Eylül. Mehmet Rauf
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eylül - Mehmet Rauf страница 6

Название: Eylül

Автор: Mehmet Rauf

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-937-0

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      “O şimdi yalnız değil ki… İnsana kuru hülyadan iyi arkadaş mı olur? Kuzum, bu yalı hülyası öyle bir hastalıktır ki, insanı gayet vefakâr bir dosttan iyi meşgul eder.”

      Necip yine:

      “Hep beraber burada otururuz, değil mi Hacer Hanım?” diyor. Süreyya yattığı yerden sesleniyordu:

      “İsterseniz gezmeye çıkınız, küçük ormanlarına yahut fasulye korusuna…”

      Hacer, Necip’in çekingen tavırlarına, Süreyya’nın biraz kuru sedasına bakıp sonra Suat’ın sessiz durmasına hücum etti:

      “Yalıyı nerede tutuyorsunuz Suat?”

      Suat tebessüm etmeye çalışarak:

      “Bakalım, daha karar vermedik.” dedi.

      “Öyle ise karar vermek için çok zahmet çekmeyeceksiniz… Ben de ilk önce sahi zannettimdi… Bizde bu züğürtlük varken… Böyle söylenilir, söylenilir, birçok tatlı hülya kurulur –gülerek Süreyya’ya, Necip’e bakıyordu– sonra vazgeçilir, değil mi? Zaten bundan kolay şey mi olur? Ağabeyim malum ya, evvela bir heves, bir heves… Üstüne uyku… O, Paris’e de böyle gidip gelmedi miydi?”

      Suat bu lakırtıların arasında hep kendi kendine “Ah akşam olsa!” diyordu. Akşamüstü hepsini kandırıp yola çıkardı. Fakat son tren gelip de dadısının çıkmadığını görünce canı pek sıkıldı; o kadar yalvardığı hâlde babasının belki aldırmayacağını düşünerek kızıyordu. Dadısı ertesi akşam, öbür akşam da gelmedi. Suat her gün akşama kadar bin sabırsızlık işkencesiyle bekliyor, bütün gün umduğu hâlde son saatte ümidini kesip onun gelmeyeceğini, gelse bile boş geleceğini düşünüyor, meyus oluyordu. Öbür gün tekrar Necip’i alıkoymak için pek ziyade sıkıldı. Amma niçin alıkoyduğunu da anlamıyordu; yalnız onun Süreyya’ya kalben ne derece merbut olduğunu bildiğinden para geldiği zaman kocasının sevincinde hazır bulunmasını istiyordu. Bundan başka Necip’in Boğaziçi hakkındaki malumatından istifade edileceğini de düşünüyordu. Fakat akşamlara kadar Hacer’in şımarık, hırçın kadınlığı elinden neler çektiğini görerek sıkılıyordu. Bunun için yine “Kalınız!” sözünü büyük bir gayretle nefsini zorlayarak söyleyebildi. Necip Bey ciddi davranarak bu alıkoymaların sebebini anlamak için hiçbir imada bulunmamış, hep sükûn ile beklemişti.

      İkinci akşam yine bir aralık yalnız kalınca:

      “Sizi akşama kadar burada bekletip sıkıyorum affediniz.” dedi. “Süreyya’ya bir oyun yapacağım, sizin de bulunmanızı istiyorum fakat olmuyor ki…”

      Necip:

      “Zaten cumartesi inmeye karar vermiştim.” diye tekrar ricayı menetti.

      Ne olduğunu anlamakla beraber bu oyunun yalıya dair olacağına hükmediyordu. Artık bütün köşkün ağzında bir alay mevzusu olan bu meseleden bahsolundukça Suat’ın heyecanlanması bu hükmü kuvvetlendiriyordu. Fakat meselede hepsi o kadar ifrata varıyorlardı ki, artık lüzumundan fazla oluyor, hatta rahatsız ediyordu. Bunu fark eden Necip, Suat’ın cevap vermediğini gördükçe kadının sabrına, tahammülüne şaşıyordu.

      Suat ile işte beş seneden beri tanışıyorlardı; bu beş sene içinde ona olan hürmeti her an çoğalmış, kadınlar arasında böylesine tesadüfün pek güç olduğunu düşünmeye kadar varmıştı. Necip zaten pek nadir ziyaret ettiği bu aileye Süreyya evlendikten sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı. O zaman henüz mektepten çıkmış, uzun tahsil senelerinin biriktirdiği bir telaş ve ateşle yaşamaya koyulmuştu. Kadınlar hakkında pek uzaktan ve sahifeler arasında tetkikin, tecrübe ve muhakemeden ziyade tahayyülden hasıl olma sathi bir tetkikin şevkiyle evvela pek hülyalı fikirleri vardı; tecrübe kendisine acı hayal yaraları açtı ve gençliğe mahsus hararet şevkiyle tecrübelerini pek kolayca yaparak genel olarak kadınlara dair sağlam ve itiraz edilemez bir fikir ve felsefe edinmiş, artık hayat kavgalarında yaralanma tehlikesine tamamiyle dayanıklı bir zırhla silahlanmış olduğuna inanarak öylece yaşamaya başladı. Bu esnada ara sıra gördüğü Suat’ın uysallık ve sessizlik içindeki neşesi, ciddiyet ve vakara mâni olmayan çocukluğu kendisine pek zahirî, pek yapma gelir, onun da öteki kadınlar gibi olduğunu düşünerek, Süreyya’nın ilk zamanlar gösterdiği memnuniyet eserlerine içinden “Çok geçmez görürsün!” diye baş sallardı. Fakat zaman geçip bu memnuniyetin fazlalaştığını gördükçe merakı arttı, nihayet öyle oldu ki, bir gün Süreyya’ya:

      “Sen birinci ikramiyeyi kazanmışsın, azizim.” dedi ve elini sıkarak, “Fakat birinci ikramiyede layık bir ele düştüğüne teşekkür etmelidir; zira iltifat çakmadığıma eminsin ya, temin ederim ki birbirinize layıksınız.”

      Şimdi köşkte hepsi, bey, Fatin, Hacer, hatta bazen bunlara katılan hanımefendi hep birden eğlenmek için yalı meselesini dillerine dolamışlardı. Süreyya kâh huşunetle, kâh latife ile mukabele ediyor, yalnız ara sıra Fatin’e ağırca ve acı gelen latifeleriyle hepsini güldürüyordu. Necip daima bitaraf kaldığı bu konuşmaların kendi üzerindeki tesirini muhakeme etmek isteyerek yalnız Suat’ın sükûnuna şaşırıyordu.

      Fatin iki lokma arasında fırsat bulup bir kahkaha salıverirken, beyefendi sert çehresiyle sessizliği biraz bozarak:

      “Ben Suat Hanım’ı böyle çocukluklara kulak asmaz zannederdim.” diyor, o zaman Süreyya köpürerek:

      “Canım ortada bir şey yok, bir yere giden yok.” diye haykırıyor, Hacer:”

      “Sade gitmek isteyen var!” diye eğleniyordu.

      Hanımefendi gülümseyerek ağır ağır sesleniyordu:

      “Galiba herkesten habersizce kaçacaklar… Zavallı Suat’ın suçu yok ki, götürmek isteyen Süreyya…”

      Ve Fatin tekrar iki lokma arasında:

      “Ve karı, kocasına itaate daima mecburdur!” düsturunu okuyordu.”

      Bu hâl dadının dönüşüne kadar devam etti. O da ancak cumartesi günü öğleyin gelebildi:

      “Senin baban kolay kolay bu kadar uğraşmazdı ama bilmem ki ne yazdın? Üç gündür bunlar için uğraştı durdu.” diye Suat’ın eline bir zarf verdi.

      Suat hemen zarfın kenarını yırttı. Gözlerinin dumanı arasında fark etmiyordu. Bu dolu zarfı açamıyor, eli titriyordu. Sonra koştu, balkonda konuşan Necip ile Süreyya’nın arasına atıldı:

      “Yalıya gidiyoruz!” dedi.

      Süreyya bakıyordu, evvela inanmadı. “Ne oluyor, niçin?” diye bakan bir nazarla Suat’ın gösterdiği banknotları aldı. Sonra birden “Bu ne? Bunlar ne? Nereden?” diye sordu. Suat eliyle ağzını kapayarak, “Sus!” dedi; öbürü “Kim gönderdi?” diye sorarken “Babam, babam…” cevabını verdi. Sonra oraya oturup alçak bir sesle:

      “Şimdi bu para ile kimseye haber vermeden gidip yalıyı tutmalı, sonra da hepsinin gözünün önünde buradan çıkıp gitmeli.” dedi.

      O zaman üç kişi karar verdiler ki yalı tutuluncaya kadar kimsenin bir şeyden haberi olmayacaktı. СКАЧАТЬ