– Kalk, kalk! Kalksana Erbol, dedi. Erbol:
– Bu ne, ne oluyor Abay, derken çekinerek baktı. Ürkmüştü. Aklında “yüzü ne kadar tuhaf görünüyor. Ateşi mi çıktı acaba? Hastalandı mı ki” şeklinde nice türlü korkunç şüphe vardı. Abay onun aklındakileri fark edip anlayacak durumda değildi. Kalpağını giydi, kaftanını omzuna aldı ve Erbol’a:
– Yürü! Dışarı çıkalım, dedi.
Ev ahalisi onların aniden hareketlenmesiyle ilgilenmemişti. Yaşlı kadın uyuyakalmıştı. Bekey konuklara arkasını dönmüş, ateş başında kaynayan ete bakarken içi geçmişti. Onların sezmeyişi iyi olmuştu. Çok değişerek yadırgatıcı bir heyecana kapılan Abay daha düzelmemişti. Kulağı ile hevesi dışarıdaydı. Sadece bir seste! Yoksa şarkıda mı?
Aniden ilk ayağa kalkışında bütün eklemleri tir tir titremiş, yıkılıp düşeyazmış, ancak Erbol’un destek oluşuyla zorlukla ayakta durabilmiş, fakat o zaman bile kendi kendisinin farkına varamamıştı. Bir puslu düş içinde aceleyle, titreyerek, yeltenerek sadece ilerideki bir ışığa doğru gitmek ister gibiydi. Biraz ötedeki şarkı bitmiş değildi. Kulağını ondan ayıramıyordu. Bütün kalbiyle ona akıyor, can kulağıyla dinliyordu. Kapıyı nasıl bulduğunu, evden nasıl çıktığını da bilmiyordu.
Evden çıkar çıkmaz kalpağını yolarcasına başından çıkaran Abay sesin geldiği tarafa doğru bütün gücüyle hamle ederken birdenbire olduğu yere çakılmışçasına kalakaldı ve sesin geldiği eve kulağını yapıştırmış gibi dinlemeye daldı. Şarkı “Topayköy” idi. Ancak şimdi nahif bir ezgiyle alabildiğine güzel bir biçimde şımararak, dalgalanarak gelmiş ve olması gerektiği gibi sona ermişti. Şarkı bitmişti. Abay olduğu yerde geriye dönüp Erbol’a doğru yekindi:
– Toğjan! Eyvahlar olsun, bu Toğjan! Toğjan’ım yahu bu! Onun sesi. Tadı bozulmayan kendi ezgisi! Kendi bestesi! Erbol, efendim! Ben neredeyim? Şu evden beni çağıran Toğjan’ım yahu, dedi, azıcık takatini de tüketti, daha da fazla fenalaşıverdi.
Abay’daki değişim olağanüstü olmakla birlikte Erbol onu şimdi anlamaya başlamıştı. Hakikatte, kendisi de şaşkınlık içindeydi. Deminki ses, az önceki evin içindeyken ilk defa duyduğunda ona da çok tanıdık bir ses gibi gelmişti. “Bu ses kimin sesi” diye o da düşünmüştü. Ama Abay metaneti kalmamış olan ve insanın aklını başında bırakmayan küçük bir çocuk gibi çırpınıp yeltenerek gidiyordu. Erbol’u sürükler gibi peşine takmış, aklı derdinde, az önce şarkı söylenen eve doğru hücum edercesine akmaya uğraşıyordu…
Abay’ın Toğjan’a düşkünlüğünden kaynaklanan ağır hülyalarının uzun yıllar boyunca iyileşmeyen büyük bir dert olduğunu çok iyi biliyordu. Fakat hiçbir zaman Abay’ın takatinin tam da şimdiki gibi bittiğini, ruhunun savrulduğunu görmemişti. Beklenmedik bu hâliyle yabancı insanlara yakışıksız görünecek davranışlarda bulunabilecek, abes sözler söyleyebilecek gibiydi. Bunu düşünen dostu Abay’ı sert bir şekilde çekti ve durdurdu:
– Oy, Abay, dur! Bu ne? Ateşe mi düşeceğiz? Önce aklımızı başımıza toplayalım. Senin için önemli olanı söylesene, dedi. Abay daha hâlâ itaat etmiyordu. Erbol:
– Pekâlâ, Abay, azıcık sabırlı ol. O eve ikimiz birlikte gitmeyelim. Ben gideyim de öğrenip çıkayım.
– Git, git öyleyse. Başını sok da hemen çık. Bak ta gör, Toğjan o evde!
– Oy vay Abay! Sayıklıyorsun. Hangi Toğjan? Mümkün değil…
Abay konuşturmadı, mani oldu:
– Bırak Erbol… Söyleme onu. Daha yeni kendisi gelip ayan oldu, dedi.
Özellikle bu söz Erbol’a yadırgatıcı geldi, deliceydi. Fakat Abay hakkında kötülük düşünemeyen, kıyamayan dost gönlü ona acıdı. Küçük kardeşini şımartır gibi içtenlikli bir bağışlayıcılıkla gülüverdi. Sağ koluyla sarılarak kucakladı ve Bekey’in evinden uzaklaştırırcasına açıklığa götürdü.
– O şarkıyı söyleyen kişi birazdan yanımıza gelir. Azıcık sabırlı olalım ve evde bekleyelim. Fakat “ayan oldu” deyişin de nedir? Kendini böyle çocuk gibi telaşa sokman da nedir? Bunun anlamını söylesene bana, diye buyurarak konuştu.
Abay tavırlarının Erbol’a alabildiğine yadırgatıcı ve abes geldiğini şimdi anlamıştı.
– Ben anladığımı bütünüyle anlatayım. Şimdi bana ister “çocuk” de, ister “çılgın” de, ister “deli” de… Ben de bilmiyorum. Ama hayatım boyunca başımdan geçmeyen muhteşem bir gizem içindeyim. Fakat bunu söylemeden önce yemin etmeni istiyorum. Kim gelecek, ne zaman gelecek? İşim yok, sabrım yok. Benim iç dünyamı duymak istiyorsan şimdi bu eve gideceksin, bütün insanları açık seçik göreceksin, gelip bana bilgi vereceksin. Buna söz vermezsen hakikatimi söylemem, dedi.
İki elini Erbol’un omuzlarına atarak bir kucaklayıverdi, bir sarsıverdi, acele cevap verdirmek ister gibiydi. Erbol tereddüt etmedi, “gideceğim” diye söz verdi. Ancak ondan sonra Abay tereddüt etmeden sesi titreyerek acele acele konuştu, başından daha yeni geçen anlaşılmaz bir durumu arkadaşına açıkladı:
– Bu düş değil! Apaçık, ayan beyan gördüm. Uyanık olmasam da müthiş bir hâl Erbol. Başında o kunduz börkü. Saç tokası, kara pelüş hırkası da eskisi gibi. Ta ne zamanki Janibek nehrindeki gece imiş. Hayatım boyunca azıcık gördüğüm saatler içinde hiçbir vakit böylesine yan yana gelmemiş, bu kadar serbest olmamış ve açık seçik görüşmemiştik. Kibar bir utangaçlık gösterirdi ya! Bu defa alabildiğine alevlenerek gelip intizar sesiyle “özledim yahu, yokluğunun sıkıntısındayım” dedi. “Senin öğrettiğin Topaykök vardı. Onu ben gündüzleri de geceleri de söylüyorum. Dinle beni” dedi. Çok güzel bir sesle tek kuple söyledikten sonra “artık gel, gelsene yakın. Ben, işte yanındayım. Engel yok, yanında tek başımayım” dedi. Ben de kucağımı açarak yekindim “gel, gelsene beri sevgilim” diye yanına giderken uyanıverdim.
– Doğru, sen öyle söyledin. Böyle diyerek uyandın, deyiverdi Erbol.
– Dur hele! Gerisi daha şahane… Gözümü açsam ki düş görüyormuşum. Fakat şarkı: Topaykök! Aynı Toğjan’ın, sadece onun önünde söylediğim makamıyla! Aynı Toğjan’ın kendi sesiyle söyleniyor, kesilmeden şakıyordu. Başkaları düş olsun, ya bu ne? … Düşümde o! Uyandığımda da başka bir kişinin sesi değil, gerçek yârimin kendi sesi. Tam yanı başımda belirmesi de neyin nesi, diye şaşkınlığını ifade ederken bir kez daha sabırsızca hamle etti. Yerinde duramayarak kımıldandı, birdenbire Şekey’in evine doğru dönüp aceleyle yürümek istedi…
Abay o akşam СКАЧАТЬ