Kuş Kanadı. Nağaşıbek Kapalbekulı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kuş Kanadı - Nağaşıbek Kapalbekulı страница 10

Название: Kuş Kanadı

Автор: Nağaşıbek Kapalbekulı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-04-4

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Umarım ki bu yazdıklarımı okuyarak Abil, babasının kim olduğunu öğrenecektir. Babasının oğluna iletemediği son borcunu ödeyişimdir bu. Abil oğlum, sen neredesin? Erkek toklu yabancıya gitmezmiş.

      TUSAN’IN DAMASI

      Kış tatilinde, ta kumlu ve kuytu bölgede oturan annemle babama gelebilmiştim nihayet. Onuncu sınıfta okumama, artık büyük bir delikanlı olmama rağmen, annemle babamı özlemiş, şu tatili dört gözle beklemiştim. Yatılı okulun her gün durmadan verdiği lezzetsiz çorbasından da bıkmıştım.

      Kolhoz, çobanlara kışlık azık olarak deve kesip vermişti. Akşamları evin ortasındaki demir sobanın üzerinde tuzlanıp bekletilmiş deve eti, kıvamında kaynıyordu. Sobanın önünde tezek közünde ekmek pişiyordu.

      “Kaysar’cığım kalk yavrum!” diyerek artık kocaman olan sırtımı okşayıp büyük bir sevgi ile öpüverdi annem. Bir annenin sıcak avucu, ilgi ve sevgisi, özlemi ne kadar güzeldi!

      Gerilerek zor kalktım.

      “Gel canım! Kahvaltı hazır!”

      Zahmetlere kapılan annemle babamın ortasında şımarırdım. İç dünyam tamamen aydınlanır, acayip duygular yaşardım. Harika bir dünyaydı!

      Annem, benim için sakladığı kurut6, tereyağı, şeker ve bisküvilerinin hepsini çıkarıp ağzıma sokarcasına yedirirdi. Tıka basa doyduktan sonra canım sıkılarak dışarı çıkardım. Aşimhan, annemin akrabasıydı. Babam ve Aşimhan, daha hava aydınlanmadan, sabah erkenden koyunları otlatmaya çıkarırlar ve ancak akşam karanlığı indiğinde üstleri başları buz tutmuş bir hâlde dönerlerdi. Komşumuzun karısı sık sık hastalanan bir kadındı. Çoğu zaman yataktan kalkamayıp başını eşarpla sararak inleye inleye yatardı. Hasta olan insan sinirli oluyordu. Onların da benim yaşlarda Tusan adlı iri yapılı, orta boylu ve geniş omuzlu çocukları vardı. Çocuk, sabahtan akşama kadar koşar dururdu. Annesi sık sık hastalandığından dördüncü sınıftan sonra okula devam edememişti. Ne zaman görsem iş yapıyordu. Koyunlu köyün işleri bitmezdi ki…

      Babasıyla sabahın erken saatlerinde kalkar, koyunları sayarak otlatmaya çıkarmaya yardımcı olurdu. Zayıf ve güçsüz, topal ve hasta olduğundan ahırda kalan hayvanlara ot verirdi. Öğleye doğru onları da önüne katar, Kızılsay’daki nehre götürür ve nehrin buzunu kırarak hepsine su içirirdi. Evindeki annesi ile küçük kardeşlerinin üstlerini giymelerine yardımcı olur, karınlarını doyurduktan sonra ateş yakar, eve su getirirdi. Çocukların çamaşırlarını yıkayıp yemek pişirirdi. Öylece hiç dinlenmeden çalışır dururdu.

      Çökmüş beyaz develer gibi bembeyaz karın altında kalan şu oyuk, kumlu ve kuytu yerde bu iki ev ahalisinden başka kimse gözükmezdi.

      Okuldan geleli bir-iki gün geçmişti ki, iyice sıkıldım ve üstümü giyerek dışarı çıkıp Tusan’ın yanına gittim.

      O, kenarı tamamen buz tutmuş kuyudan su çekiyordu.

      “Bu sene kaça gidiyorsun?” diye sordu.

      “Ona.”

      “Ben de şimdi ona gidiyor olurdum.” diye kem küm ederek, kovadaki ağzına kadar dolmuş suya üzgün bir yüz ifadesiyle bakakaldı.

      “Bu sene okulu bitiriyormuşsun. Sonra ne yapacaksın?”

      “Üniversiteye gideceğim.”

      “Ben, pilot olmak isterdim. Onun için yeteri kadar sağlıklıyım. Her gün ağırlık kaldırıyorum. Gözlerim de keskin. Dürbün olmadan da ta uzaktakileri hemen tanıyorum. Saçlarımı da uzatırdım. Babam bitleneceğim diye sıfıra vurur hep.” diyerek tamtakır sıfıra vurulmuş başını sıvazladı.

      Ev tarafından annesi, “Allah canını alası Tusan! Nereye kayboldun? Yer mi yuttu seni!” diye bağırdı.

      Bunu duyan Tusan, “Tamam ben gidiyorum! Annem hasta ya!” diye telaşa kapıldı, ağzına kadar doldurulmuş iki kovayı alıp hızlı adımlarla evine doğru gitti.

      İlk dikkatimi çeken küçücük iki gözünün üzgün, dertli ve düşünceli olduğuydu. Diğer çocuklar gibi itişe kalkışa oynamazdı. Kahkaha atıp içten gülmezdi. Kaşlarını çattığı gibi koştura koştura evin işleriyle meşgul olurdu.

      Biraz zaman geçince, ben de anneme yardımcı olmaya, ahırda kalan küçük hayvanlara bakmaya başladım. Akşamları otlaktan dönen hayvanlara ot verirdim. Annemin bu kadar işi nasıl yetiştirdiğine şaşırmıştım. Yorgun ve bitkin bir şekilde akşam yatağa atıyordum kendimi.

      Dördüncü gün, Tusan’la ikimiz, yığını sıkıca bastırılmış otu dirgenle ayırmaya çalışıyorduk. Ot, insanın burnunu yakıyordu. Çok geçmeden terlemiştik. Tusan, dirgeni pat diye sokup sallaya sallaya bir deste otu çekip çıkarıverdi. Güçlü olduğu her hâlinden belli oluyordu. Bense nefes nefese kalmıştım, dirgene dayanıp duruyordum.

      “Sen dama oynamayı bilir misin?” diye sordu.

      “Ben okulda damadan şampiyon olmuştum.” dedim övünerek.

      O, ot yığınlarının bulunduğu yerdeki bir boşluğa elini sokup bir çuval çıkarıverdi. İçinden iki egzersiz tekeri ve bir tahta çıktı.

      “Hadi öyleyse oynayalım.” diyerek çıkardığı yayvan tahtayı açtığında kare kare yapılan dama tahtası gözüktü. Ahşaptan yontulmuş beyaz ve siyah taşları ayrı ayrı gazeteye sarmıştı. Onları getirip yerleştirmeye başladı.

      Otların üzerine yan yatıp dama oynamaya başladık. Şu uzaktaki kumlar arasındaki dört sınıflık eğitimi olan Tusan’ı kendime eşit kabul etmemiştim. Rast gele hareket etmiş, üç defa üç taşımı birden yedirerek çok kötü yenilmiştim. Yatılı okulun herkesi geride bırakan başarılı öğrencisi, okul kurulunun başkanı, dama şampiyonu olan ben, böyle kolayca yenildiğim için çok utanarak, taşları tekrar dizmeye başladım.

      İkinci defada da çok kötü bir şekilde yenildim, hemen peşinden üçüncü mağlubiyetim geldi. O ise yendikçe neşeleniyordu. Azı dişlerine kadar göstererek kahkaha atıyordu. Sinirlenerek tüm taktikleri kullanmaya başlamıştım. Ancak nafile… İki-üç hamle yapmadan hepsini anladı, önümü engelleyerek darbe indirdi.

      “Hey kahrolası Tusan! Ahmak! Nereye kayboldun? Şu çenesi kenetlenesi küçük ağlıyor!” diye bağıran annesinin sesini duyar duymaz keyfi yerinde oturan Tusan’ın rengi kaçtı. Çocuk yerinden fırladı. Alelacele damasını toplayıp çuvala koyarak ot yığınlarının arasına sokuverdi.

      “Hadi gidiyorum!”

      “Bir oyun daha oynasaydık!”

      “Yarın aynı saatlerde! Tamam mı?” diyerek otları kızağa yükledi, karnı şişmiş öküzüne “ıhı!” ederek aceleyle uzaklaştı.

      Hıncımı ot yığınlarından aldım. Tozu kaldırarak sağa sola dağıttım güzelce. Bugüne kadar СКАЧАТЬ



<p>6</p>

Süzülmüş yoğurttan yapılıp kurutulmuş yiyecek