Название: Seçme Eserler
Автор: Alimcan İbrahimov
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-44-7
isbn:
– Akidil mi? Akidil, ormanlar, dağlar ve şehirlerin arasından akarak Eçterhan denizine28 dökülüyor, dedi.
Arkadaşlarım bağrışmaya başladılar:
– Yiğitsin Apuş, al şu yumurtayı, dediler.
Apuş, vermemi bile beklemeden hemen yumurtayı elimden kapıp yemeye başladı.
Ayağımın altında bir kereste vardı. Onu elime aldım ve arkadaşlarıma göstererek:
– Söyleyin bakalım, bu keresteyi Üzen Nehri’ne atarsam şu kıble tarafındaki uzak denize düşer mi, düşmez mi, dedim.
Keresteyi de kükreyerek akan Üzen Nehri’nin göğsüne attım.
Dalgalar, keresteyi kucaklayıp hızlıca kendileriyle aşağıya doğru sürüklüyorlardı.
Arkadaşlarım tartışmaya başladı.
Apuş:
– Durmaz ve batmazsa denize düşer, dedi.
Diğerleri de:
– Ulaşamaz, su ile ağırlaşıp batar ya da yan tarafa çekilip kamışlara takılır, dedi.
Akşam oldu…
Yumurtaları yiyip bitirdik ve oltalarla balıkları omzumuza alıp Üzen Nehri’nin kıyısından eve doğru yol aldık. Arkadaşlar “Buraya boşuna gelmedik” diye konuştular. On on beş tane balık yakalamışlardı. Aralarında kocaman kefal, perki ve kızılkanatlar da vardı.
Kısrağım gözümden kaybolana dek dönerek ona baktım. O hâlâ aynı yerde duruyor: yemiyor, gezinmiyor, kafasını yere eğmiş öylece duruyordu. Benim güzel kısrağım neler düşünüyordu acaba?
VIII
Evde bir tencere dolusu patates haşlamışlardı. Ben kurt gibi açtım. Gözüm kararmıştı, kaz yumurtası büyüklüğündeki patatesleri tuzlayıp çavdar ekmeği ile beraber hızlıca yemeye başladım.
O arada ağızım yemek doluyken durmadan kısrağımdan bahsediyordum.
Annem gülse mi, kızsa mı bilemiyordu:
– Seni at cini çarpmış olmalı. Kalkınca aynı laf, yatınca aynı laf. Başka bir şey bildiğin yok, diyordu.
Annemle tartışmak için tam ağzımı açacaktım ki köyün diğer ucundan Fahri’nin oğlu Seper pencereden başını sokup sanki bir yerde yangın varmışçasına bağırmaya başladı:
– Zakir, Zakir! Müjde! Atın yavrulamış, dedi.
Ne yapacağımı bilemedim.
Annem de şaşırıp:
– Ah şu çocuk, atı için canını verecek, diye peşimden bağırdı.
Ben de sofra bezi ile tabaktaki patateslerin üzerinden zıplayıp, dışarıya fırladım.
Babam bahçede at arabasını düzeltmeye çalışıyordu. Doğru ona koştum.
– Baba, baba! Haydi, çabuk ol, atımız kulunlamış, diye bağırdım.
Ben babamı çok seviyorum! O hiç kızmadı, beni duyar duymaz hemen yerinden kalkıp çite asılı at yularını aldı ve tek bir soru sordu:
– Kim söyledi, müjde hakkını verdin mi?
O arada bahçe kapısından Fahri’nin oğlu Seper müjde karşılığını sormaya geldi.
Ben, kazın kanatlarını ve paçavra satarak kazandığım altı kuruş parayı müjdeyi verecek kişi için hazırlamıştım. İşte o parayı hiç düşünmeden, hemen sakladığım yerden alıp Fahri’nin oğluna verdim.
Biz babamla beraber Üzen Nehri kıyısına yavruyu almaya gittik.
IX
İyi hayvan doğar doğmaz ayağa kalkarmış.
Doğru olmalı.
Biz gittiğimizde tay, henüz güçlenmeyen incecik ayakları ile sakınarak yürümeye çalışıyordu.
Zavallım, galiba aç doğmuş. Bir bu tarafa, bir öbür tarafa geçerek annesinin sütle dolmuş memelerini emiyordu.
Bu günlerde, siyah üzerinde pul pul beyaz tüyleri olan kısrağım çok sinirli olduğundan ona yaklaşmaya korktum. Babam yularla yaklaştığında kısrak, yavrusunu vermek istemeyen dişi aslan gibi acayip sesler çıkartarak onun üzerine sıçradı. Isırmaya, kükreyip kulunun etrafında tekme atmaya çalıştı.
Ama babam korkmak nedir bilmezdi. Onun böyle birisi olduğunu mallar bile anlıyordu sanki. Atın sinirlendiğini, ısırmaya, tekme atmaya çalıştığını dikkate almadan babam yaklaşıp onun boynuna yular taktı. O arada, siyah üzerinde pul pul beyaz tüyleri olan kısrağımın kafası yuların içine girip yerleşti. Bense bu işe şaşırıp, hayran kaldım. Sevindim mi sevinmedim mi, hiç anlayamadım.
X
Atı eve getirip kuyu direğine bağladıktan sonra ancak kendime gelebilmiştim.
Yavru gerçekten acayip bir şeydi!
Bacakları ufak ufak atlıyordu, kaval kemikleri uzun ve o kadar inceydi ki böyle kaval kemikleri ancak koşu atlarında olur derler. Daha yeni kurumaya başlayan kuyruğu ile yelesi, ince ve kısa olmalarına rağmen, ipek harman gibi kendinden kıvrılıp dalgalanıyorlardı. Yuvarlak sırtının tam ortasında, kuyruktan yeleye kadar parmak kalınlığında siyah kurdele gibi ipeksi bir yün şeridi geçiyordu. Uzunca ve akıllı kafasının geniş alnındaki uzun sakar, bu yavruyu binlerce, milyonlarca arkadaşından ayırarak onun güzelliğinin eşi benzeri olmadığını gösteriyordu. Bütün bedenine sanki Allah’ın eli ve meleklerin yardımıyla düzgün, güzel bir şekil verilmişti. O kadar güzel, o kadar asil kemik olarak yaratılmıştı.
Rengi konusunda tamamen şaşırıp kalmıştım. Siyah desen siyah değil, boz desen boz değil. Annesininki gibi siyah üzerinde pul pul beyaz tüyleri de yoktu. Kendine özgü mavimsi bir çiçek rengi gibi parlayıp duruyordu.
Semaver kaynayacak kadar zaman ya geçti ya da geçmedi, eve çoluk çocuk toplandı. Ağızları açık, hayretler içerisinde benim asilzade kulunuma bakıyorlardı.
Bir yerden duymuş olmalı, Safa dede de kır sakalını rüzgâr gibi estirip bizim eve gelmişti. O, civarda atları tanıması ile meşhurdu.
“Ya Rabbim! Ne diyecek acaba?” diye gözlerimi ona dikmiştim.
Kulunumu görünce dedenin yüzü parladı:
– Suphanallah… СКАЧАТЬ
28
Eçterhan denizi: Hazar gölü.