Onlar konuşurlarken Suat kocasına işittirmemeye çalışarak Necip’e dedi ki:
“Bugün gidiyor musunuz?”
Necip tereddüt ederken, burada kalmanın onun için bir fedakârlık olduğunu düşünerek rica eden bir sesle ilave etti:
“Bugün kalınız!”
Sonra bunu da kâfi görmeyerek:
“Kalınız, size ihtiyacım var.” dedi.
Bu ses, bu eda o kadar esrarengiz, o kadar tatlı idi ki Necip hatta şaşmış bile görünmeden baş eğdi.
2
Suat onları sıkmadan akşamı etmek için ruh tüketti. Süreyya’yı bütün bütün kızdırmak istiyormuş gibi hava o kadar sıcak, o kadar durgun olmuştu ki, hepsi baygın baygın, perdelerin arkasına sinen serince gölgeye sığınmıştı. Fatin ile Beyefendi İstanbul’a, kalemlerine gittiklerinden evde iki erkekle üç kadın kalmıştı. Hacer ise bugün öğle yemeğinden evvel görünmedi. Onun merak edip ehemmiyet verdiği şeylerde böyle birden küsüşleri, sebepsiz ihmal edişleri vardı ve bu sabah sarışın vücutlara mahsus hassasiyet ile pek sıkıntılı olduğuna hükmederek onlar, Suat’la iki erkek otururlarken Suat gezmek teklifini mümkün görmediğinden nihayet piyanoyu bir kurtuluş çaresi olmak üzere kabul etti. Necip’in musikiyi pek sevdiğini bildiğinden onu eğlendirebilmek için birçok zamandır ihmal ettiği piyanosuna geçti.
Süreyya uzanmış olduğu minderde, gözleri tavana dikilmiş, kımıldamayarak:
“Sıcakta dinlenmiyor.” dedi. “Sonra gülerek, maahaza çal Suat, teşekkür ederim, etraftaki haşerat uğultusunun yanında piyano hakikaten musiki yerine geçiyor.” diye güldü.
Necip, bilakis pek mahzuz olarak, bir alçak sandalye ile köşede piyanonun yanına gelip oturmuştu. Suat çoktan beri çalmadığı havaları çalmakta güçlük çekiyor, elinin maharetinin, tembelliğinin cezası olarak kaybolduğundan bahisle şikâyet ediyordu.
Evin içinde mütemadiyen piyanonun nağmeleri dalgalandı. Yemek haberi geldiği zaman Süreyya uzun bir of ile kalkarak koştu, piyanonun kapağını kapadı, “Musiki ile idam!” diye eğlenerek, “Aman kurtulduk Yarabbim! Sen de mi eza melaikesinden oldun Suat?” diyordu.
Sofrada yine o bahsi açtılar. Necip şikâyete başlamadan hanımefendi gülerek:
“İşte yalıya gidiyorsunuz ya!” dedi.
Süreyya acı bir rica ile:
“Evet, sayenizde!” derken, Hacer merakla sordu.
Hanımefendi tatlı sesiyle ağır ağır anlatıyor, Süreyya’nın artık burada sıkıldığından kaçacağını, Boğaz içinde bir yalı tutup Suat’ı götüreceğini hafif bir tebessümle haber veriyordu. Hacer evvela gerçek zannetti, birden bütün yüzünü kaplayan bir hiddet alevinden sonra kendini zapt ederek:
“Oh ne âlâ.” dedi. “Burada yalnız başımıza…”
Hanımefendi gülerek sözünü kesti:
“Artık biz de yalıya misafir gideriz; şimdiye kadar onlar bizde misafirdi, şimdiden sonra da biz onlarda… Değil mi Hacer?”
Hacer soğuk:
“O niçinmiş o? Biz de istesek gidemez miyiz?” dedi.
Süreyya ah çekerek:
“Gitsek de hep beraber gitsek.” diyordu.
Hacer çehresinde bir sevinç parıltısını menedemeyerek:
“Ha!” dedi. “Ben de sahi gidiyorlar zannettimdi.”
Necip, Hacer’in böyle küçüklüklere pek çok kapılarak onları, böyle adi adi meydana vurduğunu görmekle beraber ona acıyordu; Suat’ın üstünlüğü, güzellikçe belki Hacer galebe ederdi fakat Suat’ın bütün sair şeylerde ona üstünlüğü o kadar göze çarpıyordu ki, bunu Hacer’in de fark etmemesi kabil değildi. Ahlakça, ağırbaşlılıkça, uysallık ve nezaketçe bu üstünlük Suat’a öyle bir hâl veriyordu ki, güzelliği bundan zenginleşiyordu. Kocasına olan rabıtası, sakin, daima güler yüzlü, daima mütevazı hâlleri bir yükseliş sebebi oluyor, onu yükseltiyordu. Hâlbuki Hacer’in öyle anları olurdu ki, bir gölge gibi belli belirsiz ince kaşları, şeffaf cildi, saçlarının güzel edası ile gerçekten güzel bir kadın olduğu görülür, Necip bu güzellikte biraz yaramaz, biraz yırtıcı bir kuş rengi bulurdu. Sonra Suat’ın saadeti yanında kendisinin ziyan edilmiş bir evlilik hayatı bu kadına karşı saklamaya nezaket ve tahammülünün kifayet edemediği bir kin ile onu incitir dururdu. Necip eğer Suat’ın yumuşaklığı ve iradesi olmasa Hacer’le anlaşmanın kabil olamayacağını anlıyor, Hacer’in hatta fırsat bile beklemeyen şu hırçın hücumlarına Suat’ın nasıl bir yumuşaklık ve tahammül ile mukabele ettiğini fark ediyordu.
Sofradan kalkıp salona çıktıkları zaman:
“Siz pek iyi yapıyorsunuz.” dedi.
Suat evvela anlamazlıktan geldi; bunların kendisine bir taarruz olmadığını, Hacer’in bazen herkese karşı böyle davrandığını iddia etti. Fakat Süreyya’yla birleşerek bütün o tavırların birer açık taarruz olduğunu kabule zorladılar. O zaman onu bir küçük kardeş gibi sevdiğini, her hâline pek çok acıdığını, bunun için öyle küçük şeylerine ehemmiyet vermemeyi tercih ettiğini söyledi:
“Yemin ederim ki.” diyordu. “Hacer sizin zannettiğiniz kadar fena bir kız değildir; eğer iyi idare edilse pek iyi olur, hâlbuki…”
Süreyya ağız dolusu duman savurarak:
“İşte asıl iş orada ya.” diye haykırdı. “Bu kadar kişinin içinde de bu sabır bir sende var…”
Necip gülerek:
“İşte ben de bu sabra hayran oluyorum.” dedi.
Süreyya, Suat’ın elinden tutmuş Necip’e gösteriyordu:
“Benim karım bir melektir, Necip…”
Suat gülümseyerek:
“Kızarmak mı lazım?” diye sordu.
Süreyya:
“Sen ne yaparsan yap.” dedi. “Ben müsaadenizle ve rahat rahat yahut rahat etmek niyetiyle gider, şuraya yatarım.”
Salona henüz giren Hacer:
“Ooo, ağabeyim bu sene öğle uykusuna pek erken başladı.” diye söylendi. Sonra dönüp Suat’a, “Bu uyku ile yalıda ne yaparsın? Senin orada yalnızlıktan canın pek sıkılacak zannediyorum.” dedi.
Suat tebessüm ederek sordu:
“Niçin, siz gelmez misiniz?”
Hacer, bir nevi raks eder gibi Necip’e doğru giderken:
СКАЧАТЬ