Kadife Yapraklar. Mehmet Özer Kazancı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kadife Yapraklar - Mehmet Özer Kazancı страница 6

Название: Kadife Yapraklar

Автор: Mehmet Özer Kazancı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6981-60-7

isbn:

СКАЧАТЬ Sultan Ahmet)

      GÖZLÜK

Mekki LebibMaarif Dergisi: Sayı 8 24 Ağustos 1329 (6 Eylül 1913)

      Köylünün biri bazı kimselerin okuyup yazdıkları zaman gözlerine gözlük taktıklarına dikkat ederek, her şey bununla okunur zannıyla kendisi de bir gözlük tedarik etmek arzusuna dişer.

      Bir gün şehre gelir, doğruca bir gözlükçü dükkânına giderek, bir gözlük ister. Gözlükçü buna gözlüklerin birkaç türlüsünü çıkarır. Köylü bunlardan birini gözüne takarak, tecrübe için bir kitaba bakar ve okumaya çalışır. Fakat muvaffak olamaz.

      Gözlükçüye:

      – Bunlar iyi değil, der

      Sırasıyla diğerlerini tecrübe eder. Fakat her taktığı gözlük için ayni sözü söyler. Nihayet gözlükçünün sabri tükenir ve köylüye der ki:

      – Siz okuma biliyorsunuz.

      Köylü cevaben:

      – Eğer okuma bilmiş olsa idim, sizin gözlüklerinize ihtiyacım olur muydu?

      BİR LEVHAYI İSTİĞRAK AVÂR

Hayrettin FarukîHavadis Gazetesi: Sayı 9417 Mart 1330 – 30 Mart 1914

      Bir Cuma günüydü. Ben ve iki refikim bir haftalık meşguliyetin ber-taap33 aludunu34 tahfif maksadıyla tenezzühe35 çıktıktı. İnsan ahval-i ruhiyyesinde pek vazıh bir inşirah ibda› eden kır âleminin kalbimize ibda› ettiği te›sirat altında hâlâ munis bir lerzeyi36 tarap37 hissediyor gibiyim. Bulunduğumuz mevki nehre abanmış bir şahikanın sebzpuş38 tepesiydi. İlkbaharın nefehât-i ruh-navâzanesini39 ihsas eden hafif bir rüzgâr mevki’in yüksekliğinden natiç bir çalaki40 ile vücudumuzu okşuyordu. Güneş eş’a-î sühniyesini arza isale etmekte olduğundan hayvanlarımızın vücudundan müteşekkil hailin saldığı gölgeye sığınmak gibi bir hal-i garibe düşmüştük. Zir41 payımızda bulunan şahika bila-ufuk meriyenin tevsiine hadım olmaktan ziyade yed-i kudretin türs-kâinata42 nakşedildiği beda’yi cemileyi bir kat daha mehabetle bize gösteriyordu. Nehrin dirsek gibi kıvrılmış, birbirine nazir olan nişangâhımızdan, semin bir hattı münkesire nazar-endaz oluyorduk43.

      Dicle’nin barak suları, mevsim hasbiyle bulanmış ise de, şahane bir mevkibi debdebe44 amizi tanzir eden45 cereyanı sükût aludunu muhafaza etmekteydi. Karşısında epeyi uzak bir mevkide, yüksek bir tepenin ser ihtişamında kârgir46 bir köşk, yeşil, ipekli bir bir kadifeye tutturulmuş, parlak bir inci gibi parlıyordu. Ötede mandalar47 nehrin cereyanına kapılarak ve yalnız başlarını göstererek mandıraya48 davet müsaraat gösteriyorlar49. Oturduğumuz şahikanın dâmen iffeti gibi serilmiş olan geniş tarla diğer arkadaşlarına göre daha feyyaz bir surette gözleri kamaştıracak yeşil bir renk ile navazırlarımızı tartıp ediyordu50.

      Küçük refikim sinniyle gayr-î münasip51 bir tavr-ı istiğrak-kârı52 ile birdenbire sordu:

      – Bu tarla neye benziyor. Bilirseniz benzetiniz. Ben bu suale muntazır değilim.

      Bila teemmül:

      – Bilmem cevabını vermişim.

      Diğer refikim söze atıldı:

      – Bu tarlanın manzarası bana öyle tesir irat ediyor ki, teşbih edersem müşebbeh bihini53 bulamayacak ve menzilesini tenzil edeceğim. Bu sizin tarladan bir az ötede solgun duran bir saha, hicran-zede bir pakizenin rakibesini gördüğü esnada iktisap edeceği renk-i isfirarı54 andırır bir surette diğer mezraaya55 bakıyor gibiydi.

      Bir az daha ileri de bir iskelet gibi duran ılgın ağaçları, rüzgârın hafif sadmeleriyle sallanıp duruyordu. Güneş garp cihetine doğru mahsus bir süratle sukuta başladığı zaman artık menazır-î bedi’adan ayrılmak felaketinin hululünü hissettik.

      O gece ruhumda, asabimde o kadar müthiş bir gerginlik var idi ki, iki saat ağlamaktan uyuyamadım. O gözyaşları bir latif bahar gününün nihayet gök gürültüleriyle perişan olan akşamından çemenleri kamçılayan katarat-î azizeye pek müşabih idi. Fakat oh ne kadar latif ve nevaz56 idi. Tarif edemeyeceğim…

      BELKİ GELİR

Yazan: M. Refik Necme Gazetesi 11.3.1920 Tarihli Sayı

      Her günkü miattan tam bir saat kadar vakit geçtiği halde, henüz vürud etmemesi, kendisinde pek büyük meraklar uyandırarak dehşetli bir hummanın zehirli nöbetlerinde çırpınan hastalar gibi artık ne ateşli dakikalar geçiriyordu.

      Sahnede nazarına çarpan bütün temaşagerân onu bir saniye bile meşgul edememekten, bâ-husus her halde gelmek ihtimaliyle mutmain olan kalbini bir az daha mütehammil etmek ümidini idame etmeye yardım edecek azıcık gafleti istihsal için oradaki her çeşit tarz telebbüslerle mütelevvin tavır ve hareketlere bakmak suretiyle kendi kendini aldatmaya muvaffak olamamaktan mütevellit bir yeis ile azim endişelerin tahti tazyikında bükülmüş, aciz ve melül düşünüyordu.

      Şimdi her anı, bir leyl-i visalin aks-i zuhurâtı kadar acı, her dakikası bir matem gecesi kadar karanlık ve uzun geçen delikanlı, Hüsn u füsunun menazır-ı meşairanesiyle her tarafından aşk u garam taşan sahnenin bütün mahmuriyet velveledarına bigâne, kıskanç hülyaların muhavvif tesiratıyla mağmum, yalnız ve yalnız onu intizar ediyordu.

      Eyvah ki bir az sonra aldığı bir kara haber, hastalık haberi, o zaman kendisini ne kadar bi-tab bırakmıştı. An be an tezayüt eden şedit bir iştiyak, hususuyla a’mâk-ı esrarı arasında gizlediği nazenin hayaller onu, o anda her şeye isyan ettirecekti. Evvelleri pek süfli ve hararetli geçen hayatını oldukça değişen bu, sanki beş günlük için olan perde-i saadet böyle aldatıcı bir gösterişi müteakip nagehanî olarak kapanacağını hiç de hatıra getirmediği o saatten, evet! Bu yaşa gelinceye kadar hep hararetle karalanan kitap hayatına parlak bir sahifey-i nevin ilavesiyle kendisini mesrur eden o mesut saatten itibaren hayatını artık daima bahtiyar geçirmek için ne güzel programlar tanzim eylemişti.

      O, tal’ından me’yus olduğu için yalnız aks-i halinden korkuyor, kuvvet ve zulmünü her günkü feryatlarımızla kabul ve tasdik СКАЧАТЬ



<p>33</p>

Ber-taab: Devamlı yorgunluk,

<p>34</p>

Alud: karışmış

<p>35</p>

Tenezzüh: gezinti

<p>36</p>

Lerze: titreme, hoşnutluk

<p>37</p>

Tarap: sevinçlik, şenlik, şadlık

<p>38</p>

Sebzpuş: yeşilliklerle örtülü

<p>39</p>

Navâzan: nabız atması, damar vurması

<p>40</p>

Çalaki: suret, çeviklik

<p>41</p>

Zir: aşağı, alt

<p>42</p>

Türs kâinat: kâinatın kalkanı veya ufkun kavsi

<p>43</p>

Nazar-endaz olmak: görüyor olmak,

<p>44</p>

Mevkib-i debdebe: kafile gürültüsü

<p>45</p>

Tanzir etmek: benzemek

<p>46</p>

Kârgir: taş ve kireçten yapılı

<p>47</p>

Manda: sığır

<p>48</p>

Mandıra: ahir

<p>49</p>

Müsaraat göstermek: çabuk bir şekilde ulaşmaya çalışmak

<p>50</p>

Navazırları tartip etmek: gözlere hoş görünmek

<p>51</p>

Sinniyle gayr münasip: yaşına uygun olmayan, yaşının üstünde

<p>52</p>

Bir tavr-î istiğrak-kârı ile: her şeyi kavramış bir tavırla

<p>53</p>

Müşebbeh bihi: benzetilen şey

<p>54</p>

İsfirar: sararmak, sarı renge bürünmek

<p>55</p>

Mezraa: tarla:

<p>56</p>

Nevaz: okşayıcı, taltif edici