Название: Seçme Eserler
Автор: Alimcan İbrahimov
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-44-7
isbn:
O meşhur gök rengi at da geldi. Ben ondan gözümü alamadım. Acayip bir malmış: kısa yeleli, seyrek kuyruklu, zayıf bedenli. Kalçası dar, sanki bir yana daha eğik. Sırtı azcık kamburdu ama göğsü aslan göğsü kadar geniş ve sağlam gözüküyordu. Dizleri de yan yana kaymış, kaval kemikleri ise o kadar uzun ki, hayatımda böyle bir şey görmedim. Kocaman gözleri parıldayıp ateş saçıyordu. Üzerine başı çıplak esmer bir Başkurt çocuğu binmiş. Ufacık olsa da yarışlara çok katılmış olmalı, hiç heyecanlanmıyor. Atının huyunu da iyi biliyor gibi gözüküyor.
Koşu atları arasında en rahat duranı, o gök renkli kısraktı.
Atlar bir araya toplandı. Sadık amca bizi sıraya dizmeye başladı. O da zor bir işmiş. Tam sırayı sağladım derken atlardan birisi ileri çıkıyor ya da başkasının atı yerinde duramıyor, geri geri gidiyor. Ama gene de başardı Sadık amca. Bizleri bir sıraya dizdi ve:
– Bir, iki, üç! Haydi, kardeşlerim, diye bağırdı.
O “haydi” kelimesinin “h”sını söyleyip bitirmeden atlar sanki kanatlanıp uçtular.
Diğerleri nereye gitti, geçtiler mi yoksa geride mi kaldılar bilemedim. Çıkış çizgisinden kalkan, üç attı. Yani Almaçuar, o gök rengi kısrak ve kırmızımsı donlu at yan yana uçuyorduk.
Yerden mi koşuyorlar, yoksa gizli kanatlarını açıp havadan mı uçuyorlar bir türlü anlayamıyorum. Ağaçlar, nehirler, büyük bataklılar gözüme takılmadan onları şimşek gibi geçiyoruz.
Ayırkol denen bir kaygan nehir var. Orası söylentilere göre bu yolun üstündeki en korkunç yerlerdi.
Uçan kuşlar gibi birbirimizi ayakaltında ezip geçerek, heyecanlanarak üçümüz birden o bataklık nehirde bulduk kendimizi. Ama kıyıya sadece o gök rengi kısrakla benim Almaçuar’ım çıkabildi. Üçüncümüz -kırmızımsı ata binen çocuk- yüzükoyun o bataklıkta kalmış olsa gerek.
Şimdi ikimiz yarışıyoruz…
Güçlerimiz eşit. Bir baktığımda onun atı benden arkada kalmış, tekrar baktığımda benim atımın başı gök rengi kısrağın kuyruğunun yanında kalmış.
Gene bir bataklık. Başım dönüyor, sanki şimdi attan düşecekmiş gibi oluyorum. İçime şüphe düştü. Gözlerimi kapatıp Almaçuar’ın yelesine yapıştım. Gözlerimi bir açtım ki bataklıktan çıkmışız ama gök rengi kısrak, Almaçuar’ın üç dört adım önüne geçmiş.
Meydana yaklaşıyoruz olmalıyız ki köy camilerinin minareleri gözüküyor gibi oldu.
Büyük bir gayretle yuları çekip kamçım ile sağa sola sinirlenerek vurdum. Almaçuar’ım bir “ıh” çekip göz açıp kapatıncaya kadar gök kısrağın önüne geçti…
İşte köy. Önde gözüken de tarla kapısı. İşte tepeyi örten kara bulut yerinden oynuyor!
Meydanda olan insan bulutu bizi görünce, yavaştan çekilmeye başladı.
Koşu atlarının sahipleri at sırtında bize doğru geliyorlardı. Ara sıra onların arasında babamı da görmüş gibi oluyorum.
– Haydi, Zakir. Bir daha vur! Bir daha! Daha!
– Haydi Almaçuar! Haydi, Gök kısrak!
– Haydi, Almaçuar!
– Haydi, Gök kısrak!..
Her iki taraftan da bize tezahürat yapıyorlar… Bağırıyorlar, çağırıyorlar, gürültü yapıyorlardı.
Fakat Almaçuar ile o Gök kısrak, meydana neredeyse yan yana geldiler.
Bir daha çektim, sağa sola bütün gayretimle bir daha vurdum…
Almaçuar, bir kez daha ıhladı ve biz, Gök kısrağı yarım arşın33 kadar arkada bırakarak meydana girdik…
İnsan bulutu ikiye yarıldı.
Gök kısrağın başı Almaçuar’ın kaburgalarının yanındayken yarış çizgisini geçiyoruz!
Millet uğulduyordu, gürültü patırtı, koşturmaca! Mahşer günüydü sanki!
Muhtarın bir elinde yeşil kaftan, bunu birinci gelene verecek. Diğer elinde de büyük bir havlu, bunu da ikinci gelene verme kararı alınmıştı.
Toz ve uğultu içinde kalan muhtar, yanlışlıkla olmalı, yeşil kaftanı Gök kısrağa binen çocuğa uzattı. Almaçuar’ı-mın boynuna ise büyük havluyu attı.
– Sen ikinci geldin galiba, dedi.
Ne yapacağımı şaşırdım, gözüm karardı. Kamçıyı dolandırıp muhtarın yüzüne vurdum ve Gök kısrağın sahibinden o yeşil kaftanı kaparak siyah insan bulutu içinden kenara çekildim. Kamçı, muhtarın yüzüne geldi mi gelmedi mi göremedim…
Bunlarla ilgilenecek zamanım yoktu. Hızla koşup gelen atı birden durdurmanın çok tehlikeli olduğunu herkes bilir. O arada Safa dede, babam ve komşular gelip beni atımdan indirdikten sonra kucaklayıp övmeye ve teşekkür etmeye başladılar.
Safa dede ise başımı okşayıp:
– Yiğitmişsin oğlum, yüzümüzü kara çıkarmadın, dedi.
Babam, Almaçuar’ı gezdirmeye başladı. Ben, başörtüsünü çıkartıp tübeteyi giydim ve kaynayan halk tufanına katıldım.
Arkadaşlar beni korkutmaya başladılar:
– Kamçı ile muhtarın yüzünü mahvetmişsin. Görürsün gününü, dediler.
O arada muhtar kendisi de geldi. Yüzünü gerçekten fena yaralamış olmalıyım ki beyaz bir bezle gözünün aşağısından bağlamıştı.
Ben ondan korkmadım. Ama çok şaşırdım. O, bana kızmak bir yana, beni kucaklayıp başımı okşadı ve:
– Gençliğimde ben de ata binerek çok koşardım… Galip gelip de ikinci olanın hediyesini verirlerse nasıl dayanılır… Ben sana kızmıyorum. Yorulmuşsun. Dinlen artık, dedi ve bana 20 kuruş gümüş para verdi.
Dünyalar benim oldu! Tüm civarda meşhur olan Gök kısrağı geçmek, Almaçuar için akıl almayacak bir mutluluktu.
XX
Ama bu mutluluk kısa zamanda büyük bir mutsuzluğa dönüştü. Bilmiyorum, atımı hızlı koşturmakla mı yaktım yoksa muhtarla tartıştığım zaman duraklatmakla mı mahvettim. Bilmiyorum. Bir şeyler oldu, Sabantoy’un ertesi günü Almaçuar ayağa kalkamadı, yemeden içmeden kesildi. Zavallım, insanlardan daha akıllıydı, gözleriyle herkese uzun uzun bakıp bir hafta boyunca ıhlayarak yattı ve cuma günü sabah saat onda dünyadan göçtü.
Almaçuar can verdiğinde ben onun başucundaydım. Ağlayamadım. СКАЧАТЬ
33
Arşın: Eskiden kullanılan, 68 santimetreye eşit bir uzunluk ölçüsü.