Evet, son günlerde mevcut siyasî partilerin hepsi bu yöne eğilmişlerdi. Günah keçisi de malum olduğu üzere, ülkedeki azınlıklardı. Düne kadar hürriyetten, özgürlükten bahseden Liberal Parti, artık, Hollanda’nın dolu olduğunu açıkça dile getirmekten çekinmiyordu. Düne kadar özel okulları savunan Hıristiyan Demokratlar sıra İslâm okullarına gelince, çıkış noktalarını değiştiriyordu. Yıllardır azınlıklara sempatiyle yaklaşan ya da öyle bir imaj çizen İşçi Partisi de oy kaygısıyla radikalleşiyordu. Geriye kim kaldı. Yeşil Sol ve Sosyalist Parti.
Bütün bunlar sadece oy kaygısı için, kendini tehdit altında hisseden yüzde otuzluk halk kitlesinin yüzer gezer oylarını almak için yapılıyordu. Oysa siyasî partiler, ülkeyi yöneten kadrolar toplumda var olan sıkıntıları ve gerçekleri görmezlikten gelemezler. Bugün Hollanda’da siyasetçi ile halk arasında varolan uçurumun sebebi neden araştırılmıyor ? Halktan kopuk yönetim, halka danışmadan iş, hukuk, eğitim, aile vb. konularda kararlar alıyor. Halk konuşmak istiyor, tavsiyede bulunmak istiyor, yönetime etki etmek istiyor ve bu istekler yerleşik politikacılar tarafından yok sayılıyor. Yerleşik politikacılar bütün bunları örtbas etmek için azınlıklarla ilgili açıklamalar yaparak geniş halk kitlelerinin dikkatlerini bu yöne çekiyor. Rahatsızlıklara çözüm bulma sürekli erteleniyor.
Varolan memnuniyetsizlik suiistimal edilerek oy avcılığı yapmak, güçleri ve kuvvetleri pek fazla olmayan azınlıklara yüklenmek ucuz bir politikanın ürünüdür. Liderler çıkıp televizyonlarda istedikleri gibi konuşuyorlar, programcılar eskiden korka korka gittikleri meselelerin üzerine açık ve ukalaca gidiyorlar. Ancak hedef alınan kitle ise bütün bunlara cevap vermekte zorlanıyor. Konuşuyorlar ama sesleri duyulmuyor. Düşünüyorlar ama herhangi bir basın kuruluşuna düşünceleri yansımıyor. Kızıyorlar, sinirleniyorlar ama sadece çektikleriyle yetinmek zorunda kalıyorlar.
Azınlıklar her alanda katılımı sağlamak için gayret sarf ediyor, en azından bu yönde geçmişe göre mentalite değişikliği ortaya koyarlarken, onları dışlarcasına, toplumun dışına itercesine bir politika yürütülüyor günümüz Hollanda’sında. Basit, kolay, popülist ve çıkarcı politika kol geziyor her yerde.
Oysa Hollanda tarihten gelen bir imajla çok barışçı, toleranslı, insan hak ve hukukuna saygılı bir ülke olarak zihinlerde yer alır. Bugün bunları Hollanda’da görememek insanı üzüyor. Özellikle 11 Eylül olaylarından itibaren Amerika’nın başını çektiği anti-Müslüman propagandadan maalesef, Hollanda da nasibini almış durumda. Artık içinde İslâm geçen, Müslümanlara yönelik her proje reddediliyor, onaylanmıyor.
Amerika ve tüm Avrupa’da azınlıklar ve göçmenler üzerinde dolaşan karabulutlar hiç arzu etmememize rağmen Hollanda’da da var. Birçok ülke siyasetçisi seçim politikasını gözle görülebilen, somut olan göçmenler ve azınlıklar sorunu üzerine kurmaktadır. Kolay politika yapmaktadır.
Hemen hemen her parti, özellikle VVD hattâ CDA ve dahi PvdA televizyon ve radyolarda yapmış oldukları tartışmalarda açık açık azınlıkları, göçmenleri seçim kozu olarak seçmişlerdir. Yeşil Sol biraz ılımlı olup, bazı azınlık grupların sempatisini kazansa da yine de insanın kafasında bir netlik oluşmuyor. Sanki herkes biraz Pim Fortuyn’cü olmuş gibi bir hava esiyor Hollanda’da. Böyle bir ortamda, seçmen olarak yeniden sandık başına giderek, önümüzdeki senelerde Hollanda’yı idare edecek zihniyeti nasıl belirleyeceğiz?
Birçok Hollandalı için önümüzdeki hafta oyunu hangi parti için kullanacağı aşağı yukarı belli iken, Türk kökenli bir Hollandalı olarak hangi partiye oy vereceğimiz hususunda şu ana kadar kafamızda bir netlik oluşmadı.
Partiler mi? Yoksa partilerin listesindeki Türk kökenli adaylara tercihli oy mu ? sorusunu kendimize sormaktayız. İçimizden gelen ses ve yukarıdaki tablo, yani Hollanda gerçekleri, bizi tercihli oy kullanmaya mecbur ediyor. Dolayısıyla oylarımızı sevdiğimiz, bildiğimiz, kalitesine ve kapasitesine güvendiğimiz Türk kökenli bir aday için kullanacağız. Hiç olmazsa bu adaylarımız parlamento düzeyinde hem partilerinin içindeki azınlık ve göçmen karşıtı olanlara, önyargılı olanlara bizi anlatsın hem de genel anlamda azınlıkların konumlarını savunma imkânı bulsun.
Seçim sonuçlarının, iktidara gelecek hükümetin Hollanda’da yaşayan herkese mutlu bir gelecek oluşturmasına vesile olması duasıyla.
Jan Pronk, Çok Kültürlülük ve Endişeler!
Jan Pronk’u Hollanda’da tanımayan var mıdır bilemiyorum. Uzun yıllar Kalkınma İşbirliği Bakanı ve Mor hükümetin son dönemlerinde Çevre Bakanı olarak görev yapan Pronk Hollanda siyasi litaretürüne dobura dobur ya da açık sözlü bir sosyal demokrat olarak geçmiştir. Şimdilerde öğretim görevlisi olsada, karakteri gereği Pronk sürekli siyasi gündemde kalmayı başaran, hatta bu işi seven biridir. Bunun için olsa gerek, çok sık kalkınma, uluslararası ilişkiler, sürdürülebilirlik, fakirlik ve çatışma gibi konularda fikrine başvurulur. Bu bağlamda Pronk’la onbir eylül olaylarından sonra dünyanın nereye gittiği konulu bir söyleyişi keyif duyarak bir kaç ay önce NMO (Hollanda Müslüman Yayın Kurumu) da izleyebilmiştim. Türk sunucu Nazmiye Oral tarafından yapılan söyleşide Pronk dünyamızın gidişatından ciddi bir şekilde endişe duyduğunu ifade etmişti. Bakanlığı döneminde eski Yugoslavya’da gözler önünde, dünya kamuoyu gözü önünde hunharca öldürülen yedibin müslüman erkeği hala unutamadığını dile getirmişti.
İşçi partisinin koca kurtlarından Jan Pronk, her ne kadar günlük politikada aktif olmasada bir çok konuda, özellikle Batı toplumuyla ve dünya toplumları arasındaki konularda, meselelerde konuşmayı, tartışmayı arzu ediyor, arıyor.
Bu bağlamda Pronk’la, Oikos haberde yapılan bir söyleşiden hareketle tecrübeli politikacının bazı görüşlerini bu satırlara taşımak istiyorum. İlk soru tahmin edileceği gibi dünya gündemiyle ilgili. Son uluslararası sorunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? sorusuna Pronk şu cevabı veriyor: “Son uluslararası sorunlar deyince hemen karşımıza Irak meselesi çıkmaktadır. En önemli uluslararası sorun ise fakirlik ve eşitsizliktir. Bu ise diğer sorunları, güvensizlik ve savaşı berabarinde getirmektedir. Irak meselesine geri dönünce, değişen uluslararası ilişkiler ve münasebetler çerçevesinde meydana gelen bu olay aynı dünyamızda bir takım istikrarsızlıkları da beraberinde getirmiştir. Bence haksız bir müdahaledir. Hele hele şu dönemde uluslararası topluluğu dinlemeden dünya jandarmalığına soyunmak hiç te kabul edilir cinsten değil.“
Irak Krizi, Orta Doğunun hali ve Fanatizm hakkında da Pronk şunları düşünmektedir: “Törer olaylarının beslendiği bir teoriyi en azından kağıt üzerine dökebildim. Benim görüşüm şudur. Fakirlik şiddeti doğurmaz. Ancak sistem içinde bazıları dışlandıysa bunun siyasi yansımaları vardır. İnsanlar kendilerini sistem dışına çekmektedirler. Meseleye Amerika ile Kuzey arasında aşk-nefret ilişkisi olarakta bakmak mümkündür. İnsanlar Amerikan dizilerine bakmalarına, Nike marka giymelerine rağmen Amerika’dan gelen sisteme karşı direnmektedirler. Belki, neye, niçin karşı olduklarını bilmeden. Kaybedecek fazla birşeyleri olmadığı için sisteme karşı gelmekteler. Bu onlar için aslında kazanmanın bir işaretidir. Bu turum ise insanı fanatizme götürür. Bunun çözümü, insanlardaki fanatizmi ve ikili morali oluşturan motifleri ortadan kaldırmaktır. Bu ne demektir? Nasıl gerçekleştrilmelidir ? Her şeyden önce İslam’la СКАЧАТЬ