Ölü Canlar. Николай Гоголь
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ölü Canlar - Николай Гоголь страница 15

Название: Ölü Canlar

Автор: Николай Гоголь

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-73-9

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      “Güzel, güzel.” dedi Çiçikov.

      Ev sahibesi ön kapıdan çıkınca:

      “İşte bak, araban daha hazır değil.” dedi.

      “Hazırlanır şimdi. Siz bana ana yola nasıl ulaşırım, onu söyleyin.”

      “Nasıl anlatsam ki?” dedi ev sahibesi. “Anlatmak zor olur, çok fazla dönemeç var. En iyisi ben size yolu göstermesi için yanınıza bir kız vereyim. Kızın oturması için arabanızda yer vardır herhâlde?”

      “Olmaz olur mu?”

      “O hâlde kızı vereyim yanına; o yolu bilir, yalnız sakın ha kızı kaçırma! Tüccarın biri başka bir kızımı daha önce kaçırdı zaten.”

      Çiçikov kızı kaçırmayacağını temin etti ve rahatlayan Koroboçka avluda ne olup bittiğine bakmaya başladı; elinde ahşap bir bal çanağıyla kilerden çıkan hizmetçi kızla, avlu kapısında görünen köylü adama gözünü dikti ve her şey yavaş yavaş çiftlik yaşamının önceki hâline geri döndü. Ama neden Koroboçka ile bu kadar uğraşıyoruz ki? Koroboçka’ymış, Manilova’ymış, çiftlik hayatı mıymış, değil miymiş, bırakalım bunları! Bu dünya böyle kötüdür işte. Neşe eğer üstünde uzun süre durursan bir anda hüzünlü bir şeye dönüşür ve işte o zaman insanın aklına neler neler gelir, Tanrı bilir. Belki de şöyle bile düşünebilirsin: Koroboçka gerçekten de insan varlığının sonsuz merdiveninde bu kadar altta mı bulunur? Gerçekten de dökme demirden yapılan merdivenli, parlak bakırları, maun ağacı ve halıları olan, hoş kokulu aristokrat evinin onu çevreleyen ulaşılmaz duvarları arasında, parlak zekâsını ve kabul gören düşüncelerini göstermek için, sonu getirilmemiş kitabının ardında nüktedan sosyeteyi beklerken esneyen kız kardeşi Manilova’yla bir uçurum kadar fark mı vardır? Bu kabul gören düşünceler de moda yasalarına göre bütün bir hafta boyunca şehirde dolaşan düşüncelerdir. Yani iş bilmezlik yüzünden boş verilmiş ve dağılmış evinde ve malikânesinde ne olup bittiğiyle ilgili değil de Fransa’da nasıl bir devrimin hazırlığının yapıldığı, en son modada Katolikliğin hangi yöne gittiğiyle ilgili düşüncelerdir bunlar. Neyse, boş verelim bunları! Ne diye bunları konuşalım ki? Ne diye tasasız, neşeli ve kaygısız anlarımızda konu birdenbire, kendiliğinden başka bir tarafa yönelir? Henüz gülümseyişimiz yüzümüzden silinmemişken bambaşka bir insan oluruz, yüzümüzde başka bir ışık parlamaya başlar…

      Çiçikov nihayet hazırlanan arabasının geldiğini görünce:

      “İşte arabam!” diye bağırdı. “Seni aptal, niye bu kadar oyalandın? Belli ki dünkü sarhoşluğun geçmedi hâlâ.”

      Selifan hiç cevap vermedi.

      “Elveda, anneciğim! Hani, kızınız nerede?”

      Ev sahibesi, üzerinde evde boyanmış kumaştan elbisesiyle kapının önünde duran on bir yaşındaki kıza seslendi:

      “Hey, Pelageya!”

      Çıplak ayakları taptaze çamura öyle bir bulanmıştı ki ayağına çizme giymiş sanabilirdiniz.

      “Beye yolu gösteriver.”

      Selifan, tek ayağını beyinin kullandığı basamağa atıp çamur bulaştıran kızın arabaya çıkmasına yardım etti; kız da arabanın tepesine kadar çıkıp arabacının yanına oturdu. Ardından Çiçikov da aynı basamağa basıp ağırlıktan sağa yatmış arabaya bindi, nihayet yerleştikten sonra:

      “Ah, şimdi oldu! Elveda anneciğim!”

      Atlar yola koyuldu.

      Selifan yol boyunca çok ciddiydi ve bir kabahat işlediğinde ya da sarhoşluktan sonra olduğu gibi yaptığı işe oldukça dikkat ediyordu. Atlar olağanüstü temizdi. Atlardan birinin, neredeyse her zaman kırık bir şekilde geçirildiği için derisinin altından kıtıkları16 görünen hamutu ustaca dikilmişti. Arabacı bütün yol boyunca suskundu; sadece atları kamçılıyor, onlara hiç öğüt vermiyordu. Belli ki benekli at nasihat dolu sözler işitmek istiyordu çünkü geveze arabacı kamçısını elinde tembelce tutuyor, bu kamçı atın yalnızca sırtını okşuyordu. Ancak asık dudaklarından yalnızca tekdüze birkaç tatsız haykırış işitiliyordu: “Ah, karga seni! Esne dur bakalım!” diyor, başka bir şey söylemiyordu. Doru atla Üye de bir kez bile “nazik” ve “saygıdeğer” denmemesinden hoşnut değildi. Benekli at dolgun ve geniş yerlerinde hoş olmayan darbeler hissediyordu. Kulaklarını biraz sallayarak “Görüyor musun, nasıl da vuruyor!” diye düşünüyordu kendi kendine. “Nereye vuracağını nasıl da biliyor! Doğrudan sırtımı kamçılamıyor, daha hassas yerlerimi seçiyor, ya kulaklarıma ya da karnıma sallıyor kamçısını.”

      Selifan kamçısıyla açık yeşil, taptaze tarlaların arasındaki yağmurdan kararmış yolu göstererek arkasında oturan kıza:

      “Sağdan mı gidiyoruz?” diye sordu.

      “Hayır hayır, göstereceğim ben.” diye cevapladı kız.

      “Ne taraftan?” dedi Selifan biraz daha yaklaşınca.

      Kız eliyle göstererek:

      “İşte şu taraftan.” diye cevapladı.

      “Ah be, sen de!” dedi Selifan. “Orası sağ taraf işte. Sağını solunu bilmiyor daha!”

      Çok güzel bir gün olsa da yol öyle bir çamura bulanmıştı ki arabanın tekerleğinin her bir yanı çamur olmuş, tekerin üstünü keçe gibi örtmüş, araba da oldukça ağırlaşmıştı. Bir de toprak killi olduğu için olağanüstü yapışkandı. Bu yüzden öğleden önce köy yolundan çıkamadılar. Yanlarındaki kız olmasaydı oradan çıkmak daha zor olacaktı çünkü yol, çuvalın içinden saçılan yengeçler gibi dört bir yana ayrılmıştı ve Selifan kaybolsa kimse onda suç bulamazdı. Kısa süre sonra kız, ilerideki kararan yapıyı eliyle gösterip:

      “İşte ana yol!” dedi.

      “Peki, bu yapı ne?” diye sordu Selifan.

      “Han.” dedi kız.

      “Eh, artık kendimiz gideriz.” dedi Selifan. “Sen de doğruca eve dön.”

      Durup kızın arabadan inmesine yardım ederken dişlerinin arasından:

      “Ah, karabacak seni!” dedi.

      Çiçikov kıza bakır bir metelik verdi, o da arabada oturmaktan oldukça memnun bir şekilde evinin yolunu tuttu.

      DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

      Çiçikov, hana yaklaşan arabanın iki nedenden ötürü durdurulmasını buyurdu: Bir yandan atların dinlenmesini diğer yandan bir şeyler yiyip karnını doyurmayı istiyordu. Yazar, böyle insanların iştah ve midelerine imrendiğini itiraf etmeyi gerekli görür. Yazar için, Petersburg’da ya da Moskova’da yaşayan, zamanlarını “Yarın ne yesek?”, “Yarından sonraki gün öğle yemeğine ne hazırlasak?” diye düşünerek geçiren, bu öğle yemeğinden sonra СКАЧАТЬ



<p>16</p>

Minder, yastık vb. doldurmak için kullanılan parça. (ç.n.)