyetle yürütmekteydi.
İnyat’a göz kırparak, “Bizim küçük şalgam, harika bir çiçek verdi!” diyordu Mayakin hafiften alaycı bir sesle.
Ama yine de Foma’da, artık on dokuz yaşını aştığı hâlde, çocuksu ve alabildiğine saf bir yan vardı: Buydu onu arkadaşlarından ayıran. Ve bu yüzden, arkadaşlarının gözünde, alay edilmeyi hak eden bir aptaldı; onların bu tavrından dolayı da yanlarına sokulmuyordu. Oğullarını bir an bile gözden kaçırmayan İnyat’la Mayakin’e gelince, Foma’daki bu karakter belirsizliği karşısında ciddi olarak endişeye kapılıyorlardı.
“Katiyen anlamıyorum bu çocuğu!” diyordu İnyat üzgün bir sesle. “İçkisi yok, hovardalığı yok. Seninle, benimle son derece saygılı; her şeyi büyük bir dikkatle dinliyor. Bir delikanlıdan çok, bakire bir kız havası var. Oysa hiç de aptala benzemiyor, öyle değil mi ?”
“Yaşıtlarından daha aptal bir havası yok evet…” diyordu Maya-kin yavaşça.
“Beni asıl tedirgin eden nedir biliyor musun? Bir şeyler bekler gibi hep bu çocuk, gözlerinde bir perde varmış gibi bir hâli var. Rahmetli annesi de hep böyle el yordamıyla yürürdü bu dünyada… Oysa şu bizim Afrikan Smolin’e bak bir de; Foma’dan topu topu iki yaş daha büyük o kadar, ama cin gibi çocuk! O kadar ki, insan, babası mı oğluna, oğlu mu babasına çekmiş diye düşünüyor vallahi! Eğitim görmek üzere büyük bir fabrikaya gitmek istiyormuş şimdi, katiyen СКАЧАТЬ