– Onları ben de düşünüyorum… Ben de özlüyorum ya ana! Şimdi söylediğin iki torunun benim de çok sevdiğim evlatlarım. Bana babalığı benimseten de onlar ya! Fakat mânimi siz de görüyorsunuz…
– Ben bilmem. “Bahaneye bahane eklemeyi mi kabullendin, şu şehrin tozunu yutmayı alışkanlık hâline mi getirdin” diyorum. Abaycan! Böyle yaparsan “ev de sokak da aynı” olur, sürüsünden ayrılan genç kulun gibi olursun. Çabuk dön, evladım, dedi.
Son sözlerinde Abay’ın gönlündeki bir çatlağı sezmiş gibi şüphe ve karşı koyma da görüldü. Şehre geldiğinden beri fark ettirmeden oğlunu süzen annesinin bilgece hissiyatlı gönlü kış boyunca köyüne dönmeyen evladının hâletiruhiyesini anlamıştı. Evdekileri özleyerek sorup soruşturan açık seçik bir tavrını görememişti. Bundan birkaç yıl önceki Abay böyle değildi.
Yoksa Mekiş’le kıyıda köşede konuştukları bir vakitte bu evladının Dilda hakkındaki ümitsiz ve soğuk sözlerini mi işitmişti?
Uljan’ın sözleri, evladının yüzünden okunmuş gibi nazikçe ve hafifletilerek söylenmiş olsa da arkası sır dolu, ağırlığı olan sözlerdi. Fakat burası, bu defa bunların açıkça söyleşileceği uygun bir yer ve uygun bir zaman değildi. Annesinin aklında şüphe bırakacağını bilse de Abay ses çıkarmadı. Sadece:
– Allah’ın izniyle halk yaylaya göçerken, sizler Şınğıs’ı aşmak üzereyken biz de ardınızdan yetişiriz. Çoluk çocuğa selam söyleyiniz. Yolunuz açık olsun! Yorulup takatiniz kesilmeden, rahat gidip sağ salim güzelce ulaşınız, diyerek dua etti ve annesinin yola çıkması gerektiğini hissettirdi.
Bu arada Takejanlar da Mekiş’le ve Tinibeklerle vedalaşmış, at binmiş, açık durmakta olan geniş kapının önünde toplu olarak bekliyorlardı… Uljan faytona bindikten sonra Masakbay atları kırbaçladı. Üç kula atın koşulduğu geniş fayton gıcırdayarak, şıngırdayarak ağır ağır harekete geçti, gürültü çıkararak yola koyuldu…
Bundan on beş yirmi gün sonra Abay ile Erbol da yola koyuldu. Şehirden gün doğarken çıkan süvariler ilkbaharın uzun gününde yolu hallaç pamuğu gibi attı. Abay ile Erbol hızlı at sürmeye dayanıklı, sağlam kişilerdi. İster kış olsun, ister yaz olsun, ne kadar uzak ve zorlu bir yol olursa olsun, biri diğerine “yoruldum” yahut “usandım” demezdi. Bilakis, gidişi sert atlarla gün boyu nefes almadan aceleyle koşturarak gelip akşam konaklayacakları yere yettiklerinde de vücutlarındaki ağrıları, yolda yaşadıkları sıkıntıları konuşmamaya gayret ederlerdi. Sanki ikisinin arasında dayanıklılığa kararlılık yemini veya bir dayanıklılık rekabeti varmış gibiydi.
İşte bugünkü gidiş te böyle sözü edilecek türden fevkalade bir gidiş oldu. Sadece bunların değil, at üstünde ivedi gidişi ömür boyu meslek edindiği için tamamen pişerek buna alışmış olan Karabas ve Cumağul gibi ulaklar da, Eleusiz ve Besbay gibi Oljay soyunun talancı yağmacıları da nadiren böyle giderlerdi.
İki yiğit Semey’den çıktıkları günün alacakaranlığında gün batarken Orda dağının Şilikti6 tümseğine yetti. Halkın büyük kısmı yaylaya doğru yönelmiş, yolda kalan obalar seyrekleşmişti. Konaklayacak tek yer Orda dağının bu yakasında olmalıydı. Tam da Şilikti bölgesinde Orda dağını kışlak olarak kullanan Mamay boyunun Bayşora denen fakirce bir atası vardı. Bunlar yaylaya biraz gecikerek çıkardı. Biniciler “bu obalardan birine yetişiriz” diye atlarını zorluyordu. Abay’ın kendi kışlakları üzerinden gitmeyip Orda dağından geçmesinin sebebi, Uljan obasının bu yıl da Bökenşilerin yaylası olan Köldenen’den geçerek hayvan sürülerine Bakanas nehri yakasını yaylatmak istemelerindendi. Oraya doğru giden kestirme yol Orda dağının üstünden geçiyordu…
Şehirle Orda dağının bu yakasının arası yüz otuz kilometre kadardır. Abay’ın altındaki al don sakarlı at uzun seferler için çok güvenilir bir attı. Eskiden binen Izğuttı yürüyüşü sağlam olan bu atın devamlı koşma hususunda tulparla denk olduğunu belirtmişti. Erbol’un yedek atı vardı. Tok yapılı ve kıvamında olan kara benekli kendi atı al don sakarlının baskısına dayanamadı. İkindi vakti beli gevşediği için kamçılanmayı gerektirdi. O zaman Abay:
– Yedekteki beşli aygır demir kırı çilliye bin, dedi. Abay o atı hoş görünüşüne ve demir kırına ilgi duyarak “sürüye katarım” diye şu son birkaç gün içinde almıştı.
Erbol at değiştirerek gitse de al don sakarlının debisi daha baskındı. Güneş yatmaya başladığında Orda dağının ardından bulut çıktı. Yolcuların karşısından sert yel esiyor, gökyüzü gürlüyor, bir hayli yoğun yağmur geliyordu. Bunu anlayan Abay “göz gözü görmez olmadan meskûn mahalle yetişelim” diyerek gidişi daha da sertleştirdi. Al don sakarlının devamlı yelişi vardı. Döşünden vuran soğuk yel al donlunun belini yükseltiyor, coşkusunu arttırıyordu. “Yorulmaya başladı mı ki” diyeceği kuşkulu vakitte al don sakarlı sanki çekişmeye düşmüş gibi gayretlenmişti. Gemini çiğniyor, başını ileri geri sallıyor, sümkürür gibi burnundan nefes vererek araziyle didişiyordu. Abay dizginini tutarak frenlemese inatlaşarak var gücüyle koşacak, ateş gibi yanarak gidecekti.
Erbol uzun süredir al donlunun gidişine bakıyordu. Abay’ın dizgini biraz daha serbest bırakarak gidişini hızlandırması ile bir ara demir kırı ile arkada kaldı, daha sonra koşturarak peşinden gelip yetişti. Azıcık uyumlu hâle gelip al donluyu geçince göz ucuyla baktı:
– Tüh! Tüh maşallah! Şu serdengeçtiden şikâyet olmaz Abay! Sanki döşünün terini kurutuyor mübarek. Eyvah eyvah! Bu ne zamana kadar dayanacak, dedi. Abay da al donluyu çok güvenilir ve sağlam bir dost olarak görmeye başlamış, sevinerek gidiyordu:
– Hiç bilmiyorum Erbol. Hayran oldum. Belinin sağlamlığı, ta Tinibek’in kapısından çıktığımızdaki gibi. Esasında insan dayanabilse bu atın gideceği mesafenin sonu yok efendim, dedi.
Sert rüzgârın hızla getirdiği yağış, Abaylar Şilikti bölgesine yaklaşırken merhametli bir şekilde yavaş yavaş yağmaya başladı. Rüzgâr da kesilmişti. Orda dağının yakın yamaçları al kızıl selinler, pelinler ve tüllüşahlarla capcanlı olmuştu. Biniciler bitki örtüsü kurumuş olan patika yolu yararak giderken yağmurun etkisiyle daha da canlanan taze yeşilliklerle dolu vadideki selin ve pelin kokuları kesintisiz olarak dalga dalga geliyordu.
Fakat bir süre sonra bulutlar iyice koyulaştı, yağış arttı. Güneşin hangi menzile ulaştığını anlamak imkânsızlaştı. Batı yakası çepeçevre yağışla sarılmış, güneş bütünüyle kapanmıştı. Akşam karanlığı yaklaşmış gibiydi. Kandillerin yakılacağı vakit mi başlıyordu, yoksa yağmur bulutları yüzünden akşam güneşinin sezilmeyişi miydi? Her nasılsa, batı yakasındaki ufuk çizgisinde sarımsı puslu bir ışık vardı. Söner ümit, biter hayat gibi zayıflayan, giderek hâlsizleşen son ışık. Biraz sonra o da bir deri bir kemik kalmış iskelet gibi cılızlaştı, azaldıkça azaldı. Sarımsı ışık bozardı. Yine bir müddet sonra loşlaştı, karamsı koyu kahverengi pembe renge büründü. Giderek göğerdi. Gösterişsiz gökyüzünün elemli gece pusuna yol verdi.
Göz gözü görmüyordu. Abaylar ancak o zaman СКАЧАТЬ
6
Şilikti: Bodur ağaçları olan, çalılıklı.