Название: Şıpsevdi
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6486-25-6
isbn:
“Kımkir kımkir ne guliyo Allah aşkina… Ne var? Açikta bir şey mi gördü? Yoksa banim suratina maymun mi oynayo?”
Bu sual bir ufak kıvılcım ilave edilince kaynadığı kaptan taşacak hâle gelen bir su gibi o iki tazede kahkahalarını tutmaya takat bırakmadı. Birisi başını tramvayın penceresinden dışarıya çevirmek, öteki elini ağzına götürmek suretiyle boşandılar.
Beri tarafta kadının biri Nebile Hanım’a tarif edilmek üzere uzun uzadıya bir gebe kalma reçetesi tertip ederken bir başkası da Samatya’daki “Sürpük” Ebe’yi salık veriyor, “Bu Sürpük kadın birebirdir. Kendisine bir ay devam edenin, Tanrı izniyle, muhakkak bir çocuğu olur.” diyordu.
Bu boşanan kahkahalar üzerine hep kadınlar sustu. Dikkat nazarları o tarafa çevrildi. Kadının biri, ötekinden sordu:
“Neye gülüyorlar?”
“Şu siyah kadının süsünü, kıyafetini alaya alıyorlar…”
Abla köpürdü. Başını bir tarafa çarpıtıp dudaklarını uzatarak:
“Aa, a, a, a… Aşiftelerin zoruna bak!. Artık gule gule bayılacalar… Ne var ayo? Caniniza gülme isteyosa ban size bir şey tarif edece, ona gulüce…”
Yaşıyla nispet edilemeyecek derecede kendisine çekidüzen vermeye uğraşmış olan hanım:
“Zarafet, sen onlara uyma… Kişinin hâli tavrı kendi aynasıdır. Karlar yağsa kış değil mi? Kişi hâlini bilse hoş değil mi? Gülen kendine güler. Onlara kim gülsün?”
Gülenler: “Kadın sana ne oluyor? Gülme söyleme… Artık haraççıbaşı kesildiler başımıza… Gülmek yasak mı? Gülüyorsak size mi gülüyoruz? Keyfimizin kâhyası mısınız?”
Başka bir kadın: “Gülseler de yeri… Arap’ın kıyafeti gülünmeyecek gibi değil ki… Baksana nazlıma, eline de siyah güderi eldivenler giymiş… Kendi elinde onun, kudretten siyah eldiven var. Onun üzerine yine o renkte başkasını giymeye neden lüzum görmüş acaba?”
Kadınların bu alaylı tenkitlerine karşı artık Zarafet’in babası, anası hep tuttu. Celallendi. “Gulunaca tuhaflik bani kıyafeti değil… Filan şeydir!” diye öyle bir kaba tarifle kendini tenkit edenlere susturucu cevap verdi ki erkekler tarafından efendinin biri güm güm tahta bölmeyi vurarak “Kadınlar, bu tarafta erkekler oturduğunu unutuyor musunuz? Ayıptır. Ağzınızdan çıkanı kulağınız işitsin!” ihtarında bulundu.
II
Tramvayda kadınlarla kavga ettiğinden bir ay kadar sonra idi. Bir gece Erenköyü’ndeki köşkte Zarafet Abla gözlerini açtı. Sivrisineklerin, tahtakurularının hücumuyla vücudu baştan aşağıya yanıyordu. Kalktı, döşeğin içinde oturdu. Üzerinde cibinlik de varken bu can yakıcı, kan emici hayvanların nereden, nasıl böyle döşeğine dolmuş olduklarına şaştı. Odanın bir köşesinde yanan idare gazının isli, kör ışığı yardımıyla etrafına bakındı. Kaşınmaya başladı. Fakat ensesinden göğsüne, göğsünden bacaklarına koşturduğu iki elini, vücudundaki ızdırabı yatıştırmaya yetiştiremiyordu. Şimdiki moda saçları kıskandıracak irilikte didilmiş siyah yün gibi, tandır kadar kabarmış olan başını sağa sola sallaya sallaya biraz ötede yatan Rum hizmetçiye seslenerek:
“Elenigo, Elenigo… Ayo sen nasi uyuyo? Bu gece sivrisinekler bani jibinliği deldiler. İçine doldular. Sokuyo sokuyo yaniyo… Kaşiyo kaşiyo kabariyo…”
Eleni kaşınarak başını yastıktan biraz kaldırıp:
“Ah manamo… Rahat bırakmazsin abla bir parça Eleni uyuyacak?”
“A, çildirdi mi ayo? Sana kim ne diyo? Dalinin zoruna bak!”
“Ah, ama sen böyle dir dir soyliyor, ben nasil uyuyacak?”
“Sani ben mi uyutmayo? Sivrisinekler sana sokmuyolar mi?”
“Ah nasin sokmaz? Hem sokar hem kulak içeride vizir vizir turku söyler…”
Zarafet, sivrisinekleri öldürmek için iki elini cibinliğin orasına burasına götürüp birbirine çarparak:
“ ‘Şark’ diyo… Avuçlarini aciyo ama oldu mi olmedi mi gormiyo ki?”
“O ki vurdun, ne vakit ölüyor, avucunun içerde kan bırakayor!”
Zarafet Abla yastığının üzerinde fıstık gibi şişmiş dört beş tahtakurusu bulup ezerek:
“Elenigo…”
“Oriste…”
“Bu tahtakurularini gözleri var mı?”
“Ne bileceyim ben abla?”
“Gözlerini ban gormiyo ama onlar bani nasi goriyo, buliyo? Yatağını ne tarafa yapsa o tarafa geliyo… Elenigo ayo, o işi duydu mu sen?”
“…”
“Kız uyudu mu?”
“Birakarsin ki uyuyacayim?
“Ayo sana gizli bir şey soyleyece…”
“Bana gizli laf soyleyecek?”
“Kimse duymayacağina haçina putuna yemin edece. Ben de sana söylece…”
“Ah ‘matofeo’ ben kimseye demeyecek ki abla bana bir sirli laf soylemis…”
“Bizi kuçuk hanimi yok mu?”
“Bizim kuçuk hanum?”
“Evet, Leblebi hanum…”
“Yok Leblebi hanum, Lebibe Hanum.”
“Leblebi, fındık, naysa, hapisi bir… İşte o bir mektüp yazdi, bana verdi…”
“Sana vermiş kim postada bırakasin?”
“Posteye değil ayo… Komşunun oğluna verilece dedi…”
Eleni, komşunun oğlu sözünü işitince aşçı kadının açacağı esrarın ehemmiyetini hemen anlayarak döşeğinin içinde kalkıp toplandı:
“Komsunun oğlusuna verilecek demiş? Angisi? Hanya su sivil kravat koyar, er aksam demir yolu üzerinde piyaça yapar… A vre kaymeni… Ama benin akli bana böyle demiş ki bu delikanlı buradan geçer, bunda bir seytanlik var… Birbirlerine goz koymuşlar… Bunda bir ‘amur’22 isi var?”
“Bunda hamur işi yok ayo… Senin anlayacaği onlar birbirini seviyo…”
СКАЧАТЬ
22
Amur: Aşk, sevda. (e.n.)