Название: Şıpsevdi
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-25-6
isbn:
Hanım sana deminden bir çil ikilik vermiş. O para çocuğunmuş.
Şimdi geri istiyor. Besbelli sana başka para verip onu alacak…”
Biletçi şaşmış bir tavırla ellerini havaya kaldırarak:
“Ama böyle karisik is olmaz? Bana vermiş bir para… Bu para sozuk paradir? Kumbarozdur? Ben ne biledzek? Ben de o ikilik al-misim, müşteri vermişim…”
Şeref Hanım: “Ayol ne çabuk verdin? Sana ikiliği verirken de çocuğun olduğunu anlattımdı. Ne kafa!.. Lakırtıya dikkat ettiğin yok ki!”
Biletçi: “Ama bu kadar sok lakırdi ben hangisine tikat oladzayim?”
Şeref Hanım: (telaşla) “Perdeyi biraz aralık et de çocuğumuzun ikiliğini verdiğin adamı bana uzaktan göster bakayım?”
Biletçi gösterir. Şeref Hanım dikkatle bakarak:
“Ha, kelli felli Müslüman bir adam. Bakınız çocuğun parası kimlere kısmet olacakmış. Kısmete karşı durulur mu hanım? Behçet’in kumbarasındaki para bu sabah oradan çıkacak da bu efendinin cebine girecek… Suphanallah! Hay hikmetine kurban olduğum Tanrı’sı… Ya… Hürmüz de hastalanacak günü buldu patlayası!”
Başka bir kadın: “Hanım, başka bozukluğun varsa ver, o efendiye gönderelim. Çocuğun çil parasını istetelim. Belki verir. İyi bir adama benziyor.”
Şeref Hanım çırpınarak:
“Hanımcığım, yanımda başka bozukluğum yok… Şu musibet biletçi parayı böyle çarçabuk götürüp de başkasına verecek ne vardı? Yanında saklayaydı, yarın gene tramvayla eve döneceğim. Niyetim buradan geçerken biletçiye başka para verip o ikiliği almaktı.”
Biletçi üzüntülü bir gülümseyişle:
“Vay efendim bu ne tuhaflık? Çok aylar var ki ben biletocu oldum bu tramvayda. Fakat böyle tuhaflik daha görmedim. Ben müşteriden para alirim, çantada koyarim. O para bana değildir ki saklayadzayım? İdarede veredzeyim…”
Şeref Hanım: “Aman sus, lanet olsun! Üsküdar vapurlarında akrabadan bir biletçi var… Hani ya şirret20 mi diyorlar ne diyorlar? İşte o vapurlarda. Ona söylerim de bir çil ikilik daha buldururum. Amma da uzattın işi ha! Kabahat kimsede değil, böyle vakitsiz hasta olduğu için o yelloz Hürmüz’de!”
Altı yedi kadın derhâl tramvayda birbirleriyle ahbap oluverirler. Artık Şeref Hanım’ın çil ikiliği bahsi kapanır. Başka eğlenceli sözler açılır. Hanımlar kendilerinin tramvayda olduklarını, hele o incecik tahta bölmenin öte tarafında her sınıftan erkek bulunduğunu tamamıyla unutarak ancak kendi evlerinde, hususi âlemlerinde konuşulabilecek şeyler hakkında bağıra bağıra, gülüşe gülüşe fikirlerini birbirlerine söylemeye girişirler… Hemen hepsi söylüyor gibiydi. Çeşitli sesler arasında geçen ve erkekler tarafından da işitilen konuşmalar şunlardı:
“A, kardeş siz ne tarafa böyle?”
“Erenköyü’ne gidiyoruz elmasım.”
“Bizim de orada bildikler var ama elim değip de gidemiyorum ki… Hepsi de Binnaz Hanımcığım gel, diye ayılırlar, bayılırlar… Gümrük kâtibininkiler orada, Yarbay Rasim Bey’inkiler orada… Nebile Hanım var, mektep arkadaşımdı. Beyinin ismi bir acayiptir. Dur, aklıma gelmiyor. Gemilerin üzerine kâtiptir. Şimdi o ileri geldi. Çok büyüdü. Yaptırdığı köşkü söyleye söyleye bitiremiyorlar. Dil ile anlatılamazmış ki… Kameriyeler, fıskiyeler, havuzlar… Helaların suları üst kata kadar kendi kendine çıkıyormuş. Ah, bizim evde de böyle olsa ne âlâ… Kız rahata düştü. Allah versin… Nebile kimin kızıydı zaten? Şekerci Osman Efendi’nin kızıydı. Mektepteyken kitap koyduğu cüz kesesinin içinde badem ezmeleri getirirdi de kapışırdık. Eh, işte, çocukluk… Şimdi olsa insan sıkılır, değil mi ya kardeş? Talih bu! Kızcağız rahat etsin, rahat etsin… Gözüm olduğu için söylemiyorum alimallah… Beyi, bahçenin içine uzun uzun yollar yaptırmış, çakıllar yaydırmış, iki tarafına ağaçlar diktirmiş, o çiçekler, o çimenler artık yalancı cennet gibiymiş. Bir şey daha söylüyorlar, ona çok güldüm. Şeytan arabası mıdır nedir? Hani böyle şimendifer gibi fıldır fıldır gidiyor. Vavlı sepet21 arabası mı ne diyorlar? İşte öyle bir karın ağrısı ismi var. Nebile’nin beyi işte bir tane ondan almış. Hanımını bindirip de bahçede dolaştırıyormuş. Ne tuhaf olur onun üstünde gitmesi? Tövbeler olsun, binmesi de günahmış diyorlar ama insan imreniyor. Nebile beni pek sever. Benim için ‘Kardeşçiğim gelsin, onu işte o arabaya bindireyim de dolaştırayım.’ demişler… Bindirsin bindirmesin, öyle haber gönderip de bir kere gönlümü aldı ya, yetişir işte… Kız kibar karısı oldu ama Allah için söylemeli, hiç kibirlenmedi. Gene benimlen eskisi gibi senli benli konuşur. Allah eksik etmesin, bizimki huysuzdur. İzin vermez ki gideyim? Hele o arabaya bindireceğini duysa hiç göndermez. Her şeysi yolunda, yalnız bir dertleri var. Çocukları olmuyor. Beyi çocuk isterim, ille isterim de isterim diye tutturmuş. Allah vermeyince zavallı Nebile ne yapsın? İlaçlar, banyolar, adaklar, türbeler, hekimler, hocalar, başvurmadığı yer kalmadı. Allah istemeyene verir, isteyene vermez. İki gözüm, sebebi sorulmaz ki? Evlenmek niyetinde olan kocalar da işte böyle çocuk derler, mocuk derler, tutturacak bir bahane bulurlar. Erkek kısmının sevgisine inan olmaz… Yok hanım yok… Koca muhabbetine bel bağlamamalı… Şimdi sana hanımcığım, karıcığım, senin için ölüyorum, bayılıyorum, der… Sokağa çıkar çıkmaz hepsini unutur. Bir güzel kadın görünce gözleri velfecri okur. En uslusunun gene gözü dışarıdadır. Nebile’nin geçenlerde bir iki hafta kadar günü geçmişti. Gebe kaldım diye kadıncağız sevincinden çıldırdı şöyle… Acele çocuk takımları filanları hazırlamaya kalktı… Hep sevinçleri beyhude oldu. Arkasından bir şey çıkmadı. Bu gebelik böyle kof çıkınca Nebile hep kederinden hastalar oldu… Döşeklere düştü… Hakkı yok mu? Kederlenmez mi ya? Vardığı vakit kocası üç yüz kuruşluk zibidi bir kâtipti… Çarşamba taraflarında o çarpık, viran, kulübe gibi evlerde az mı sıkıntı çekti? Az yoksulluk mu gördü?”
Yaşlıca bir hanım: “Nebile Hanım’ın kocasını mutlak oynak karının biri ayartmıştır. Bir erkeğin kanında hoppalık, cebinde de dünyalık oldu mu ben denedim hanım, mümkün değil, doğru durmuyor… Erenköyü taraflarında nedir kadınların o kıyafetleri?.. O ne biçim yeldirmeler?.. Harmaniyelisi var… Aynalı biçimi var… O uzun etekler… O canım kumaşlar süpür süpür yerlerde… O pudralar, boyalar, o kabarık saçlar… O telli pullu başörtüleri! Senin kocan beni görüyor, benim kocam seni görüyor… Apaşikâre ben senin karına bakayım, sen benimkine bak… A… Bu ne mezhep genişliği? Kabahat erkeklerde değil, bizde, kadınlarda… Benim tazeliğimde bir kürsü şeyhi Mehmet Efendi vardı. İyciler Camisi’ne çıkardı. ‘Süsleneceksen ehline ayaline süslen. Giyineceksen, kuşanacaksan evinde giyin kuşan. Sokağa süslenme. Harama süslenme. Günahtır, vebaldir!’ diye bar bar bağırırdı.”
Diğer bir kadın: “Şimdi öyle şeyhler kalmadı ya… Kalsa da dinleyen yok… Ah… Ah… Dünya pek kötü oldu. Çok şükür, gene yiyecek birer lokma ekmek buluyoruz.”
Yaşlı hanımlar böyle gençleri, süsleri, tuvaletleri tenkit için dillerine СКАЧАТЬ
20
Şirket demek istiyor. Tam adı Şirket-i Hayriye. (e.n.)
21
O dönemde bisiklete “velosipet” denirdi. (e.n.)