Yerinden biraz doğrulan ev sahibesi:
“Merhaba beyim. İyi uyudunuz mu?” dedi. Düne nazaran çok daha güzel giyinmişti. Üzerinde siyah bir elbise vardı, başında artık gecelik takkesi yoktu ama boynunda yine aynı atkı sarılıydı.
Çiçikov koltuğa yerleşirken:
“İyi uyudum, iyi.” dedi. “Siz nasılsınız anneciğim?”
“Kötüyüm babacığım.”
“Neden?”
“Uykusuzluktan. Belimin her tarafı ağrıyor, bacağımın da şu yukarısı öyle sızlıyor ki.”
“Geçer anneciğim, geçer. Görünürde bir şey yok.”
“Tanrı verse de geçse. Domuz yağı sürdüm, terementi de sürdüm. Çayınızı neyle içersiniz? Sürahide meyve suyu var.”
“Ekmek ve meyve suyu iyi olur anneciğim.”
Sanıyorum ki artık okuyucu, Çiçikov’un sevecen görünmesine rağmen Manilovlarla olduğundan çok daha rahat ve içli dışlı bir şekilde konuştuğunu fark etmiştir.
Bizim Rus topraklarındaki insanlar, yabancılara başka bir konuda yetişemeseler de davranış becerisinde Rusların onların çok daha ilerisinde olduğunu söylemem gerekir. Diğer insanlara davranış şeklimizin bütün ayrıntılarını ve inceliklerini saymak mümkün değildir. Fransızlar ya da Almanlar tüm bu özelliklerimizi ya da aralarındaki ayrımı asırlardır anlayamamışlardır. Hem milyonerlerle hem de küçük bir tütün tüccarıyla, ilkine içten içe yalakalık yapsalar da aynı dil ve ses tonuyla konuşurlar. Bizde böyle değildir: Bizimkiler öyle akıllıdır ki üç yüz canı olan toprak beyine nazaran, iki yüz canı olanla tamamen farklı konuşurlar, yine aynı şekilde beş yüz canı olan toprak beyiyle konuşması sekiz yüz canı olanından da farklıdır; kısacası bu sayı milyona ulaşana kadar ses tonu gitgide değişir. Örneğin bir kalem odası düşünelim ama burada değil, Kafdağı’nın ardındaki bir devlette; bu kalem odasında da bir müdür olduğunu düşünelim. Emrindeki çalışanlarının arasında otururkenki hâline bakalım isterim: Korkudan tek bir kelime bile edemezler! Yüzünden ne okunmaz ki: Hem gurur hem soyluluk! Kap eline fırçayı çiz, al sana Prometheus! Kartal bakışlıdır, sarsılmaz, mevzun bir şekilde yürür. Bu aynı kartal odadan çıkar çıkmaz koltuk altına sıkıştırdığı belgelerle keklik gibi aceleyle kendi müdürünün odasına gider. İnsanların arasında, örneğin bir davette eğer kendisinden daha yüksek rütbeli kimse yoksa Prometheus yine aynı Prometheus’tur ama ondan yüksek rütbeli birisi varsa Prometheus öyle bir başkalaşım geçirir ki böylesi Ovidius’un bile aklına gelmez. Bir sineğe, hatta sinekten bile daha küçük bir şeye, bir kum taneciğine dönüşür! Onu görseniz “Hayır, bu İvan Petroviç değil.” dersiniz. “İvan Petroviç daha uzun boyluydu; bu adamsa kısa boylu, incecik bir şey. Derin, güçlü bir sesle konuşur, hiç gülümsemezdi ama bu da nedir böyle? Kuş gibi ötüşüp durmadan gülüyor!” İyice yaklaşınca görürsünüz ki bu gerçekten de İvan Petroviç’tir. “Yok artık!” diye düşünürsünüz kendi kendinize. Neyse, biz kendi kahramanımıza geri dönelim. Çiçikov, daha önce gördüğümüz gibi ev sahibesiyle içli dışlı konuşmaya karar vermişti; bu nedenle eline çay fincanını alıp içine meyve suyu ekledi ve şöyle konuşmaya başladı:
“Anneciğim, ne güzel bir köyünüz var. Kaç can vardır bu köyde?”
“Seksenden azdır, yavrum.” dedi ev sahibesi. “Şanssızlık ki çok kötü bir dönemdeyiz, hele geçen sene öyle bir kıtlık vardı ki Tanrı korusun.”
“Ama köylüleriniz güçlü kuvvetli görünüyor, kulübeleri de sağlam. Soyadınızı bahşeder misiniz? Dün öyle yorulmuşum ki… Gece vakti de gelince…”
“Koroboçka, onuncu dereceden sekreterim.”
“Çok memnun oldum. Peki adınız ve baba adınız?”
“Nastasya Petrovna.”
“Nastasya Petrovna mı? Ne güzel bir isim. Öz teyzemin, annemin kız kardeşinin adı da Nastasya Petrovna.”
“Peki sizin adınız nedir?” diye sordu ev sahibesi. “Tahsildarsınız herhâlde.”
Çiçikov hafifçe gülümseyerek:
“Hayır anneciğim, ufak tefek işler için geziyoruz işte.” diye cevapladı.
“Ah, demek tüccarsınız! Çok yazık; balım vardı, bir tüccara öyle ucuza sattım ki! Siz olsaydınız size satardım.”
“Ben bal satın almazdım zaten.”
“Ne satın alırsınız? Kenevir mi yoksa? Çok az kenevirim kaldı, toplam yarım pud15 var.”
“Hayır anneciğim, başka bir çeşit mal alırım ben. Söyler misiniz, hiç köylünüz öldü mü?”
“Ah beyim, tam on sekiz köylü öldü!” dedi ihtiyar kadın içini çekerek. “Ölenlerin hepsi de çok iyi insanlardı, hepsi işçiydi. Onlar öldükten sonra yenileri geldi tabii ama hepsi de öyle ufak ki! Tahsildar da gelmiş canlar için vergi ödememi söylüyor. İnsanlar ölmüş, sanki hâlâ yaşıyorlarmış gibi öde diyor. Geçen hafta da demircim yandı, öyle becerikli bir demirciydi ki tesviye zanaatını da bilirdi.”
“Yangın mı çıktı yoksa anneciğim?”
“Tanrı öyle beladan korusun bizi, yangın çıksa daha kötü olurdu; demircinin kendisi yandı be yavrum. Nasıl olduysa içten yanmış, haddinden fazla içki içmiş, içinden mavi bir alev yükselmiş, yanıp kül olmuş, kömür gibi kararmış. Ne usta bir demirciydi! Şimdi hiçbir şeye binip gidemiyorum, atları nallayacak kimse yok.”
“Tanrı ne isterse СКАЧАТЬ
15
Yaklaşık olarak 16.38 kilograma denk gelen ağırlık ölçü birimi. (ç.n.)