Güncü, bir peri yumruğu yemiş sandığı şu çelimsiz adamın acıklı vaziyetinden merhamete gelerek kendisini kucaklayıp ahıra götürmelerini arkadaşlarına emretmek isterken onların korkulu bir telaş içinde huzurundan savuştuklarını ve kendisini ürkünç hasta ile baş başa bıraktıklarını gördü.
Evet, sekiz dil bilmez seyis, ne kendi tutsaklıklarını ve at uşaklıklarını düşünmüşlerdi ne de bir han karısı huzurunda bulunduklarını hatırlamışlardı. Arkadaşlarına yardım etmek borcunu ise yüreklerinden bile geçirmeyerek çok korkunç bir şeyle karşılaşmışlar gibi hemen savuşmuşlardı. Vaziyetin biçimsizliğinden zaten yüreği bulanan Güncü Hatun’un orada yalnız kalmak yüzünden sinirleri oynamıştı, avaz avaz haykırarak kurtarıcı arıyordu.
Sekiz seyisin önlerine gelen her şeyi devirerek kaçışları, han hanımının da haykırışları Nayman sarayını ayağa kaldırdı, kadın ve erkek uşaklar Güncü’nün bulunduğu yere saldırdı, bir kargaşalıktır yüz gösterdi. Yardıma koşanlar, ortada salyalı bir sayro (hasta) bulunduğunu görünce korkuya düşüyorlar ve oraya geldiklerine pişman olarak savuşma yolu arıyorlardı. Fakat tir tir titreyen hanımı bırakıp kaçmak da ellerinden gelmediği için ne yapacaklarını bilmeyerek alık alık sallanıyorlardı.
Onların korku içinde kararan idraklerine ve iradelerine istikamet veren yine Güncü oldu:
“Yüreksiz gidiler, saygısız kaltaklar! Yağmıcur aşı gibi iç içe ne kaynaşıyorsunuz?.. Şu sayroya bakın, su getirin, yüzünü yıkayın, ayılınca kaldırın, ahıra götürün.”
Hizmetçi kadınlar erkeklerden daha yürekli çıktılar, daha doğrusu onların ulu kadından korkuları erkeklerinkinden büyük oldu. Bu sebeple hasta adama yaklaştılar, salyasını ve terini silmek istediler. Bir kısmı da bakraçları yakalayıp hastanın başına sıralanmışlardı. Bu sırada içlerinden biri Güncü Hatun’a döndü:
“Kadınım!” dedi. “Bu er kişi uğursuz. Başında tutamak yok.”11
“Varsın olmasın. O, öz Türk değil, bir tat. Belki bir Tavgaç. Siz onu ayıltmaya, buradan aşırmaya bakın.”12
Kadınlar onlara uyarak, uşaklar su dökerek, şakaklarını, bileklerini ovarak seyisler tercümanı çelimsiz adamı o salyalı baygınlıktan ayılttılar. Herif ızdıraplı bir uykudan uyanır gibi inleye inleye gözlerini açmış, melul melul dört yana bakınıyordu. Bir aralık gözü kadın hizmetçilerden birine ilişti ve o gözler hemen manalı bir bakış aldı. Şimdi hasta, sabit, çok sabit bir bakışla o kadını süzüyordu. Öbür kadınlar ve uşaklar, perilerle alakalı bir işin içinden artık sıyrıldıkları, şu yabancı herifin uğursuzluğundan zararsız kurtuldukları için sevince kapılmışlardı ve onu yakalayıp ahıra götürmeye hazırlanmışlardı. Bu sebeple, içlerinden birine dikilen gözlerdeki manalı değişikliği göremiyorlardı. Fakat kadın, hasta adamın bakış çemberine sardığı kadın, bu sargının farkında oldu ve kendi yüzüne dikilmiş olan gözlere ihtiyarsız bir dikkatle bakar bakmaz titredi. Çünkü onları tanımıştı ve onların kendi benliğinde birkaç uzun yıl yaptığı esrarlı tesir, yeni baştan içine yayılmıştı.
Evet, Güncü Hatun’un düzinelerle hizmetçisi arasında silik bir yer tutan bu genç kadın, şu hasta ve çelimsiz adamın yakın vakte kadar Nayman hanına ve birçok Nayman beylerine el öptüren büyük papaz olduğunu tanımıştı. Kendi de kaç yıl onun dizini öpmüş ve kaç kere o mukaddes diz üstünde zevk ve esrar dolu uykular geçirmişti…
Kadın, babasız doğmuş bir peygamber namına ve o peygamberin ölünceye kadar bakir kalan anası namına kendilerine yepyeni bir din aşılayan bu kudretli adamın Naymanlar yurdundan kovulmasına için için yanmış ve gene için için ağlamıştı. Şimdi onu yanı başında görünce sevinmek, neşelenmek ve hatta herifin elini, ayağını öpmek istiyordu. Lakin o, Nayman hanına el öptüren heybetli adam kılığında değildi, yarı çıplak ve pek acıklı bir kıyafet taşıyordu. Bu sebeple sevinçle şaşkınlık arasında ne yapacağını şaşırmıştı ve bön bön herifin yüzüne bakıp duruyordu.
Uşaklar, salyası kesilmiş, teri kurumuş, inlemesi durmuş olan hastanın yerinden kımıldanamadığını görünce titizlenmişlerdi. İçlerinden biri öbürlerinden daha sabırsız çıkarak seyisler tercümanının omuzlarına yapıştı ve o cılız adamı incitecek surette sarsarak homurdandı:
“Yeri kuru buldun ya, dört ayağını uzat, yat. Burası Moğol ahırı değil, Nayman hanının otağıdır. Haydi toparlan, yerine yürü!..”
Eski papaz takatsiz görünerek şöyle bir kımıldandı. İki eliyle yere dayanıp kalkmaya savaştı ve gene olduğu yerde kaldı. Bu dermansızlık rolünü yaparken yalnız o kadının göreceği şekilde bir haç işareti yaptı ve gene kimsenin işitemeyeceği bir sesle mırıldandı:
“Seni görmek, seninle konuşmak isterim!”
Aziz okuyucular, Naymanlar diyarına gelen Moğol heyetinin Temuçin’le Ulu Gökçe arasında kararlaştırılan planı tatbik etmek ve Güncü Hatun’u kabil olursa kaçırmak için geldiklerini elbette anlamışlardır. At uşaklığı yapan sekiz delikanlıdan birinin, sarışın gencin de bizzat Temuçin olduğu anlaşılmıştır. Anlaşılmayan nokta, Nayman Hanı Köşlük’ün hanlık mevkisine geçer geçmez yurt hudutları haricine çıkardığı papazlardan birinin ve en büyüğünün bu heyet arasına nasıl karıştığıdır. Bunu da biz anlatalım:
Temuçin, Ulu Gökçe’nin fikrine uyarak ve Merkitler tarafından kaçırılan kendi karısı Börta’nın başka bir cephede öcünü almak emeline kapılarak Naymanlar diyarına gitmeyi tasarladıktan sonra çok ince düşünülmüş bir planla yola çıkmıştı. Kendisinin bu plandaki yeri at uşaklığı idi, aynı rolü yapacak diğer sekiz delikanlıyı da Moğol gençlerinin en yiğit, en kuvvetli ve en zeki olanlarından seçmişti. Diplomatlar, oynanacak acıklı komedide alelade figüran kabilinden idiler. Sadece boy gösterip ve birkaç kelime mırıldanıp sahneden çekileceklerdi.
Temuçin, böyle bir planla Nayman diyarına doğru yol alıp giderken bir dağ eteğinde sekiz on kişilik bir papaz kafilesine tesadüf etti. O, Türk elindeki kamanlara, şamanlara ve ozanlara hiç benzemeyen birtakım adamların -sövülmekten, dövülmekten ve kovulmaktan ürkmeyerek, bazen öldürülmekten de çekinmeyerek- şuraya buraya sokulduklarını, Türklerin yersularına, civilerine, tanrılarına, ödeta ve odanalarına hiç benzemeyen bir Allah namına yeni bir din propagandası yaptıklarını, Naymanlardan ve Uygurlardan bir kısmının bu yeni dine bel bağladıklarını biliyordu. Fakat Moğol topraklarına böyle bir kimse gelmediği için Hristiyanlık denilen yeni din hakkında hiçbir bilgisi yoktu.
O, küre üzerinde yetişen her büyük inkılapçı gibi, en küçük fırsatları kaçırmayan СКАЧАТЬ
11
Eski Türkler, günahkâr olarak ölen adamların yer altındaki “Kazirgan” adlı cehenneme atılacağına ve günahı kadar orada, o katran dolu cehennemde yanacağına inanılırdı. Bu akideye göre günahkâr adam yandıkça günahtan kurtulur, nihayet başını kazandan kurtarırdı. O vakit kazan başında duran bir melek, başı kazandan çıkan adamı tepesideki bir tutam saçtan tutup selamete çıkarırdı. Bütün eski Türklerin tepelerinde bir tutam saç bırakmaları bundandır. (y.n.)
12
Eski Türkler kendilerini hem lisan hem din noktasından sair milletlerden ayırırlardı ve lisanca kendilerine benzemeyenlere sümlim, dince ayrı olanlara da tat diyorlardı. Bu kullanışa göre tat yabancı demektir. Tavgaç, Türklerin Çinlilere verdikleri isimdir. Eski Türkler medeniyetçe kendisini Çinlilerle müsavi gördüğünden ona tat demiyor, Tavgaç diyor. Orhun Kitabeleri’nden anlaşıldığına göre Tavgaç, hilekâr demektir ve bundan Çinlileri Türklerin hilekâr tanıdıkları anlaşılıyor. (y.n.)