Название: Kadife Yapraklar
Автор: Mehmet Özer Kazancı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-60-7
isbn:
Dedelerim bu ana kadar vatana düşman soktu mu? Onlar, o mert kahramanlar bu pak ve mukaddes yerleri kimseye çiğnetmediler. Fakat ben hiç birşey yapamadım. Evet, düşman çok çoktur. Galip gelmek müşkül, müşkül ama mertçe ölmek kolaydır, dedi.
Gecelerin birinde apansızın, oradan buradan topladığı derme çatma silahşorlerle düşman ordusunun kalbine hücum etti. Başkumandanı öldürdü. Sayısız zayiat verdirdi. Kılıcı pençesinde parçalanınca dövüştü, boğuştu.
Koyun sürüsüne dalmış kurt gibi önüne geleni yere serpiyordu. Maiyetindekiler dörder, beşer düştü. Kendisi de, her tarafı kan akan yaralar tesiri altında dermansız yere yuvarlandı. Talihsizliği kendisini sağ bıraktı. Düşman padişahı, Derebeyine pek ağır görülmemiş, işitilmemiş bir ceza düşündü. Ve kararını ailesi efradıyla mahpushanede son saatlerini bekleyen derebeyine tebliğ etti.
Derebeyinin bir eşi, genç, gül kadar güzel bir kızı, üç oğlu beraber mahpus idi. Padişah kararında böyle söylemiş:
– Ailenizin ismini âlem tarihinden bütün bütün silmek istemiyorum. Hepiniz ölümle mahkûmsunuz, size celladlık etmesi şartıyla büyük mahdumunuz, oğlunuz, başlarınızı balta ile kestikten sonra affedecek ve şatosunda yaşayabilecektir. Aksi halde, mahdumunuz, kabul etmediği takdirde, cellâd-ı mutat merasimden sonra derilerinizi yüzerek, tazip ederek, azalarınızı tedricen kesmekle hepinizi öldürecektir.
Karar çok ağır çok vahşiane idi. Derebeyi gözlerini kaldırdı, on sekiz yaşında olan büyük oğluna dikti ve:
– Oğlum, dedelerinin bir zerre kadar kanı damarlarında varsa, emirlerini yerine getir. Önce benim sonra da sırasıyla ananın, kardeşlerinin ve bacının başını kes. Seni bu kahramanlığınla dünya kaldıkça yurdaşlarının bir mefharet abidesi kalacaksın. Sen, bunu yapmayacak olursan ailemizin nesli inkıraza uğrayacak ve aynı zamanda daha zalimane öldürülecektir.
Aile efradı birer birer yalvardılar. Genç konuşamıyordu. Donmuş gibi idi. En sonra annesi büyük oğlunun önünde diz çöktü. Göğsünü açtı. Pençeleriyle memelerini sıkarak:
– Ey yavrum, dedi, babanın oğlu olduğunu ispat edecek zaman geldi. Sana verdim, hakkı helal ettim. İster misin namahrum el değmeyen, seni besleyen bu memeler cellât pençesiyle kirlensin? Hayır, sen mertsin, namert olamazsın, bizi öldür. Dedikleri gibi öldür. Bizden sonra çabuk evlen, evlatlarına anlat, bu toprakları kurtr. Genç başını kaldırdı:
– Peki, dedi.
Artık bütün aile efradı çılgın bir sürur içindeydiler. Bir saat sonra siyaset meydanına çıkarılan bu aile efradı düğüne gelmiş gibi şen idiler. Yalnız derebeyinin büyük oğlunun omuzlarında çok ağır bir yük varmış gibi beli bükülmüş, çehresini derin bir hüzün sarmıştı. Üzerine baş konulacak ağaç kütüğünün önünde durdu. Bir mahşer seyircinin iğrenen bakışları karşısında baltayı kaldırdı. Baba yaklaştı. Başını kütüğün üzerine bıraktı:
– Oğlum titreme, aslancasına vur. Bir kaç saniyeden sonra hepsi biter, dedi.
Gencin elindeki balta havaya kalktı, indi, sırasıyla beş defa balta yükseldi, indi. İşi sonuna ermişti. Baltayı elinden fırlattı. İlerledi, birer birer kestiği başların alınlarını öptü. Bir şeyler mırıldandı. Ve ağır ağır mert adımlara meydanı terketti.
Hadiseden otuz sene sonra idi, düşmanı, derebeyin oğlu perişan ederek kovdu. Mukaddes vatanı temizledi, yurdunu istiklale kavuşturdu. Millet milli bayram yaparken, o annesinin türbesi üzerinde gözyaşları döküyordu62.
KORKUNÇ BİR GÜN
– Sana ne oldu, yirmi dört saat zarfında gül gibi soldun, saçların bile ağardı. Hasta da değilsin.
Komşu karı, bu sözleri, genç ve daha bir gün evveli işsiz kalmış genç ve çok bir güzel kadına söylüyordu. Genç kadın, derinden bir ah dudaklarına kadar fırladı ve cevap verdi.
– Benim geçirdiğimi cinsimizden başka birisi geçirseydi, ya çıldırır veyahut da şimdi türbede bulunurdu, anlatayım sana, dedi: “Harbin son seneleri idi, hastanede çalışıyordum. Bulunduğum koğuştaki operatör değerli, namuslu bir gençti. Onunla kardeşçe bir münasebetimiz vardı. Bir gün onun misafirliğine genç bir harp zabiti geldi. Bir kaç gün onda misafir oldu. Bu misafirliğinde onunla tanıştık. O kadar uyanık, o kadar samimi idi ki, ister istemez kendisini ban sevdirdi. Ve o da beni çıldırasıya sevdi. Bir kaç gün sonra orduya iltihak etti. Harp bitti, zaman geçti. Ben hastaneden çıktım, o ordudan ayrıldı. Doktor hususi bir iyade/ muayenehane açtı. Kaderin görülmez eli bir daha üçümüzü bir memlekette topladı. Benle zabit evlendik, doktor mütemadi eski arkadaşı sıfatıyla evimize gelip giderdi. Zevcim hastalandı. Arkadaşımız olan doktor kendisine bakıyordu, icap edecek dermanları reçetesiyle celp ettiriyordu. Ben hiç bir şey hissetmiyordum. Yalnız bir gün bana:
– Doktora söyle daha gelmesin
– Niçin? Dedim.
Cevap vermedi ve bir gün daha geçti. Geçtikten sonra bir sabah kapalı büyük bir zarf bana verdi. Ve:
– Bunu gelen müvezzie ver, dedi.
Pul da bırakılmış idi. Üç dakika sonra müvezzi geldi. Ben de zarfı okumadan teslim ettim ve hastanın odasına çıktım. Bana:
– Zarfı verdin mi? Dedi.
– Verdim, dedim.
Aheste aheste hatvelerle kapıya yaklaştı ve kapının kilidini çevirdi. Kilit bağlandıktan sonra anahtarı cebine soktu. Yatağı altından çıkardığı tabanca ile üzerime yürüdü. Zevcim müthiş bir sıtmanın çıldırıcı tahribi altında kendi kendini kaybetmişti. Bana dedi:
– Sefil karı, sen hayatımı, seninle aşkın doktor zehirlediniz. Ecza yerine sem bıraktınız. Fakat ben de intikamı çok acı aldım. Bilir misin ne yaptım? Sana verdiğim zarf hâkim-i tahkike idi. Bana, aşkınla sem verdiğinizi anlattım. Ve bana verdiğiniz eczalara / ilaçlara kendim zırnık karıştırdım ve onun küçük ayyınelerini/ örneklerini zarfa bıraktım. Mektubumda seni öldürdükten sonra kendimi öldüreceğimi yazdım. Benim için intikam alınmış demektir.
Bir hatve / bir adım daha attım. Tabancayı kaldırdı. Kalbimin hizasına kadar yükseltti. Gözleri o kadar korkunç idi ki, şimdi bile hatırlayınca ödüm patlıyor. Parmağını tetiğe bıraktı çekmeden düştü. Öldü. Ben bir kaç dakika heykel gibi oldum. İlk hatırıma gelen şey tabancayı elinden çıkarmak oldu. Ben, tabancayı parmakları arasından kurtarmak isterken, tabanca patladı. Korkum daha ziyadeleşti. Acaba komşular bu sesi işittiler mi? Delicesine anahtarı cebinden aldım. Odayı açtım dışarıya koştum. Maksadım müvezzie yetişmek ve mektubu geri almaktı. Süratle evin garajına ulaştım.
Otomobili çılgınca çıkarırken bir komşu çocuğunu az kala СКАЧАТЬ
62
Hikâye Mevlüt Taha Kayacı tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Bkz: Kardeşlik Dergisi, sayı 196, yıl 29 (1989)