Название: Seçme Eserler
Автор: Alimcan İbrahimov
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-44-7
isbn:
Ben ağlamaya başladım. Kurdun yaptıklarını anlattım. Babam ise inat etmeye devam etti:
– Aptal olma, köyün yakınındaki çayıra kurt gelmez. Evde kısrağa yedirecek adam akıllı yem yok, burada kalırsa yavrusu gelişmez. Gene de çok korkuyorsan arkadaşların ile birlikte gündüz nöbet tut, geceleri de eve getirirsin, dedi
“Kısrağı iyice beslemezsen yavrusu sağlıklı doğmaz” sözü, beni düşüncemden vazgeçirdi. Babamın teklifine razı oldum.
Kümese girip yumurta çaldım. Bir yere sakladığım kibritleri de alıp, arkadaşlarımı bunlarla kandırarak nöbet tutmak için kısrağımın yanına gitmeye hazırlandım.
Hava güzeldi. Bahar güneşi gözlerimi okşuyordu, galiba sevinçli olduğumu anlayıp biraz gülümsedi.
Bende yumurtayla kibrit olduğunu öğrenen arkadaşlarım, zıplaya zıplaya benimle birlikte nöbete gelmek istediler.
VI
Ben bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyordum: Hem kısrağı göz önünden ayırmamak, hem de balık yakalamak. Balık derken, arkadaşlarım beni Kunduzlu gölüne çağırıyorlardı:
– Orada iyi balık yakalanıyor, kocaman turna ve perki balıkları var…
Fahri’nin oğlu gözlerini parlatarak hikâyesine başladı:
– Evvelki gün sabah mallar sürüye çıkınca gitmiştik, akşama kadar balık tuttuk. Otuzunu Galevi, yirmi dördünü de ben yakaladım… Arada bilek kadar kızılkanatlar da vardı. Kocaman bir yayın balığı yakalamıştım ama oltanın ipi dayanamadı, oltayı kırıp götürdü balık…
Bunları duyunca diğerleri de hemen gaza geldi ve Kunduzlu gölüne doğru koşmaya hazırlardı.
Kızılkanat, yayın balığı deyince ben de bir an unutup arkadaşlarımla gidecek oldum ama bugün yarın doğuracak hamile kısrağım aklıma gelince hemen durdum:
– Hayır, ben gelemem. Haydi, Üzen Nehri’ne gidelim, orada da iyi balık yakalanır, diyerek onları, kısrağımın bulunduğu tarafa çekmek istedim.
Ben yalnızdım.
Ancak buna rağmen yine de ben kazandım. Çünkü arkadaşlarım, beyaz keçe şapkamdaki yumurtayla kibriti hatırlayınca hemen razı oldular.
Daha önce konuşan Apuş bile:
– Haydi, bu sefer Üzen Nehri’ni deneyelim… Orada da ben geçen sene büyük bir sazan ile turna balığı yakalamıştım, dedi.
Oltaları, solucanları, ekmekleri, yumurtaları ve kibritleri alıp kıble tarafına, güneşi seyrederek çayır boyunca Üzen Nehri’ne doğru koştuk…
Perki mi, sazan mı yakalarız yoksa eve boş mu döneriz, benim umurumda bile değildi. Önemli olan, yakında kulunu olacak kısrağımın Üzen Nehri kenarında dolaşmasıydı. Babam onu tek kement ile boynundan bağlayıp bırakmıştı. Kemendin diğer tarafına kırmızı bir koşum yayı bağlanmıştı. Benim aklım hep o kement ile koşum yayını yerde sürükleyip nehir kenarında, söğütlerin arkasında yavaşça dolaşan siyah üzerine pul pul beyaz tüyleri olan kısraktaydı…
Köyden ayrıldığımızda hava güzeldi. Rüzgâr da esmiyordu. Çayıra vardığımızda kuşlar ötüyordu. Yakında doğacak tayımın annesi ise Acılı Damak’ın kıyısında bir şey yiyip içmeden başını eğmiş vaziyette duruyordu. Sanki bir şeyler düşünüyor gibi geldi bana. “Malcağızım, neler düşünüyorsun?” Kısrağı gören arkadaşlarım benimle dalga geçmeye başladılar. Biri doğacak tayı aygır olur, diğeri de kısrak olur, diyordu… Bana göre hiç fark etmez, yeter ki sağ salim görmek nasip olsun!
VII
Kısrağımın gezdiği yerin yakınında büyük bir girdap vardı. Acılı Damak’ın aşağısındaydı ve oraya çok yakındı. Burada üç taraftan üç nehir birleşiyordu. Onlar, birleşerek oraya kadar ufak bir “kol” şeklinde akan Üzen Nehri’ni birden genişletiyorlardı. Onların sularını kendisine katan Üzen Nehri ise büyüdükçe büyüyüp ihtişamlı bir vaziyette akmaya başlıyordu.
Köyümüzü seviyorum. En çok da kuzey tarafını kaplayan ulu dağları! Ama onlardan daha çok, dağların üstünde binlerce yıl hışırdayan büyük yaşlı ormanı seviyorum!
Doğru, artık bu orman bizim değildi. Onu zengin birisi her nasılsa elimizden almış ve şimdi, bize o ormandan bir parça dal koparmak bile yasaktı! Buna rağmen, o ormanın yapraklarının hışırtısı, özellikle orada baharda yetişen kuzukulağı, yazın açan çiçekler, sayısızca çilek, böğürtlen, Frenk üzümü, en çok da sonbaharda yetişen fındık, benim gönlümü o ormana çekiyor, onu cana yakın ve çok sevimli yapıyordu…
Bu ormandan ziyade üç taraftan akan “kol”ların suyunu içine alınca coşkun bir şekilde akmaya başlayan sabırlı, sevimli Üzen Nehri’nin kıyıları benim için eşsiz değerler taşıyordu…
Bu nehirlerin kaynağının nerden çıkıp nerelere döküldüğünü bir bilsem!
Biliyorum, iyi biliyorum: dağlardan, çayırlar boyunca gelerek bizim köyün etrafından akan bu nehir Örşek nehrine, Örşek nehri ise Dim’e, Dim nehri de Akidil’e dökülüyor. Ancak Akidil nereye dökülüyor, bunu bir Allah bilir.
Ama yine de güngörmüş Safa dede arada bir anlatır: sonbaharda kuşların gittiği yerde Eçterhan27 adında çok büyük bir şehir varmış. Hanlar şehri. Onun diğer tarafında da kocaman bir deniz varmış. İşte Akidil birçok köyün, şehrin, dağın ve karanlık ormanın içinden geçerek aylar yıllar boyunca akıyor ve sonunda gidip suyunu o kocaman denize döküyormuş. Siz buradan bir kereste parçası atarsanız o, Örşek, Dim ve Akidil nehirlerinden geçip işte uzaktaki o denize düşermiş…
Ah, keşke görebilseydim o denizleri!
Farklı bir şeyler düşünerek atımın çevresinde dolaşıp gözlerimi onun üzerinden ayıramazken nehir kenarında balık tutan arkadaşlarım bağırarak beni çağırdılar:
– Zakir, Zakir! Kibritle yumurtaları getir, hemen ateş yakalım da yumurtaları külde pişirelim, dediler.
Oltaları bırakıp yanan ateşin etrafında oynayıp şakalaşarak yumurtaların pişmesini bekliyorlardı.
Bizim yanımızdan Üzen Nehri akmaya devam ediyordu… Bense dedemin sözlerini hatırladım.
– Biliyor musun Apuş, bu nehir nereye dökülüyor, diye sordum.
Apuş, çok zeki ve akıllı bir çocuktur.
– Bir yumurta fazladan verirsen söylerim, dedi.
– Tamam. Veririm, dedim.
O, eline ıslak balçık alıp onu yuvarlak bir top hâline getirerek gözden kaybolacak kadar uzak bir yere fırlatıyor СКАЧАТЬ
27
Eçtérhan: Rusya Hazar gölü kıyısında bulunan Astrahan şehri.