Название: Bulunmuş
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Vampır Mektupları
isbn: 9781632915368
isbn:
Tavanlar yüksek ve kemerliydi, ışığın içeri girmesine izin veriyordu ve yapının her yanında kocaman kemerli kolonlar vardı. Yerler parlak mermerlerle kaplıydı ve küçük havuzlar o odayı dolduruyordu. İnsanlar burada tembellik ederek dinleniyorlardı.
Tabii Sam’i görene kadar. Hepsi hızla ayağa kalktı ve yüzlerindeki ifade korkuya dönüştü.
Sam bu insanların görünüşünden nefret etti— hepsi tembel, zengin insanlardı, dünyada olan hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi burada tembellik ediyorlardı. Sam onlara bunun ne demek olduğunu öğretecekti. Hemen başını geriye attı ve kükredi.
Oradaki kalabalığın çoğu olacakları öngörerek hızla oradan kaçmayı düşündü; havlularını ve bornozlarını kapmak için acele ederek oradan olabildiğince hızlı çıkmak istediler.
Fakat hiç şansları yoktu. Sam öne doğru atıldı, en yakınındakini yakaladı ve dişlerini boğazına geçirdi. Yakaladığı kadının kanını emdi ve kadın yere düşüp yakındaki havuzlardan birine yuvarlanarak suyu kırmızıya boyadı.
Sam erkek ya da kadın ayırımı yapmaksızın bir kurbandan diğerine geçerek bunu tekrar tekrar yaptı. Sonunda hamam dört bir yanda yüzen cesetlerle doldu, bütün havuzlar kırmızıya boyandı.
Hamamın kapısı aniden büyük bir gürültüyle açıldı ve Sam ne olduğunu görmek için hemen arkasını döndü.
Kapının girişi düzinelerce Romalı askerle dolmuştu. Üzerlerinde resmi üniformalar vardı – kısa tunikler, roma sandaletleri, tüylerle süslenmiş miğferler— ve ellerinde de kalkan ve kılıç taşıyorlardı. Bunların dışında birçoğunun elinde de ok ve yay vardı. Ardından yaylarını geri çekip Sam’e nişan aldılar.
Liderleri “Olduğun yerde kal!” diye bağırdı.
Sam dönerken hırladı, doğrularak vücudunun heybetini gözler önüne serdi ve onlara doğru yürümeye başladı.
Hemen üzerine ateş açıldı. Düzinelerce ok doğruca ona doğru havada uçuşmaya başladı. Sam bütün bunları, okların parlak, gümüş uçlarının doğruca kendine doğru geldiğini ağır çekimde gerçekleşiyormuş gibi görüyordu.
Fakat Sam onların oklarından bile daha hızlıydı. Oklar daha kendine ulaşmadan Sam çoktan havaya sıçramış, onların üzerlerinde takla atıyordu. Okçular daha ellerini dinlendiremeden Sam bütün hamamı arşınlayıvermişti.
Sam aşağıya indi, sağ tarafta duran birinin göğsüne öyle bir tekme indirdi ki adam domino taşı gibi arkasındaki bütün kalabalığı yere yıktı. Bir düzine asker olduğu yerden kalkamadı.
Diğerleri harekete geçemeden, Sam uzandı ve iki askerin elinden kılıçlarını kaptı. Ardından kendi etrafında dönerek dört bir yana saldırdı.
Sam hedefi tam on ikiden vuruyordu. İnsanların başlarını birbiri ardına gövdelerinden ayırdı, ardından döndü ve kılıcı hayatta kalanların kalplerine sapladı. Bütün bir kalabalığı kolayca kesip biçti. Saniyeler içinde, düzinelerce asker cansız bir şekilde yere yığılmıştı.
Sam dizlerinin üzerine çöktü ve dişlerini her birinin kalbine batırarak kanlarını kana kana içti. Orada, bir hayvan gibi dört ayağının üzerinde durarak diz çöktü ve kendini kanla tıka basa doldurdu. Sam hala sınır tanımayan öfkesini dindirmeye çalışıyordu.
Sam herkesin işini bitirdi ama hala tatmin olmamıştı. Sanki koca koca ordularla savaşma ihtiyacı duyuyormuş gibi hissediyor, bütün insan kitlelerini bir anda öldürmek istiyordu. Haftalarca tıka basa yemeye ihtiyacı vardı. Ve o zaman bile yedikleri yeterli olmayacaktı.
Garip bir kadın sesi “SAMSON!” diye haykırdı.
Sam donmuş gibi olduğu yerde kalakaldı. Bu yüzyıllardır duymadığı bir sesti. Bu sesi neredeyse unutmuştu ve bir daha da duyacağını hiç ummamıştı.
Bu dünyada ona yalnızca bir kişi Samson diye hitap etmişti.
Bu onu dönüştüren kişinin sesiydi.
Orada, ayakta durmuş, o olağanüstü güzel yüzündeki gülümsemesiyle ona bakan kişi ilk gerçek aşkıydı.
Samantha’ydı bu.
YEDİNCİ BÖLÜM
Caitlin ve Caleb, İsrail ülkesinin üzerinden kuzeye, denize doğru yol alarak açık, çölün mavi göğünde birlikte uçuyorlardı. Altlarındaki topraklar alabildiğine uzanıyor ve Caitlin yollarına devam ederlerken manzaranın nasıl değiştiğini seyrediyordu. Altlarında devasa bir çöl vardı; yer yer gelişi güzel taşların, dev kaya parçalarının, dağların ve mağaraların yer aldığı güneşten çatlamış topraklar uzanıyordu. Ara sıra görünen çobanlar dışında burada neredeyse kimse yoktu. Çobanlar baştan ayağa beyaza bürünmüşlerdi ve kafalarında da onları güneşten koruyacak başlıklar vardı. Sürüleri ise hemen yanlarında onları takip ediyorlardı.
Fakat daha kuzeye ilerledikleri zaman arazi değişmeye başladı. Çöl yerini birbiri ardına yükselen tepelere bıraktı ve renk de iç karartıcı tozlu kahverenginden canlı bir yeşile doğru değişti. Zeytinlikler ve üzüm bağları arazide benek benek kendilerini belli ediyorlardı. Ama yine de ortalıkta çok az insan vardı.
Caitlin Nasıra’daki keşfini düşündü. Kuyunun içinde, şimdi elinde sıkı sıkı tuttuğu yalnız başına duran bu değerli objeyi bulunca şoke olmuştu: bulduğu şey avuç içi büyüklüğünde altından bir Davut yıldızıydı. Ortasına, küçük eski el yazısıyla tek bir söz kazınmıştı: Capernaum.
Bunun bir mesaj olduğunu ve onlara bir sonraki duraklarını işaret ettiğini ikisi de açık bir şekilde görüyordu. Caitlin Ama neden Capernaum? diye merak etti.
Caleb’den İsa’nın orada vakit geçirdiğini öğrenmişti. Bu İsa’nın onları orada beklediği anlamına mı geliyordu? Acaba babası da orada olacak mıydı? Ve Caitlin, Scarlet’in de orada olmasını ummaya cesaret etti.
Caitlin altında uzanan manzarayı dikkatle inceledi. Bu zamanda İsrail’in nüfusunun ne kadar az olduğuna hayret etti. Bir evin üzerinden uçunca şaşırdı, çünkü evlere çok nadir rastlanıyordu. Burası hala kırsal ve bomboş bir ülkeydi. Görmüş olduğu birkaç şehir de daha çok kasaba gibiydi ve hatta bunlar da olabildiğince ilkeldi; neredeyse tüm yapılar tek ya da iki katlıydı ve taştan yapılmışlardı. Bahsetmeye değer doğru düzgün bir yol dahi görmemişti.
Uçmaya devam ederlerken Caleb hızla yanına yaklaştı ve uzanarak elini tuttu. Onun dokunuşunu hissetmek çok güzeldi. Caitlin kendine engel olamayarak neredeyse milyonuncu defa neden bu zamana ve yere inmiş olduklarını merak etti. Neden bu kadar geriye, bu kadar uzağa gelmişlerdi? Buralar İskoçya’dan, bildiği her şeyden çok farklıydı.
Caitlin СКАЧАТЬ