Siyasi Katılım. Veyis Güngör
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Siyasi Katılım - Veyis Güngör страница 21

Название: Siyasi Katılım

Автор: Veyis Güngör

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn:

isbn:

СКАЧАТЬ Ki, bu ayrı düşüncelerle hem fikir olunmasa da bunların varlığını kabul etmek basit ilişkilerin temelidir. Bu zor bir süreçtir ama bir o kadar da etkilidir’’.

      Bu yönde ulusal veya uluslararası bir politika var mıdır, geliştirilmiş midir? Sorusuna ise Pronk şu cevabı veriyor : ‘’Günümüzde siyasi ve kültürel görüşler ekonomik faktörlerin önünde gelmektedir. Dolayısıyle, dominant siyasi bakışta Kuzey sürekli dışlanmakta ve kendi sınırları içinde kendi kimliğiyle başbaşa bırakılmaktadır. Bu ise Kuzey’de, özellikle bazı gruplarda fanatizmi kaçınılmaz kılmaktadır. Günümüz uluslararası kurumsal sitemin mimarisi güçlendirilmeli, İkinci Dünya Savası galiplerinin hakimiyetlerini sürdürdükleri bir sistem ve yapı olmamalıdır”.

      Pronk’a göre gruplara, insanlara yaklaşma ve değişme sürecine katkıda bulunma, etki etme eskisi gibi olmamalıdır. “Eskiden olaylara hep kozmopolit yaklaşılırdı. Gençlere veya kadınlara yönelik aydınlatma, bilgilendirme girişimleleri olurdu. Şimdi önemli olan mesele elit grubun nasıl değiştirilebileceği ve bu grubun nasıl etkileneceği meselesidir. Liderlerin, yöneticilerin değişmesi, meselelere, tartışmalara katılımı ciddi bir sorundur. Bu noktada zorluklarım var. Şöyleki, kimlik promlemlerini çözmek ekonomik problemlerden daha zordur. Zıtlıklarla çözmeniz mümkün değil, zira zıtlaşma çatışmayı ve yan etkilerini beraberinde getirir. Bu konuda keskin reçetem olmamakla birlikte ne kazanırsak kardır mantığıyla olaylara yaklaşmayı düşünmekteyim. Bu metodun ana fikri de psikolojiktir yani “diyalog”dur. Diyalog süreci, dominant gücü ve etkiyi sınırlasada başlı başına bir zenginliktir. Zira toplumların sürekli çatışma, adaletsizlik, geri kalmışlık içinde uzun süre hayatlarını sürdürmeleri beklenemez. Bir gün memnuniyetsizlikler o derece ilerlerki o toplum artık büyük bir tehlike arzetmeye başlar. Hiç bir toplum getto halinde yaşamaz. Bu tür bir yaşam kendilerini güven içinde hissedenler içinde bir tehlikedir, bir gün kendilerini olabilecek tehlikelerden koruyamazlar”.

      “Politikacılar insanları, onları seçenleri mutlaka dinlemelidirler. Dinlemek demek susmak anlamına gelmemelidir. Kitleyle konuşmaktır. Onları rahatlatmaktır, ikna edebilmektir” diyen Pronk sökonusu değişim ve diyalogun Ukumenik (birlikte hareket etmek) hareketle nasıl başarıya ulaşacağı? Sorusuna şöyle cevap vermektedir: “hiç bir kimseyi dışlamamalıyız. Diyalog’la, sürekli konuşmayı denemekle, kendilerini dışlanmış, horlanmış, itilmiş hissedenlerin gönüllerini alarak siyayi süreçlere etki edilmelidir. Bunun için uzmanlaşmaya gerek vardır.

      İnsanların, farklı yollarla önemli meseleler hakkında birlikte konuşabilmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Boş vaaz etme yerine, icraat yapılmalıdır. Bu bilgilenmeyle olabileceği gibi, insanların bu işe inanmaları ve bu işe hazır olmalarıyla gerçekleşi”.

      Bir çok konuda, sadece dış politika değil, çok kültürlü toplum, göç, kalkınma işbirliği yardımı, Avrupa Birliğinin geleceği, Avrupa kimliği gibi bir çok konuda tartışmaya ve ortak çalışmaya hazır olunmalıdır. Hollada’da bol bol kunuşulmaktadır, ama icraat, o bir soru işareti. Konuşulan konunun muhatabı dışlanmamalıdır. Onlar hakkında onlardan habersiz tartışmalar yapılmamalı ve kararlar alınmamalıdır”.

      Maalesef Hollanda’da hep böyle yapıldı. Göçmenlerin entegrasyonundan tutunda eğitim, gençlik, konut vs. problemine varıncaya dek göçmenlerin fikri alınmadan ilk önce tartışıldı sonra çıkan sonuçlar gereği uygulanan politikalara göçmenlerin uymaları istendi. Sonuç malum. Koskoca bir fiyaska. Geçmiş hükümetler, içinde Jan Pronk’un da bulunduğu hükümetlerin uyguladıkları politikalar, takip ettikleri metodlar hep böyle olmadı mı? Göçmenlerle bırakın konuşmayı, fikirlerini almayı sanki onlar bu ülkede yaşamıyormuşcasına davranıldı. Oysa Hollanda için, diğer Avrupa ülkeleri için farklı kültürlülük bir hayal bir rüya değil apaçık bir gerçekti. Bunu hem günlük hayatta hem kurumlarda hem bireylerde hem caddelerde görmemiz mümkündü. Ama bugüne kadar mümkün olmayan bir gerçek vardı ki, o da dominant kültürün bireylerinin, kurumlarının sahip oldukları güçleri, etkileri belki azalır, zedelenir korkusuyla söz konusu farklılıkla bir türlü diyaloga girme cesaretini gösterememeleriydi. Kaldıki bu süreç onlar içinde bir zenginliğin başlangıcını oluşturabilirdi. Dışlamak, hesaba katmamak, kurumsal red nereye kadar sürer ve bunun kime faydası var, bilemiyorum.

Mart 2003

      Frits Bolkestein, Birey ve Toplumsal Sorumluluk

      Amsterdam’dan Ramazan Yurtsev geçen hafta Jan Pronk ve çok kültürlü toplum başlıklı yazımızdan sonra, elektronik posta adresime şu notu göndermiş. “Sayın Veyis Güngör DÜNYA gazetesinde yayınlanan yazılarınızı okumaktayım. Genellikle Hollanda’daki göçmenlerin, dolayısıyle Türklerin etrafında cereyan eden konularda yazılar yazmaktasınız. Biz de bu toplumda olan gelişmelerden böylece haberdar olmaktayız. Bunun yanısıra gerek geçen haftaki yazınızda İşçi partili Jan Pronk, gerek bundan bir iki ay önceki yazınızda da CDA’nın ideologlarından Anton Zijderveld’in görüşlerine yer verdiniz. Bütün bunları bir plan doğrultusunda mı yapıyorsunuz? Eğer öyleyse sırada kim veya kimler var doğrusu merak etmekteyiz”.

      Okuyucumuza teşekkür ederiz. Elbette her yazının bir amacı vardır. Yazıya konu seçilirken verilmek istenen mesaj mutlaka önceden düşünülür. Ben de haftalık konularımı seçerken, eğer o hafta gündemimi Hollanda’daki siyasi gelişmeler belirlememişse, önceden kafamda oluşan bir proje doğrultusunda seçerim.

      Okuyucumuzun da dikkatini çeken proje şudur. Hollanda’da yaşayan Türk azınlık olarak çok geçte kalsak, Hollanda düşünce yapısı, felsefesi, siyasilere yön veren ideologları, siyaset ve bilim adamları, kültür ve sanat adamları, tarihi olaylar yani Hollandayı Hollanda yapanlar hakkında bilgi sahibi olmamız, bunları bilmemiz gerektiğini düşünmekteyiz. Buradan hareketle zaman zaman Hollanda tarih felsefesi ve Hollanda sosyal tarihi üzerinde kısa denemelerim olmaktadır. Toplumun düşünce yapısını, akımları, ekolleri, norm ve değerleri bilmeden o toplum hakkında yüzeysel bilgi sahibi olunur. Kaldı ki, bir çoğumuz kendimizi artık Türk kökenli Hollandalı saymaktayız. İşte bugün sıra Hollanda Liberallerinde. Bir çoğumuzun en azından isim olarak tanıdığı liberal Frits Bolkestein’in düşüncelerine yer vereceğiz.

      İdeolojiler arasında birey ve üyesi olduğu daha doğrusu meydana getirdiği toplum ve o topluma karşı sorumluluğu hep tartışıla gelmiştir. İçinde yaşadığımız toplumda da son zamanlarda özellikle norm ve değerler, toplumsal sorumluluk tartışma gündeminden düşmemektedir.

      ‘Her birey yapmış olduğu hareketin sonuçlarından sorumludur’ ilkesiyle sözlerine başlayan Frits Bolkestein klasik liberallerden Adam Smit’e atıfta bulunarak meselenin aslında bir pazar mekanizması olduğunu, esasen bireysel çıkar gibi görünsede sonuçta toplum yararına tüm işlerin yapıldığına dikkatimizi çekmektedir. Hollandalı filozof Bernard Mandeville’ye gönderme yapan Bolkestein, Mandeville’nin ‘bireysel çıkar sağlayan uğraşların mutlaka toplumsal çıkarları bertaraf edeceği diye bir kaide olmadığın’dan bahsettiğini söylemektedir. Zira bireysel alandaymış gibi görünen erdemlilik mikro derecede kalmamaktadır. Tam tersine topluma malolmaktadır. Aynen şu meşhur sözde anlamını bulduğu gibi: “Private vices, public benefits”. Dolayısıyla günümüzde tartışılan toplumsal sorumluluk aslında bireysel sorumluluktur. Bireysel sorumluluk başkalarının da çıkarlarını hesaplayabilmektir.

      Klasik liberal modele göre toplumdaki birey ilişkileri mübadele ilişkileridir. İlişkiler zaman içinde anlaşma şekillerini alır. Böylece bir takım normlar üzerinde СКАЧАТЬ